Sıkıştırılmış takvim eşliğinde devam eden maratonda mesafeler arka arkaya oynanan maçlarla aşılırken zihinlerde beliren öncelikle soru “Bakalım kimin gardı erkenden düşecek?” oluyor. Lakin göründüğü kadarıyla zirve ortağı ikili kaybetmiyor, olası bir tökezlemede bir diğeri de sonrasında tökezliyor ve yarışı birlikte sürdürüyorlar.
Önceki gün Fenerbahçe sahne almış ve oyun hâkimiyetini mücadele boyunca koruduğu karşılaşmayı son dakikalarda penaltıdan kazandığı golle galip bitirmiş ve 22. haftayı da ‘Lider’ unvanıyla kapacağını resmileştirmişti. Yarış partneri Galatasaray ise dün gece evinde ligin sonuna demir atmış İstanbulspor’u ağırlarken kâğıt üzerinde kolay geçeceği var sayılan bir randevuya çıktı. Lakin beklentilerin aksine Sarı-Kırmızılılar için son derece zor ve kaygı verici bir maç izlendi RAMS Park dahilinde. Çünkü şurası kesin ki Okan Buruk’un ekibi kapanan rakipleri çözme konusunda pek mahir değil. Üstüne üstlük savunma hattını sıkı tutanlar takımların kadrosunda bir ya da birden çok hızlı ayak varsa, kontraya çıktıklarında mutlaka cezayı kesiyorlar ve gol kaydına muvaffak oluyorlar.
Kontralara çare bulunamıyor
İlk elde benim aklıma gelenler Ankaragücü ve Konyaspor maçları. Dün de bu mücadelelerin karbon kopyası ataklar izledik Sarı-Siyahlardan ve her biri de golle sonuçlanabilecek pozisyonlardı. Geçen hafta Karadeniz deplasmanında açık oynayan bir rakip bulunca beş gol atmayı başaran Galatasaray, dün uzun süre İstanbulspor kilidini açmakta zorlandı. Bunun bence en büyük nedeni takımın oturmuş bir set oyunu ya da bir başka söylenişle hücum seti (setleri) olmayışı, eldeki isimlerin yeteneklerine güveniliyor, onlar da “Oyun ve top hâkimiyeti nasıl olsa bizde” diyerek düzenli bir stratejiden çok körlemesine, emprovize bir mantıkla karşı tarafa saldırıyorlar. Bir de takımda yeterince ‘hücumcu kimliği’ne sahip isim olmasına rağmen savunmacılar da ileri çıkıyor ama nedense defansta kimse kalmıyor ve çok basit bir şekilde kontra yeniliyor. Hep aynı sorunun tekerrür etmesi ve gol yenilmesini, yani bir başka deyişle Okan Buruk’un ligin bu aşamasına kadar bu soruna nasıl çare bulamadığını ben açıkçası anlamıyorum. Nihayetinde oyunculuk kariyeri hep ‘hücumcu’ takımlarda geçti ama iki sezon ‘Serie A’ havası aldı, Akhisarspor’u çalıştırırken defansif görüşü yeterince gelişti vs. “Ama Galatasaray ligin en az gol yiyen takımı” diyebilirsiniz lakin bu tablonun gerçek yaratıcılarının Muslera’nın her zamanki üstün performansı ve beceriksiz rakip forvetler olduğu da bence aşikâr.
Tete nere Rashica nere…
Öte yandan dünkü maçın problemli geçmesinde standart bir çizgiye tutunamayan isimlerin de payı vardı. Bunların başında savruk oynayan ve çıkışta sürekli top kaptıran Kerem Demirbay geliyordu. Kenara alınması doğru bir hamleydi. Dün takımın jokerlerinden Kaan Ayhan da bence çok iyi değildi, özellikle yenen goldeki pozisyon hatası onun bugüne kadar ortaya koyduğu klasa yakışmadı. Nelsson rakibe kilit vurulması gerektiğinde bu görevin üstesinden başarıyla geliyor ama tekniği çok zayıf ve defanstan çıkarken hem ayakla hem de kafayla sık sık yanlış pas yapıyor. Dün Barış Alper de özellikle ilk yarıda atakları yanlış sonlandırırken yerini kaybetti, bu da Ndao’ya sıkça kontra fırsatı tanıdı. Tete bir türlü düzelmeyen ve düzelmeyecek gibi görünen bir siluet. Milot Rasciha yerine onun tercih edilmesi bence bu sezonun en kötü transfer hamlesiydi. Zaha da dün sürekli top ezen görüntüdeydi.
Zor da olsa geçilen bir viraj daha
Bu arada yukarıda altını çizdiğim kontra yeme meselesinde reçeteyi sadece Okan Buruk’tan beklemek gerekmiyor sanki. Futbolda bazen sezgiler taktiğin önüne geçer ve sahada bulunan isimlerin tecrübeleri, oyunu okuyuşları sorunları çözer. Galatasaray’ın kadrosunda yer alan isimlerin bahsettiğim türden tecrübeleri ve birikimleri var ve basit hamlelerle meseleleri çözebilirler gibime geliyor ama nedense bazı pozisyonları tıpkı tribünlerdeki ya da ekran karşısındaki seyirciler gibi saha içinden seyrediyorlar…
Dün yine de bu zorlu viraj bir şekilde dönüldü. Haftalardır bir türlü gol atamayan ve son vuruşlarıyla taraftarını çileden çıkaran Kerem Aktürkoğlu, Trabzonspor’dan sonra İstanbulspor’a da aynı tarifeyi uyguladı ve arka arkaya ‘duble’ yapmış oldu… Icardi’nin dönüşte gole ihtiyacı vardı, önüne düşen topta kolay pozisyonda bulduğu gol VAR’a takıldı ama penaltı aradığı moral-motivasyonu ona kazandırdı sanırım.
NBA maç takvimi gibi…
Malum ‘Süper Lig’ takvimi NBA tadına vardı, takımlar maçını oynuyor, çok kısa bir dinlenme-idman süreci tekrar yeni bir maç. Bu trafikte teknik kadroların dokunuşlarda bulunması, hızlı bir pansumana gitmesi biraz zor görünüyor ama Galatasaray’ına acilen kapalı defansları açacak akılcı stratejilere ihtiyacı var. Evet, rakipler ne kadar kapanırsa kapansın maçlar bir şekilde alınıyor ama bu süreçte sanırım olan taraftarına oluyor. Koca sezon boyunca rahat rahat seyrettikleri maç sayısı o kadar çok az ki…
İstanbulspor ise iyi direndi ama mücadelenin sonlarına doğru doğaldır ki gardı düştü. Futbol sürprizlere ve umutlara açık bir oyun, Sarı-Siyahlılar da geçmiş haftalara göre nispeten toparlanmış bir görüntüdeydi ama bugüne kadar topladıkları puan itibariyle maratonun kalan bölümünde işleri fazlasıyla zor.