Cumhuriyet’i yalnızca bir anayasa maddesi olarak değil, bir vicdan meselesi olarak tanımlamıştı. Ona göre özgürlük, sadece bir hak değil; düşünmenin, sorgulamanın, üretmenin ön koşuluydu. Bugün bu özgürlük alanı daralırken, Cumhuriyet’in özü de maalesef ki yavaş yavaş soluklaşıyor.

29 Ekim 1923… Küllerinden doğan bir ulusun, “artık kendi kaderini kendi çizeceğim” dediği tarih. Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değil, bir varoluş iddiasıydı. Atatürk, bu topraklara yalnızca bir devlet modeli değil, bir zihniyet devrimi bıraktı: Aklın, bilimin, özgürlüğün, eşitliğin ve adaletin üzerine kurulu bir yaşam biçimi.

Cumhuriyet’in temelinde, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi var. Yani birey, artık sadece tebaa değil, eşit haklara sahip bir yurttaş. Devlet, yurttaşın üzerinde değil, hizmetinde. Adalet, gücün değil, hakkın yanında. İşte bu fikir, bizi 102 yıl önce karanlıktan aydınlığa çıkaran kıvılcımdı.

Peki bugün o kıvılcım hâlâ aynı ışığı saçıyor mu?

Cumhuriyet ayakta ama yoruldu…

Aradan geçen yüzyılda Türkiye, modernleşmenin bedellerini ve avantajlarını bir arada yaşadı. Demokrasinin özü olan hukukun üstünlüğü, giderek aşınmaya başladı.Yargı bağımsızlığı tartışmalı hale geldi. Basın, halkın gözü kulağı olmaktan çıkarılıp hizaya sokulmaya çalışıldı. İfade özgürlüğü, “sınır” kelimesinin gölgesinde daraldı. Liyakatin yerini sadakat, şeffaflığın yerini korku aldı. Ve tüm bunlar, Cumhuriyet’in temel ilkesi olan “halkın kendi kendini yönetme” fikrini zedeledi.

Oysa Atatürk, Cumhuriyet’i yalnızca bir anayasa maddesi olarak değil, bir vicdan meselesi olarak tanımlamıştı. Ona göre özgürlük, sadece bir hak değil; düşünmenin, sorgulamanın, üretmenin ön koşuluydu. Bugün bu özgürlük alanı daralırken, Cumhuriyet’in özü de maalesef ki yavaş yavaş soluklaşıyor.

Cumhuriyet’in en önemli temellerinden biri hukuk devleti ilkesidir. Ancak artık bu topraklarda adalet, çoğu zaman güçlünün elinde şekilleniyor.Hukuk, “herkese eşit mesafede” olmaktan uzaklaştıkça toplumun vicdanı da sarsılıyor.

Keyfi tutuklamalar, ifade özgürlüğüne yönelik davalar, yargının siyasi etkiler altında kalması… Tüm bunlar, Cumhuriyet’in “her yurttaş kanun önünde eşittir” vaadini zayıflatıyor. Bir ülkede adalet duygusu zedelenirse, en sağlam kurumlar bile ayakta kalamaz. Atatürk’ün “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz” sözü, bugün her zamankinden daha güncel.

29 Ekim bir bayramdan fazlası…

Cumhuriyet Bayramı’nı sadece kutlamak değil, anlamını yeniden hatırlamak zorundayız. Çünkü Cumhuriyet, bir defa kuruldu ama her gün yeniden yaşatılmak zorunda. Bu, sadece siyasilerin değil, her yurttaşın sorumluluğu.

Bugün Atatürk’ün “muasır medeniyet” hedefinden uzaklaşıyor gibi görünsek de hala aynı topraklarda, aynı değerlerin ışığında yeniden ayağa kalkabiliriz.Yeter ki eleştiriden korkmayalım, gerçeği söylemekten vazgeçmeyelim, hukukun ve özgürlüğün yanında dimdik duralım.

Cumhuriyet, sadece 29 Ekim sabahı gönderde dalgalanan bir bayrak değil; her adil kararın, her özgür fikrin, her eşit fırsatın ta kendisidir. 102 yıl sonra, belki yorgunuz ama hâlâ umutluyuz. Çünkü Atatürk bize sadece bir Cumhuriyet bırakmadı… Onu yeniden kurma cesareti de bıraktı.

Minnetle ve saygıyla…

Bu ülkenin bağımsızlığı, özgürlüğü ve Cumhuriyet’i için kanını, canını, ömrünü ortaya koyan herkese borçluyuz.
Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm silah arkadaşlarını, bu vatan için savaşan tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi minnetle, rahmetle ve saygıyla anıyoruz. Onların bıraktığı mirasın tek gerçek karşılığı, adil, özgür ve demokratik bir Türkiye’yi yaşatmak olacaktır.

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun. Ebediyete Kadar Sürsün.