Bu hafta bilim menümüzde uzayda mahsur kalan Starliner astronotları, besin zincirinin en tepesinde olmasına rağmen başka yırtıcının avı olan hamile köpek balığı, Elon Musk'ın şaibeli Mars planı ve Google'ın yeni davası var.

Herkese merhaba. Hepimiz için gündemi takip etmenin zor olduğu bir haftaydı diye tahmin ediyorum. O yüzden lafı dolandırmadan sizi bilimin güvenli kollarına çekeceğim.

Bu hafta lansman haftasıydı diyebiliriz. Apple iPhone 16’yı, Huawei katlanabilir telefonu MateX’i tanıttı. Sony PS5 Pro’yu duyurdu. Her üç teknolojinin ortak yanı da pahalı olmaları. Türkiye’deyiz zaten ne bekliyordun demeyin; iPhone hariç (o da artık herkesin alıştığı fiyattan başlattığı için) diğer iki teknolojinin fiyatları dünyanın diğer yerlerinde de fazla bulundu.

Tanıtımları bir kenara bırakalım. Bu hafta uzayda kovboy çağını ilk sivil uzay yürüyüşünü yapan astronotlarla açtık. Göz nakillerinde yeni bir çağa geçememiş olsak da geçen yıl yapılan tam göz nakli ameliyatı sayesinde buna bir adım daha yaklaştık. Sağlık demişken, pandeminin etkilerinden birini daha öğrendik: O dönem genç kızların beyinleri erkeklerden daha hızlı yaşlanmış. Şaşırdık mı?

Tarihe de uzandığımız bir hafta oldu. 50 bin yıl boyunca diğer soydaşlarından ayrı yaşayan bir Neandertal grubu bulundu. En ilginci de bu Neandertal grubunun istese diğerlerine karışabilecek kadar yakınlarında olmasıydı.

Haftanın favori yazısını da buraya bırakayım: Artık vicdan azabı çekmenize gerek yok. Dedikodu bazen faydalı da olabilir.

Kısa bir gündem hatırlatmasının ardından bugünkü yolculuğumuza başlayabiliriz!

Uzayda da mahsur kalsan vatandaşlık görevi önce gelir

Şu anda Uluslararası Uzay İstasyonu’nda bir rekora imza atılıyor: Toplamda 19 astronot yörüngede. (Bunlar kimler merak ediyorsanız buradan tek tek inceleyebilirsiniz.) Bunlardan 17’si planlı olsa da Butch Wilmore ve Suni Williams’ın uzay istasyonundaki uzun misafirliği (buna artık misafirlik denmez ya neyse) planda olmayan bir şeydi. Ancak Wilmore ve Williams mevcut durumdan hiç rahatsız değil gibi. Mesela Williams cuma günü uzay istasyonunda düzenlenen basın toplantısında “Burası benim kendimi mutlu hissettiğim bir yer. Uzayda olmayı seviyorum. Çok eğlenceli biliyor musunuz?” dedi.

Boeing’in Starliner uzay aracının onları geride bırakarak eve tek başına dönmesinden dolayı hayal kırıklığı yaşamıyorlardı. Starliner yörüngedeyken yaşadığı sorunlara rağmen mürettebatsız inişinde hiçbir sorunla karşılaşmadı, hatta başarılı bir iniş gerçekleştirdiği bile söylenebilir. NASA’nın Ticari Mürettebat Programı yöneticisi Steve Stich iniş sonrası düzenlenen basın toplantısında “Uzay aracında astronotlar olsaydı da uzay istasyonundan aynı ayrılma rotasını izleyecek, yörüngeye girerken aynı yanma olayından geçecektiler Dolayısıyla araçta mürettebat olsaydı da başarılı ve güvenli bir iniş gerçekleştirmiş olacaktık” dedi. Yani Starliner astronotları geri getirebilirdi… Fakat sonuçta ne NASA ne de Boeing astronotların canlarını tehlikeye atamazdı.

