Ligin ‘canım cicim’ dönemi bitti. Artık böyle maçları çözmek önemli. Ligin liderini son iki haftada İstanbulspor ve Konyaspor’un ‘hadsiz’ girişimi gibi oynayarak alt etmeye çalışmayacak kimse. Asıl özne oynatmamak olacak. Çünkü atma çağı kapanıyor, artık tutma dönemi. xG’lerin çok altında gol sayıları göreceğiz muhtemelen.
Çok zorlandı Fenerbahçe. Üstelik bunun rakiple pek de ilgisi yoktu. Gaziantep FK tamamen kapandı, evet. Ama verimli bir ‘İtalyan’ savunması değildi bu. 20 şut buldu Sarı-Lacivertli ekip. En az beş tane net gol pozisyonu yakaladı. Penaltı kaçırdı. Maç sonunda gol beklentisi ikinin üzerine çıktı. Atamadılar sadece. Biraz da kendi kendilerini sıkıntıya soktular. Bir ara olmayacak gibiydi. N’aptılar ettiler, oldurdular.
Neden rahat bir maç olmadı peki? Birincisi ve en önemlisi penaltı meselesi. Nasıl ki basketbolda faul yüzdesi bazen skora direkt etki ediyorsa, işte bir sezonda kaçan bu kadar çok penaltı da skoru sarsmasa da oyunu sarsıyor. Dün Dzeko atsa o golü, gidişat muhtemelen gene farklı olurdu. Bu sezon kaçan dördüncü penaltı oldu. Sezon sonu ipi göğüslemek için yapılacaklar/çalışılacaklar listesine yeni bir madde eklendi.
Şunu da göz ardı etmemek lazım. Devre arasına gidilirken ligin başındaki Fenerbahçe’nin kulaklarını çınlatır cinsten kısır bir oyun vardı. Hani maç başında gol bulmakta zorlanan, örgütlü presi tam oturtamamış, personelin kadro sorununu çözememiş takım var ya, onu işte. İşler ikinci yarıda değişti. Akışkanlar dinamiği sağlandı. İrfan Can girdi, Batshuayi ile santrfor çiftlendi, pozisyon sayısı arttı. Artık bu maçı özgün kılan şey sadece skorun henüz değişmemiş olmasıydı. Çünkü böyle giden oyunları bir dokunuşla açıyordu konuk ekip. Bu sefer geç kaldı.
Şampiyonluk yarışında bu çok kıymetli galibiyeti getiren oyunculara gelince… Syzmanski ile başlamak lazım. Asist yaptığı için değil, sahada her an pozisyon kokladığı için. ‘Öndeki dörtlünün en vazgeçilmezi kim’ seçimi yapılsa, iktidar olamasa bile en kötü ana muhalefet olur Polonyalı. Ferdi’yi yine es geçmemek lazım. Bir hücumcu bek olarak rakibin en işler bölgesini öyle bir kapattı ki, bu sayede arkadaşları rakip alanda fink atabildi. Tabii İrfan Can sayılmalı bir de. Maç içindeki tek olumlu hareketi attığı gol olsa bile çok keskin bir koku duyusu var. Bu da onu ister kulübede, ister 11’de özgün kılıyor. Ve bir de Bonucci. Sanki istek parça gibi bu oyuna. En kritik anda, ‘beşinci günün şafağında doğudaymış’ gibi belirdi kenarda. Eski kalıbında değil tabii. Ama oyun zekasıyla olması gereken yerdeydi hep. Üstüne bir de pas ve hücum yeteneklerini göstermek istedi. Olmadı, fakat olduracak belli ki. Oosterwolde bile tecrübeli İtalyan oyuna girdikten sonra başka bir seviyeye çıktı. Bu bile yeter.
Son olarak da Sumudica’ya pas atalım. Hep bir oyun planı var Rumen teknik adamın. Böyle maçları da seviyor. Ama bir oyun üretiyor mu, pek emin değilim. Milli olmayabilir ama basbayağı ‘yerli’ bir figür. ‘Yürekten’ oynadıklarını da söyler, hakeme itiraz da eder, ‘basit goller’ yemekten de şikâyet eder, en çok ‘bu taraftara’ da üzülür, yerinde de duramaz, büyük maçlarda sihrini gösterip ‘görünür’ olmak için elinden geleni de yapar… O yüzden son altı senede beş kez görev aldı Anadolu’da. En büyük uyumu Gaziantep’te sağladığı için takım krize girince akla hemen onun adı geliyor. Memleketin teknik adam havuzunda demirbaş sayılır artık. Peki futbolumuza ne vermektedir kendisi? Nasıl bir ufuk? Ne tarz bir oyun planı? Hangi genç yetenekler? Orası belirsiz işte.
Bundan daha ‘yerli’ bir durum var mı?