“Eşim dediği sevgilisinin annesi ile kayboldu iddiası” şeklindeki altyazıya önce anlam veremeden bakıyorum. “İki burma bilezik, 11 bin TL ile kaçtılar” diye devam ediyor ekrandaki altyazı.
Ne olduğunu anlamak için izlemeye başlıyorum. ‘Müge Anlı ile Tatlı Sert’ evrenine ilk çekilişim bu değil kuşkusuz, ama bu kez olay farklı.
Benim de sık sık yazıp çizdiğim konulara yekten dalmışlar. Hatta tatlısı gitmiş, biraz sert dalmışlar.
Müge Anlı ekranda eski ve yeni, yani filtreli ve filtresiz hali görünen bir kadını işaret ederek heyecanla anlatıyor: “Devletlerin bence en büyük problemi şu anda bu. (…) Biri çıkmış dünyada, bir kadın tipi belirlemiş, o filtreyi yapmış, herkes bakın, Instagram’da herkes bu tipte. Bir kere zaten bu nitelikli dolandırıcılık yani bunu yapıp yayınlayanlar için söylüyorum. Bu nitelikli bir dolandırıcılık (…) bana ne kanıp giden varsa görsün gerçeğiyle karşılaşsın, 150 kilo kendini yapıyor 50 kilo, gözü siyah, yapıyor hepsinin gözleri bir gri zaten bunların, böyle tilki gibi bir şey yapmışlar…”
Müge Anlı’nın tespitleri neden önemli?
19 Mart 2023 tarihli programda Müge Anlı işte böyle dobra dobra filtreli güzelliğe olan tepkisini anlatırken stüdyoda bir genç kız ve babası konuk.
Kendini sosyal medya filtreleriyle bambaşka bir kılığa soktuğu iddia edilen bir annenin öz kızının sevgilisiyle birlikte kaçıp kaçmadığı tartışılıyor.
Konumuz bu aşk dörtgeni olmadığı için daha fazla detaya girmeyeceğim. Ancak Müge Anlı’nın sosyal medyanın dayattığı güzellik kalıp ve filtreleriyle ilgili tespitleri üslûbundan bağımsız olarak önemli.
Küresel bir sorunun Niğde-Adana hattında iki burma bilezik ve bir miktar paraya indirgenmiş hali bu. Kızının sevgilisiyle kaçıp TikTok çeken kadın ve Galler Prensesi Kate Middleton aslında aynı sahte gerçekliğin bir parçası.
Prenses ile Niğdeli TikTok’çular
Prenses Kate Middleton olayını duymuşsunuzdur. 16 Ocak’ta ameliyat olduğunun duyurulması, İngiltere’de mart ayında kutlanan anneler gününde bir aile fotoğrafı paylaşması, üzerinde oynandığı anlaşılan fotoğrafın dört uluslararası ajans tarafından geri çekilmesi, özür dilenmesi ve komplo teorileri.
Farklı nedenlerle olsa da Niğdeli TikTokçular ile Kraliyet Ailesi, benzer teknolojileri kullanıyor. Hepsinin ardında yapay zekâ kullanan uygulamalar var.
Teknolojiye ulaşım öyle demokratikleşti ki Kate ile Hatice aynı filtreyle değişebilir. İngiltere Kraliyet Ailesi gibi dünyanın gözleri üzerinde olan bir kurum böyle acemice yapılan bir çalışmanın anlaşılmayacağını nasıl hesap edemedi bilinmez.
Müge Anlı programındaki karakterlerin motivasyonu ise farklı. Ya kayıplar ya da bir kaybın peşinde. Her iki durumda da aradıkları şey içlerinde oldukları gerçekliğin ötesi. Bir televizyon programından yardım isteyip görünür olmayı arzulamak da bu arayışa dahil.
Geleneksel medya ile gelenekselleşen yeni medya burada kol kola giriyor. Bu tip programlar bazen Nuri Bilge Ceylan filmi gibi izleniyor, bazen de alternatif polisiye bir film gibi.
Orada başka bir Türkiye, başka bir gerçeklik olduğunu sanıyoruz ama benzer filtreler hepimizin hayatında var. “Hani biz marjinaldik” diye soran Cem Yılmaz misali, pek şaşırmaya gerek yok belki. Neyin gerçek neyin sahte olduğunun belirsizleştiği bir çizgideyiz işte hepimiz.