Şimdi Wilmore ve Willams’ın eve dönmesi gelecek yıla sarktı, ayrıca Starliner ile değil, SpaceX aracıyla dönecekler. Ama dediğimiz gibi iki astronot da halinden memnun, Starliner’ın sıkıntı çıkmadan iniş yapabilmiş olmasına da epey bir rahatlamışlar. Yine de bu dünyadaki hayatlarını özlemedikleri anlamına gelmiyor. Sonuçta her ikisi de ailelerini, arkadaşlarını geride bırakarak çıktılar bu yolculuğa. Mesela Williams, New England’da elma hasadını özleyeceğini söyledi. Wilmore de biri lise sona, diğeri de üniversite ikiye giden kızlarının bir yıllık eğitim öğretim hayatını kaçıracak. Neyse ki anneleri yanlarında.

AMA! Kaçırmayacakları bir şey var ki o da kasım ayındaki başkanlık seçimleri. Teksas eyaleti NASA astronotlarının uzayda oy kullanmalarına izin veriyor. Oy pusulalarının birkaç hafta içinde uzay istasyonuna ulaşması bekleniyor. Bu arada seçim demişken belki fark etmemişsinizdir ama yaklaşık iki üç haftadır çalışma arkadaşım Berrak Güngör ile seçim günlüğü yazıyoruz. Bugünkü yazıyı da ben yazdım, vaktiniz varsa oraya da beklerim.

ABD Seçim Günlüğü: Cumhuriyetçileri alarma geçiren kadın Laura Loomer

Musk’ın Mars hayalleri: Hedef 2026

Fotoğraf: SpaceX

SpaceX’in ABD’li milyarder Elon Musk’ın en büyük şansı olduğunu söylememize bilmem gerek var mı? Özel uzay sektöründe diğer tüm şirketlerin iki üç adım önünde olmayı başardı, ilk sivil uzay yürüyüşüne daha bu hafta SpaceX imza attı. Ancak bu hafta Musk’ın Mars planlarıyla ilgili açıklaması şirketin tüm başarılarına rağmen abartı, olabilirliği düşük bir plandan bahsetti:

Daha bir kere bile yörüngeye çıkıp da güvenli iniş yapamamış Starship roketinin sadece iki yıl içinde Mars’a düzenli olarak seferler yapmaya başlayacağını duyurdu. İki yıl süre vermesinin sebebi de Dünya ve Mars’ın birbirine mükemmelen hizalanacağı an olması. Ayrıca bu seferler mürettebatsız yapılacak çünkü Mars’a kazasız belasız inişin nasıl olacağını bilmiyoruz. Bu seferlerde herhangi bir sorun çıkmazsa ilk mürettebatlı uçuşlar da dört yıl sonra başlayacak.

Musk’ın bu iddialı açıklamasına şüpheyle yaklaşılmasının birkaç sebebi var. Şirketin haziran ayındaki son testinde uçuş sorunsuz başlasa da roket Hint Okyanusu’na yumuşak iniş yapmaya kalkıştığında kanatlarından birinde açılan delik sonucu suya çakıldı. Roketin ilk iki testinde büyük patlamaların yaşandığını hesaba katarsak son deneme kayda değer bir ilerlemeydi. Yine de SpaceX mühendisleri hâlâ Starship’i nasıl güvenli bir şekilde indirebileceklerini bulmaya çalışıyor. Musk temmuz ayı başında Starship’in bir sonraki test uçuşunun 3 Ağustos’ta olacağını söylemişti ama o uçuş henüz gerçekleşmedi.

Ben her şeyin bir sırası olduğunu düşünüyorum. Starship önce Artemis programının ikinci aşamasında mürettebatı Ay yörüngesine götürüp getirsin, ondan sonra Mars’a da geçeriz.

