Charles King imzalı ‘Pera Palas’ta Gece Yarısı, Modern İstanbul’un Doğuşu’ kitabından kısa bir pasajla başlayayım: “İstanbul’da şöyle derlerdi: ‘Pera’nın başında üç bela vardır. Veba, yangın ve tercümanlar.’” İstanbul’un 1918’deki durumunu anlatıp her bölgede farklı dil konuşulduğunu aktaran yazar, bölgenin çok ulusluluğu ve bunun şartları zorlaştırmasının altını çiziyordu. Devamında aynı yıldan bahsederken Britanyalı yüzbaşı M. M. Carus Wilson’ın İngiltere’deki babasına yazdığı mektuba değinip o mektuptan şu ifadeyi paylaşıyordu: “Yarım saatlik bir yürüyüşte gördüğüm çeşit çeşit insanı sınıflandırmak sayfalar sürer.”
100 yıl önce 100 yıl sonra
Bu tarihten 100 yıl sonra, 2018’de ‘10 bin adımda’ başlığı altında İstanbul semt yazıları yazarken İstiklal Caddesi’ni gezmiştim ve 18 Ağustos 2018’de Cumhuriyet Cumartesi’de şu notu düşmüştüm, naçizane: “Birkaç yıldır yurtdışında yaşayan ya da gündelik gelişmeleri takip etmeden Türkiye’de bulunan bir insanı gözlerini bağlayıp Taksim Meydanı’nın ortasına bıraktığınızda epeyi şaşıracağı kesin. Bastığı yeri tanıyamamakla başlayıp, artık yerinde olmayan Atatürk Kültür Merkezi’nin yokluğunu hissedecek ve yerine yapılacak yeni kültür merkezinin şantiyesini görecek… Yönünü İtalyan heykeltıraş Canonica’nın yaptığı, 1928’den beri orada olan Cumhuriyet Anıtı’na çevirdiğindeyse de hemen arkasında yükselen, sol taraftaki Aya Triada kilisesini gölgede bırakan heybetli Taksim camisiyle karşılaşacak. Tabii bu şaşkınlık onun için meydanla sınırlı kalmayacak: Bu meydana adını veren ve 1731’de I. Mahmut tarafından inşa ettirilen su dağıtımı noktasını (Taksim) geçip İstiklal Caddesi boyunca yürüdükçe önünde kuyruk olan, İstiklal Caddesi’ne yeni açılmış ‘asırlık’ tatlıcılar, boş duran yapımı tartışmalı AVM’ler, zemini ve kimliği değişen cadde onu bekleyecek.”
Şimdi 2023 yılındayız. İstiklal Caddesi’nde son durum şöyle: Atatürk Kültür Merkezi tekrar eski yerinde yükseldi. Temsiller başladı. Yeni bina beğenildi. Taksim Camisi ibadete açıldı. Tatlıcılar artarak devam ediyor, yeme içme mekânları artık sadece Ortadoğu coğrafyasından değil Rusya’nın Ukrayna işgalinin oluşturduğu ortamdan kaçan iki ülkenin insanları ve liramızın düşen değerinin cazibesine kapılan Amerikalı ve Avrupalı turistlerle dolu. Bir de saç ektirenlerle. Yolunuz buraya erken saatlerde düşer ve yollarda hızlı adımlarla ilerleyen kişiler görürseniz, yüksek ihtimalle o insanlar da gün içinde çalıştıkları yerlere akın edecek yerli-yabancı turistler için hazırlanıyordur.
Biz şimdi Taksim Meydanı’ndan başlayacağız, İstiklal Caddesi boyunca yürüyeceğiz, Tünel Meydanı’ndan aşağıya sallanacak, Galata Kulesi’ne varacağız. Civar sokakları gezerek yolculuğumuzu bitireceğiz. Mesafe olarak 10 bin adım gibi durmuyor ama mekânlara uğrayıp gezdiğinizde toplam adım sayınız buralara ulaşacak.
Taksim Meydanı’nda AKM’yle başlayan Gümüşsuyu’na bulaşmayacağız, Galata Kulesi’nden aşağıda da Karaköy’e uzanmayacağız. Yoksa işin içine Mimar Sinan’ın şehrindeki müthiş buluşma girer günü bitiremeyiz: Rıhtımda birbirine komşu durumda olan, yıldız mimarımız Emre Arolat’ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi binası ve küresel çapta yıldız mimar Renzo Piano’nun İstanbul Modern binalarını görmemiz gerekir. Onlar başka bir buluşmanın konusu.
‘Yaşayanların havsalaları, entrikalarının tenyaları’
John Freely’nin eşsiz kitabı ‘İstanbul’u Dolaşırken’de, Avusturyalı tarihçi Josef von Hammer’in İstiklal Caddesi için şöyle dediği aktarılır: “Burası yaşayanların havsalaları kadar dar, entrikalarının tenyaları kadar uzun.” Bakalım bakalım, ne entrikalar varmış buralarda.
