Ahlak kelimesine bayılıyor spor dünyası. ‘Fair play’ dediğiniz şey o ahlaktan türeme işte. Atatürk de bahsediyor ahlaktan, Albert Camus de. Oyunun ahlakı kurulmadan ‘bu iş olmaz’a geliyor. Ama bir türlü ahlaksız bitmiyor. Sadece futbolda da değil üstelik. Etik değerler memleketin her alanında her gün yerle bir oluyor.
Oysa ahlaktan daha açıklayıcı bir kavram var: Haysiyet. (Ümit Kıvanç’a selam olsun.) TDK’ye göre iki anlamı var. Birincisi; değer, saygınlık, itibar. İkincisi ise öz saygı. Sanırım ikincisine daha çok ihtiyacımız var. Dedik ya, sadece futbolda da değil.
Bundesliga’nın son haftasını izlediniz mi? Ligin tepesi de dibi de son saniyenin son salisesine dek belirsizdi. Güne Dortmund lider girdi. Rakip, daha önce iki harika teknik direktörünü Dortmund’a gönderen Mainz’dı. Ama bundan dolayı özel bir ‘gıcıkları’ yoktu. Aralarında bölgesel bir rekabet de var denemezdi. Kazanırlarsa sıralamaları bile değişmiyordu. Karşılaşmanın konuk ekip açısından hiçbir sportif hedefi bulunmuyordu. Ama haysiyetleri vardı.
Aynı esnada bir başka kritik maçta Köln, evinde Bayern Münih’i ağırlıyordu. Onlar için de bir şey değişmeyecekti. Köln’ün şampiyon olduğu yıllarda rakip Bayern değil Mönchengladbach’tı. Yani tarihsel bir öfke de birikmemişti. Olsa olsa Bayern’e duyulan genel gıcıktan besleniyor olabilirlerdi. O kadar. Aslolan onlar için de haysiyetti.
N’oldu biliyor musunuz? Önce Bayern Münih, Köln deplasmanında öne geçti. Ardından Mainz, Dortmund deplasmanında golü buldu. Sonra sezonun en dramatik hikayesine sahip oyuncusu, testis kanserini yenip Dortmund’un yıldızı olan Sebastien Haller penaltı kaçırdı. Sonra Mainz bir gol daha attı: 0-2.
İkinci yarıda Dortmund 1-2’ye getirdi durumu. Daha 20-25 dakika vardı. Umutlandılar. Sonra olmayacak şey oldu. Köln’den gol haberi geldi. Bayern maçı berabere bittiği takdirde Dortmund yenilse bile şampiyondu. Bir anda gıyabi bir umut belirdi. Sonra 89’da Bayern ikinci golü attı. Uzatmanın son anlarında, her şey bitti derken Dortmund beraberliği yakaladı. Ama galibiyet gerekiyordu. İttirdiler, kaktırdılar… Başaramadılar. Sıkı taraftarlarca EKG eşliğinde izlenmesi gereken maçlar bittiğinde Bayern üst üste 11. şampiyonluğuna uzanıyordu.
Ama maç bitiminde Signal Iduna Park’ta olanlar inanılmazdı. Herkes yıkıldı. Hüngür hüngür ağlayan Dortmundluları Mainzlılar teselli ediyordu. Sonra tribünler devreye girdi. Her şeye rağmen takımlarının arkasındaydılar. İki takım birbirini tebrik etti. Tek bir gerginlik olmadı. Hepsi o kadar. Neydi haysiyetin ilk anlamı: değer, saygınlık, itibar.
♾️ „Und wir werden immer Borussen sein, es gibt nie nie nie einen anderen Verein…“ pic.twitter.com/1CQe0Me6a2
— Borussia Dortmund (@BVB) May 27, 2023
Mainz “aman neyse kazansın işte Dortmund, gıcık Bayern Münih şampiyon olmasın” demedi. Köln “bana mı kaldı” demedi. Dahası var. Leipzig gitti Schalke’yi yendi. Onları düşürdü. Ligin alt sıralarında da bir ara Schalke değil Stuttgart düşer hale gelmişti. Çünkü rakipleri Hoffenheim ve Leipzig bırakmıyordu maçı. Nihayetinde Schalke yenildi, Stuttgart da zorla berabere kaldı. Çünkü mesele haysiyet meselesiydi. Öz saygısı olan elinden geleni yapardı.