Bazen besin zincirinin zirvesindekiler de yenilir

Hepimize daha ilkokuldayken besin zinciri öğretilir: Zincirin tepesindekiler altındakileri yer. Zirvede süper avcılar yer alır. Onları hiçbir şeyin yememesi gerekir. Dikburun karkaryas da besin zincirinin zirvesindeki avcılardan biri. Ancak Frontiers in Marine Science dergisinde yayınlanan bir çalışma onun bile başka bir canlının yemeği haline gelebildiğini gösteriyor. Hikayeyi baştan saralım:

Araştırmacılar köpek balıklarının göçünü takip etmek için bir dikburun karyakası 2020’nin ekim ayında Atlas Okyanusu’nun kuzeybatısında izlemeye almıştı. Bu köpek balığı hamile bir dişi olduğu için bilim insanlarının hedefi dikburun karyakasların yavruları için seçtikleri yaşam alanlarını keşfetmeyi amaçlıyordu. Ancak köpek balığını serbest bıraktıktan 158 gün sonra onları sürpriz bir sonuç bekliyordu.

Vericilerin takıldığı hamile köpek balığının serbest bırakıldığı an. Video: Jon Dodd

Hamile dişiye iki ayrı verici takılmıştı. Bunlardan biri yüzeye her çıktığında sinyal veriyordu, diğeri ise zarar görene kadar sürekli veri kaydedecek şekilde tasarlanmıştı. Veriler köpek balığının yaklaşık beş ay boyunca epey tutarlı bir rutini takip ettiğini gösterdi. Gün boyu denizin iki bin ila 2600 fit altında dolaşan köpek balığı, geceleri de 330 ila 650 fit derinlikte yüzüyordu. Suyun sıcaklığı da altı ile 23 derece arasında değişiyordu.

Ama ikinci verici bozulmadan dört gün kadar önce bu düzen değişti. Köpek balığının bulunduğu su derinliği yaklaşık 500 ila iki bin fit arasında değişiyordu. Ancak kaydedilen sıcaklık 21 derecede sabitti. Zaten o anda bilim insanları bir şeyin ters gittiğini anlamıştı. Bu verinin tek açıklaması vericilerin artık bir avcının midesinde olduğuydu. Peki ya bir süper avcının yenmesi gerçekten mümkün müydü?

Dikburun karkaryasların ağırlıkları 226 kiloya kadar çıkabiliyordu, bu da onları hantal bir av yapabilirdi ama bu zamana kadar bu canlıların hiç başka canlılara av olduğu görülmemişti. Kimdi bu köpek balığını yiyen? Bilim insanları orkaları bu listeden çıkarmak zorunda kaldı çünkü dikburun karkaryasın bulunduğu sular orkalara uygun değildi. Orkalar sıcakkanlı deniz memelileridir. En olası adaylar olarak geriye büyük beyaz köpek balıkları ve kısa yüzgeçli makolar kalıyor. Tabii bir diğer olasılık da vericinin bir şekilde başka bir yırtıcının midesine girdiği ama hamile köpek balığının bu saldırıdan kaçmış olabileceği.

Neyi izliyoruz: Google’ın yeni davası

Fotoğraf: Shutterstock

Yakın zamanda rekabet yasalarına aykırı davrandığı gerekçesiyle suçlu bulunan Google şimdi ikinci kez mercek altında. Bu kez sebebi online reklam piyasasına hakim olması. Açılan dava şirketin Google Ad Manager olarak bilinen yazılımından kaynaklanıyor. Dünyanın dört bir yanındaki internet siteleri sitelerine reklam eklemek için bu yazılımı kullanıyor. Bu teknoloji, açtığınız bir sayfa her yenilediğinizde hangi reklamların görüneceğini belirlemek için anlık açık artırmalar düzenliyor.

Biden yönetimi, Google’ın bu reklam sisteminin kontrolünü kötüye kullanarak antitröst yasaları ihlal ettiğini düşünüyor. İşte bu yüzden Google bir yıl içinde ikinci kez mahkemeye çıkacak. Google’ın yeni davaya tepkisi şöyle: “Reklam maliyetlerinin düşmesi ve satılan reklam sayısının artması, piyasanın işlediğini gösteriyor. Adalet Bakanlığı’nın açtığı dava verimsizliğe ve fiyatların artmasına neden olabilir ki böyle bir şey hem Amerikan ekonomisinin hem de küçük işletmelerin şu anda isteyeceği son şey.”