Kahvaltı saatinde buralara düştüyseniz hemen yolun başında Menemenci Lades’te‘te kahvaltı işini aradan çıkarabilirsiniz. İkinci alternatif Tünel Meydanı’nda. Karaköy’deki yerini bırakıp buraya gelen Hasan Fehmi Özsüt’e oturabilirsiniz. Bir not: Karaköy’deyken her şey daha iyiydi sanki.
Turist tuzağı denemeyecek kadar ucuz
İstanbul, turistler için o kadar cazip bir yer ki artık turistleri ‘tuzaklar’ konusunda uyarmaya gerek bile yok. En pahalı fiyatlar bile turistler için gayet makul seyrediyor. Şehrimizin bu dönemi için bu notu düşmek şart: Şu sıralar bu bölgede kendinizi turist gibi hissetmenizin başlıca nedeni bu. Daha önce mekânlarda yerlileri daha çok görürdünüz, şimdi yerli turist değilseniz bu kadar para harcamak çok da işinize gelmiyor.
Neyse, caddede yürüyelim biz. Etkinlik, gezilecek görülecek ne varmış bakalım.
Buralara gelmeden rezervasyon yaparak Hope Alkazar’daki etkinliklere katılabilir, İstanbul Sinema Müzesi’ndeki müthiş fotoğrafçı Steve McCurry’nin dünyaca ünlü 51 çalışmasının olduğu sergiyi gezebilirsiniz.
St. Antuan Katolik Kilisesi’nin önündeki fotoğraf kalabalığı sizi de mıknatıs gibi çekecek ve mutlaka uğramak isteyeceksiniz. Uğrayın da zaten. Burası İstanbul’un en büyük katolik kilisesi. İstanbul’da çok sayıda eseri olan İtalyan mimar Giulio Mongeri’nin elinden çıkma kilise caddeye bakan konut kısmıyla da ayrıca hayaller kurduran bir yapı.
Hemen yanındaki Mısır Apartmanı, açık kapılarıyla girip gezmeniz için davet ediyor sizi. Ama içinde, dışından etkilendiğiniz kadar etkilenmeyebilirsiniz. Hovsep Aznavur’un elinden çıkma yapı kışlık konak olarak inşa edilmiş. İstiklâl Marşı’nı yazan Mehmet Akif Ersoy, Atatürk’ün dişçisi Sami Günzberg de buranın sakinleri arasındaymış zamanında. Şimdi galeriler ve bol bol dizi posterleri var.
Caddenin faullü yapıları da elimizden giden mekânları da günden güne artıyor. En başta Emek Sineması’nın yıkılması sürecindeki tartışmaların merkezine yerleşen Grand Pera, tepki gören restorasyonuyla Narmanlı Han ve başta yanındaki Ağa Camii’ne zarar vermesi ve inşasında haber olan usulsüzlükler nedeniyle Demirören AVM. 5 sene önce bu caddede çay-kahve içip güzel vakit geçirebileceğiniz yerler arasında Hazzo Pulo’daki çaycıyı ya da Olivya Geçidi’ndeki Gölge Kahve’yi önerebilirdim, şimdi ikisi de yok. Markiz Pastanesi hâlâ dışarıdan görülebiliyor.
Caddenin artık demirbaşlarından biri olan bir detay var. Bu, Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu Binası’nın cephesinde karşınıza çıkıyor. Gezi Parkı protestoları sırasında İstiklal Caddesi’nde duvarlara yazılanlar daha sonra silinmişti. Konsolosluklar o ülkenin toprağı olduğundan, Yunanistan kendi toprağında iz bırakmayı tercih etmiş. Duvarda yazan “Ne çektin be Tayyip” ifadesi silinmek yerine beyaz bir boyayla üzerinden geçilince, tazeliğini korur şekilde duvarda ölümsüzleşmiş. Dışişleri’nde görev almış eski kuşak diplomatlar Yunanistan’ın hareketini nezaketsizlik olarak değerlendiriyor. Türkiye’nin bu sorunu çözememesini de işini eksik yapmak olarak görüyorlar.
Güzel örnekler de var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki İBB Miras’ın restorasyonu sonrası Casa Botter olarak tekrar açılan, Botter Evi mutlaka uğramanız gereken bir yer. İkinci kat balkonundan İstiklal Caddesi’ne bir bakış atmak, benim jenerasyonumdaki insanlar için bir ilk. Çünkü bu binanın aktif olarak kullanıldığı zamanlara yetişememiştim. Casa Botter’de sergiler de var, bol bol Instagram fotoğrafı çekebileceğiniz noktalar da. Tek problem, binanın meraklısı haliyle çok. Kalabalığa kapılırsanız ne olduğunu anlamadan binaya girip çıkmış oluyorsunuz. Halbuki oturma ve çalışma alanları da mevcut. Sakin zamanlarda güzel bir yer olabilir ama o sakin zamanlara epeyi var gibi.