Dahası da var aslında. 24. haftadan beri lider değişip duruyor Almanya’da. 24’te Bayern’di. 25’te Dormund. 26’da tekrar Bayern. 29’da Dortmund. 30’da Bayern. 33’te Dortmund. Ve ipi göğüsleyen Bayern. Gitti gitti geldi şampiyonluk. Dortmund sorunlarla boğuştu, Bayern daha büyüklerini yaşadı. Ama mücadeleden hiç yılmadılar. Son saniyeye kadar.
🏆 FC Bayern, Deutscher Meister, ja so heißt er mein Verein,
Ja so war es und so ist es und so wird es immer sein! ❤️🤍#MiaSanMeister pic.twitter.com/P6e6pzb8tc— FC Bayern München (@FCBayern) May 27, 2023
Bu ilk defa yaşanmıyor Bundesliga’da. Altıncı kez ligin son haftasında lider kaybediyor ve kupayı yitiriyor. Zannetmeyin ki her seferinde bundan Bayern faydalanıyor. Bir sürü takım var. Bayern’in lider girip kaybettiği de var hatta. Hem de Matthaus’lu, Mehmet Scholl’lü, Olaf Thon’lu, efsane Wohlfarth’lı kadroyla Werder Bremen’e bırakmışlardı foto finişi. Yıl 1993.
Sadece son hafta meselesi de değil. Her maçın bir kıymeti, saygınlığı, yani haysiyeti var orada. Bayern’in akıl almaz dominasyonuna inat, her hafta tribünler doluyor. Pandemiye kadar Premier Lig’in üzerindeydi Almanlar. İkinci ligleri bile tribünleri en dolu 10 ligden biri. Bu son hafta şampiyonluğu kaybeden Dortmund var ya, Avrupa’nın en fazla seyirci çeken kulübüydü pandemi öncesi. Tam dokuz sene boyunca en tepede yer aldı sarı-siyahlılar.
Velhasıl, görüldüğü üzere, mesele ahlak/etik değil haysiyet meselesi. Yaptığınız işin bir haysiyeti vardır. O öz saygı sayesinde elinizden gelenin hep en iyisini yaparsınız. Geri düşersiniz, bırakmazsınız. Son saniyeye kadar sürdürürsünüz mücadeleyi. İyi-kötü, zayıf-güçlü, önemli-önemsiz demeden çıkar oynarsınız.
Bir anı ve bir vecizeyle bitirelim:
Tolunay Kafkas -ki futbolun akil adamlarından diye bilinir- Trabzonspor’da oynarken, şampiyonluk yolunda kaybettikleri bir maçtan sonra (sanırım Vanspor) rakip futbolcunun üzerine yürümüş ve “Şampiyon mu olacaksınız?” diye parmak sallamıştı. Ucunda havuç yoksa niye oynuyorsun ki? Sanırım bu yüzden, haysiyet yerine ‘hatır şikesi’ devreye giriyor bizde. Kendi kendinize iyi oynamanızın bir anlamı yok. Kimse kendi öz saygısı için maç kazanmaz bu topraklarda. Mutlaka altında bir bit yeniği vardır.
İskoçya’da Hampden Park Futbol Müzesi’nin duvarına nakşedilen bir sözü var Busby’nin: “Kazanmayı istemekte yanlış bir şey yok, yeter ki kupa kaldırmak uğruna her şeyi feda etme. Kaybetmekte hiçbir onursuzluk yok, yeter ki terinin son damlasına kadar mücadele etmiş ol.” Seçim günü yazılan bu yazının bu son sözünü isteyen alır memleket gündemine de cuk oturtur tabii. Size kalmış… Neticede haysiyet her alanda lazım!