İnternet kullanıcılarının ücretsiz içeriklere ulaşması aslında hem yayıncılar hem de reklamverenler için maliyetli bir iş. Sonuçta bu paranın bir şekilde çıkması gerekiyor. Bu da site sahiplerinin sitelerindeki belirli alanları satması gerekiyor. Hükümetin talebi Google’ın reklam teknolojisi işini bozması. Buna şirketin 2008 yılında 3,1 milyar dolara satın aldığı DoubleClick gibi reklam yazılımlarının elden çıkarılması da dahil.

Yarın başlayacak dava da yine Google aleyhine sonuçlanırsa şirketin reklam işleyişinde değişikliğe gitmesine neden olabilir. Şirketin davada reklamverenlerin ve sitelerin kendi sistemini kullanmasının işe yarar olmasından kaynaklandığı şeklinde savunması bekleniyor.

Dava önümüzdeki birkaç hafta boyunca sürecek. Öncekini olduğu gibi bunu da yakından takip edeceğiz.

👁️Gözümüzden kaçmadı

👉Bir asteroidin dört milyar yıl önce Jüpiter’in uydusu Ganymede’e çarparak ekseninin kaymasına neden olmuş olabilir. Bu olayı daha da ilginç kılan şey ise söz konusu asteroidin dinozorları yok eden asteroitten 20 kat daha büyük olması. Scientific Reports’ta yayınlanan çalışmaya vesile olan şey, Ganymede’in uydusundaki derin izlerin nasıl oluştuğunun merak edilmesiydi. Araştırmacılar dört milyar yıl önceki çarpışmadan önceden haberdardı zaten. Ancak bu çarpışmanın uydu üstündeki etkisinin ne kadar büyük olduğunu bilmiyorlardı. Araştırmacıların vardığı sonuca göre asteroit muhtemelen 299 km genişliğindeydi. Yani Ganymede’nin çeyreği kadar bir şeydi ve uyduda 1400 ila neredeyse 1600 km çapında krater oluşturmuştu.

Ganymede’nin eksenini değiştiren çarpışmayı gösteren grafik. Fotoğraf: Naoyuki Hirata

👉Yaz deyince aklımıza genelde güneş, kum, deniz gibi tatili çağrıştıran şeyler gelir. Oysa sivrisinekler de tam bu zamanlar başımıza bela olur. Gerçi bazılarımız şanslı, sivrisinekler onlara yaklaşmaz. Peki ya bu sivrisinekler konaklarını nasıl belirliyor? Erkek sivrisinekler genelde zararsız olsa da dişi sivrisineklerin yumurta gelişimi için kana ihtiyacı vardır. California Üniversitesi’nden araştırmacıların Nature’da yayınlanan çalışmasına göre bu seçim öyle rastgele değil, birkaç kriter dikkate alınarak yapılıyor. Bunlardan biri de vücut ısısı. Derinin sıcaklığından gelen kızılötesi radyasyon, karbondioksit ve kokuyla birleşince sivrisinekler aradıkları konağı bulmuş oluyor.

Fotoğraf: Nature

👉Karşımızdaki kişiyi üzmemek ya da tamamen kendi çıkarlarımız için öyle ya da böyle rolleniriz. Cognitive Development dergisinde yayınlanan çalışma, rol yapma özelliğini çok küçük yaşlarda öğrendiğimizi öne sürüyor. İngiltere, ABD ve Avustralya’daki dört yaşa kadar çocuğu olan 902 ebeveynle yapılan anket sonucunda çocukların bir kısmının dört aylıkken rol yapmaya başladığı, yarısının da 12 aylıkken rol yapabildiği tespit edildi. Çocuklar rol yapmaya önce bedenleriyle (uyuyormuş gibi yapmak) başlıyor, ilerleyen zamanlarda buna jest ve mimikler de (parmakla diş fırçalıyormuş gibi yapmak) ve daha sonra objeler de (bir muzu telefon gibi kullanmak) ekleniyor.