Karşısındaki Narmanlı Han, İstanbulluları mutlu etmeyen bir restorasyon olarak kayıtlara geçmişti. Yakından takip edenler hatırlayacaktır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Aliye Berger, Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere, çok sayıda ressam, yazar, sanatçının çalıştığı ve yaşadığı yerde şimdi bir şeyler yiyip içebileceğiniz mekânlar var. Tanpınar’ın evi de Starbucks oldu. Bir kahvesini içersiniz artık (!).
Tünel Meydanı’na geldikten sonra Galip Dede Caddesi’ne ufak bir giriş yapalım. Bir de ne görüyoruz: Gökyüzü gölgelenmiş. Beyoğlu Belediyesi, Beyoğlu Şiir Yolu projesi yapmış, Orhan Veli’nin Anlatamıyorum şiirini, caddenin üstüne file gerip yapıp oraya yazmış. Açıklamada demişler ki, “Araştırmalarda hâlen dünyada en çok okunan şiir olarak tespit edilmiştir.” Yolunuz düşerse bir bakın, ben sevmedim maalesef.
Hemen 50 metre aşağıda solda Galata Mevlevihanesi, mutlaka ama mutlaka görmeniz gereken bir yer. Girişi 100 lira. Pazartesileri kapalı, unutmayın. O kadar yolu boşa gelip üzülmeyin. Yine de bir not: Cadde üzerinde Konak Kebap’ın üst katına çıktığınızda, arka pencerelerden mevlevihanenin haziresindeki mezarları uzaktan görebilirsiniz.
Galip Dede Caddesi’nde yol ayrımındayız şimdi. Sola dönersek Doğan Apartmanı’nın olduğu Serdarı Ekrem sokak, sağa dönersek Şahkapısı Sokak’tan Galata Kulesi’ne gideceğiz.
Serdarı Ekrem Sokak’a bir sapalım, hem Doğan Apartmanı’nı görelim, “Burada yaşayanlar ne şanslılar” diyerek iç geçirelim, hem de sokağı bitirdikten sonra aşağı kıvrılarak Kırım Kilisesi’ni görelim. Burası İngilizlerin Kırım Savaşı sonrası bu olayın anısına 1868’de mimar George Edmund Street’e yaptırdıkları bir kilise. Küçük, güzel mimarisi olan mutlaka görmeniz gereken bir yapı.
Sokağı tekrar gerisin geriye yürüyüp Galata Kulesi’nde bitirelim yolculuğu. Buraya kadar yorulduysanız iyi bir mola vermek için şahane menüsü ve güzel esnaf yemekleriyle Güney Restoran, size kendinizi herhangi bir Avrupa meydanında bulunma hissi yaşatacak. Etraf masalarda farklı farklı diller konuşan, başka başka ülkelerden gelenlerle turist gibi hissedeceksiniz. Ya da sokak boyunca göreceğiniz kahveci ve tatlıcılar sizi bekliyor. Ayaküstü atıştırma için Dönerci Engin’in Yeri’ni de pas geçmeyin derim.
Galata Kulesi’nde biten Büyük Hendek Caddesi, şu anda sosyal medyada fotoğraf-video çekiminde hangi akım var, neler daha çok etkileşim alıyor, hepsini görebileceğiniz bir yer. Galata Kulesi’nin tüm güzelliğiyle karşınızda bittiği bu manzara İstanbul’un en çok fotoğraf çekilen noktasıdır diye emin bir şekilde söyleyemiyorum, çünkü şehirde böyle çok yer var ne mutlu ki.
Ama buradaki gibi bir fotoğraf sektörü her yerde yok. Cadde boyunca karşınıza bir elinde profesyonel makine, diğerinde iPad olan kişiler çıkıyor. Yaptıkları şu: Sizin havalı fotoğrafınızı çekiyorlar, sonra bunu size mail atıyorlar. Karşılığı da mesaiye göre değişiyor. Çünkü bazı müşteriler, “Olmadı baştan, gözüm kapalı çıkmış” diye diye, epeyi vakitlerini alıyormuş. Bu bilgileri bu işten para kazanan Deniz’den öğreniyorum. 6 aydır bu işi yapıyormuş. Fotoğraf çektiği kişilerden, yapılan işe göre 100 lira aldığı da oluyormuş, 600 lira aldığı da. Belediyeye vergi ödediklerini belirtmeyi de ihmal etmiyor tabii. Bir fotoğrafını da ben çekiyorum.
Caddei Kebir, Grand Rue de Pera ve günümüzdeki haliyle İstiklal Caddesi. Buna ek olarak Galata Kulesi ve çevresi. İstanbul’da yaşayan herkesin buralara dair anıları var. Haliyle herkes kendi hayatına ne kadar değdiyse, o ölçüde kıyaslama yapıyor ve bugüne bakıyor. Ama herkes için hemfikir olunacak nokta şu sanıyorum: Buralar hâlâ kimliğini bulabilmiş değil. Buranın asıl kimliği de bu galiba. İstanbul bu kadar ilgi gören bir şehir olduğu müddetçe, buraya gelenlerin yarattığı pazar da bu caddeyi şekillendirecek ve biz o pazarı ne kadar seveceksek burada o kadar fazla vakit geçireceğiz. Öyle görünüyor.