Genel teamül şudur: Galatasaray rakibine sağlı sollu girişir. Tekme tokat bir presle yıldırır. Bunu oyunun dışına çıkmadan harika uygular. Sonra da kalitesini konuşturur ve golleri sıralar. Bu sefer öyle olmadı.
Saha dışından pek çok neden sayılabilir. Kopenhag sonrası, derbi arifesi psikoloji asla mutedil değildir. Ama oyuna dair de sıkıntılar vardı. Bir kere istediği tempoya bir türlü çıkamadı ev sahibi. Bunda rakibin üçüncü bölgedeki akıllı oyunu ve top yapma becerisi de etkili oldu. Ama yalnız bu değil, top kendilerinde olduğunda da debisi düşüktü takımın. İkincisi, Karagümrük önde iyi çoğaldı ve pas trafiğini akıllıca kullandı. Özellikle rakip defansta Davinson Sanchez’in yokluğunun getirdiği ürkekliği iyi kullandılar. Böylece defans bloğu biraz fazla geri çekildi, mesafe uzadı ve oyunun kontrol alanı büyüdü. Bu sayede/yüzden gole kadar bir TRT klişesi gibi aktı maç: “Karşılıklı ataklarla geçilen ilk 30 dakika…” Bu bakımdan gol ilaç gibi geldi ev sahibine.
Devre bittiğinde maçın skorunun hak ettiğinden daha yoğun bir duygu durumu vardı iki tarafta da. Galatasaray 1-0’ın hak ettiğinden daha çok seviniyordu. Karagümrük ise 0-1 geriye düşmüş olmanın üzüntüsünden fazlasını yaşıyordu. Oysa 76’da Can Keleş’in mutlak gol pozisyonuna dek kaleyi bulan tek şutları yoktu. Hatta maçın üçte ikisi geride kalırken kaleyi bulan-bulmayan tek şutları vardı. Yine de golün kıyısında gibi göründüler hep. Diğer bir deyimle bol bol pozisyonun pozisyonuna girdiler.
Oyunun geneli bu makamda aktı. Karagümrük ‘atabiliriz’ kıvamındaydı, Cim Bom ‘beyler aman dikkat.’ Ligin kompakt takımlarından biri olarak uzun süre iyi top yaptı konuk ekip. Fakat çok verimsizdiler. Galatasaray karşılama modunda ve ‘relakstı’. Gol yiyeceğini neredeyse hiç düşünmedi bile. Veya belki de rakip düşündürtemedi. (Son dakikalar hariç tabii.)
Ziyech oyunda olduğu bölümde biraz mahir, Kerem biraz şanslı olsa maçta atılacak olan ikinci golü de Sarı-Kırmızılılar bulacaktı. Laf Ziyech’e gelmişken. Hücum kalitesine diyecek tek söz yok. Lakin takımın önde pres dizgisini bozan da o. Mertens’in de ağır kalmasıyla Sarı-Kırmızılıların ‘baskın basanındır’ şiarı hep eksik kaldı. Bu da hem Torreira’yı fazla yordu, hem de Icardi’yi ileride çok yalnız bıraktı.
Neticede, Galatasaray için önemli maçtı. Rakip de zorluydu, içinde bulundukları psikoloji de. Şampiyonlar Ligi mutsuz bitmiş, ‘dananın kuyruğuna’ günler kalmış, Kayseri’de Fenerbahçe puan kaybediyor mu derken kazanmış… O yüzden ‘geçiş’ maçıydı bu. Nasıl kazanıldığının anlamı yoktu. Kazasız belasız atlatılması, ‘oldu da bitti’ kıvamında geçmesi önemliydi, o kadar! Artık önlerindeki maça bakıyorlar. Tabii biz de!
İlle de bir şey söylenecekse; keşke biraz sirkülasyon deneseydi Okan Buruk. Bu maçı geleneksel ilk 11’dekilerden daha fazla önemseyecek pek çok oyuncu vardı kulübede. Bakambu ve Ndombele baştan oynasalar daha verimli olurlardı sanki. Ama vardır bir bildiği Buruk’un.
Onu da hafta sonu anlayacağız.