📚Yeni çıkanlar

Tarımın ve şehirlerin gelişiminden devletin, demokrasinin ve eşitsizliğin kökenlerine kadar sosyal evrim hakkındaki en temel varsayımlarımıza meydan okuyan ve insani özgürleşme için yeni olasılıklar ortaya koyan, insanlık tarihine dair yepyeni bir yaklaşım…

Nesiller boyu uzak atalarımız ya özgür masumlar ya da haydut savaşçılar olarak ilkel açıdan nitelendirildi. Bize uygarlığın ancak başlangıçtaki bu özgürlüklerimizden vazgeçerek ya da temel içgüdülerimizi kontrol altına alarak elde edilebileceği söylendi. David Graeber ve David Wengrow, bu tür teorilerin ilk olarak 18. yüzyılda, yerli gözlemciler ve entelektüeller tarafından Avrupa toplumuna yöneltilen eleştirilere karşı muhafazakâr tepkilerin nasıl ortaya çıktığını gösteriyor. Bu tartışmanın yeniden ele alınması tarımın, mülkiyetin, kentlerin, demokrasinin, köleliğin ve uygarlığın kökenleri de dahil olmak üzere, bugün insanlık tarihini nasıl anlamlandırdığımız konusunda çarpıcı sonuçlar doğurmaktadır.

Eğer insanlar evrimsel geçmişlerini küçük avcı-toplayıcı gruplar hâlinde geçirmedilerse bunca zaman ne yapıyorlardı? Tarım ve şehirleşme hiyerarşi ve tahakkümün pençesine düşmek anlamına gelmiyorsa ne tür sosyal ve ekonomik örgütlenmelere yol açtı?

Arkeoloji ve antropolojide çığır açan araştırmalara başvuran yazarlar, kavram zincirlerimizi bir kenara bırakıp gerçekten olan biteni algılamayı öğrendiğimizde tarihin nasıl çok daha ilginç bir hâl aldığını göstererek insanlık tarihinin seyrinin sanıldığından daha belirsiz, daha eğlenceli ve umut dolu olasılıklarla dolu olabileceğini ortaya koyuyor.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

Ortadoğu toprakları tarihin şafağından bugüne göçebe halklara yurt olmuştur. Sümerlerden kalan yazıtlarda, semavi dinlerin kutsal kitaplarında, antik tarih metinlerinin hepsinde çiftçiler ile çobanlar arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiştir. Genellikle çatışmalar etrafında şekillenen bu etkileşim o denli doğaldır ki İbn Haldun’da en teorik ifadesini bulacak şekilde toplumun temel dinamiklerinden biri olarak kabul edilmiştir.

Timurlenk kitabıyla geniş bir okur kitlesine ulaşan Beatrice Forbes Manz, Ortadoğu bölgesini tarihin başlangıcından modern döneme kadarki binyılları konargöçerlik çerçevesinden ele alıyor.

Göçebelerin bölgenin siyaseti, kültürü ve ideolojisi üzerindeki etkisine dair canlı bir perspektif sunan Manz, İbn Haldun tarafından geliştirilen popüler döngüsel göçebe-yerleşik etkileşimi modeli de dahil olmak üzere, göçebelere dair mevcut algıları ele alıyor ve bunlara sorgulayıcı bir şekilde yaklaşıyor. Hem Arap Bedevilerini hem de Avrasya bozkırlarından kopup gelen göçebeleri inceleyen yazar Bedevilerin, Türklerin ve Moğolların Ortadoğu’daki kültürel üretime ve siyasi ideolojiye katkılarının önemini gözler önüne sermenin yanı sıra pastoral göçebelerin tarih boyunca savaş, ticaret ve devlet inşasında oynadıkları hayati rolü ortaya koyuyor.

👉Kitabı buradan temin edebilirsiniz.

🤭Sanalda güldürenler

10’ca bilim arasından: Starliner projesinde umutlar tükenmedi, milyarlarca yıl hiç saniye kaçırmadan çalışabilecek nükleer saat yolda