Gökhan Zan olayı ve ses klonlama
Müge Anlı’dan aldığımız pası Kate Middleton’a vermiştik, şimdi ceza sahasına ortalayıp Gökhan Zan’ın kafasıyla buluşturalım.
CHP’nin Lütfü Savaş isminde ısrar etmesi üzerine dönen tartışmaların ardından Türkiye İşçi Partisi’nin Hatay Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak gösterdiği Gökhan Zan bir bedel karşılığında çekilip çekilmeme pazarlığı yaptığı iddia edilen bir ses kaydıyla birlikte tartışmalı bir pozisyonda kaldı.
TİP bir açıklamayla adayını geri çekerken Gökhan Zan çekilmemekte ısrarcı. Ses kaydının montaj olduğunu ve kendisine komplo düzenlendiğini söylüyor.
İnsanın içinden “aday olduğu partiyi dahi ikna edemediğine göre bir şey var demek ki” demek geçiyor ama yargısız infaz da olabilir.
Ses klonlama programlarıyla bunun teknik olarak mümkün olduğunu biliyoruz çünkü. Sonuçta seçime 11 gün kala bu konudaki gerçeklik de kayıp durumda. Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır diye beylik laflar da edebiliriz ama sorun şu ki gerçek anlaşılana kadar seçimler yapılıp bitebilir.
Dünyada seçim yılı 2024
Dünyanın her yerinde çok önemli seçimlerin yapıldığı ve yapılacağı 2024 yılının asıl başlığı da bu teknolojik manipülasyonlar işte. 2024 bittiğinde elimizde bu başlıkla ilgili çok cevap olacak.
Hep sorduğumuz gibi, asıl tehlikeli olan insanların sahte videolara inanması ihtimali mi yoksa hiçbir şeye inanmaz hale gelmesi mi?
Yanıt ne olursa olsun, bu durum dünyanın her yerinde popülist liderleri, aşırılıkçı uçları besleyen en büyük tehlike. Çünkü gerçek bu kadar bulanıklaştığında herkes inanmak istediği gerçekliği kendi filtre balonunda yaşamaya başlıyor. Bu da gidişattan memnun olmayan kalabalıkların manipüle edilmesini daha da kolaylaştırıyor.
TikTok’ta, Instagram’da yüzüne ve bedenine uyguladığı filtrenin peşinden gidip zayıflama ilaçları ve ameliyatlarla o gerçekliğe dönüşmeye çalışan insanlar pekâlâ toplumsal hayatta da kendi alternatif gerçeğini yaratmanın peşinde. Bu durumda rasyonalite yok oluyor.
Böyle bir ortamda demokrasiler nasıl ayakta kalır, o ayakta kalan şeye demokrasi denir mi? Sorular bunlar.
Neye ihtiyacımız var?
Eski Google CEO’su Eric Schmidt 2023’ün son günlerinde MIT Technology Review’da bu küresel soruna dikkat çeken bir makale yazmış ve altı maddelik bir mücadele planı önermişti. İnsan kullanıcıları doğrulamak, VPN tanımlamalarını iyileştirmek, Deepfake’leri özel filigranla tanımlamak, reklam verenleri filtrelemek, insan moderasyonunu artırmak ve araştırmaya yatırım yapmak bu altı maddelik planın başlıklarıydı.
İyi niyetli bir yaklaşım ama tam da Müge Anlı’nın girdiği yerden konuya girecek olursak, malzememiz insan olduğu sürece bu rasyonel çözümler yetersiz. Çünkü kayıp olan hakikat ama insanlar da hakikatten kaçıyor. Yeni bir şey de değil bu. Sadece teknolojiyle yeni bir boyut kazandı. Niğde, Kensington, Hatay, Washington fark etmez. Hakikat sonrasının da ötesine geçtiğimiz bu çağda başka bir şeye ihtiyacımız var. Bununla devletlerin tek başına ve ayrı ayrı mücadele etmesi de zor. Bu sorunla mücadele için çok uluslu ve koordine çalışan, konuyu nükleer silahlar hassasiyetinde ele alacak yepyeni kurumlara ve mutabakata ihtiyaç var.
Müge Anlı’ca söylemek gerekirse; “Yani biz niye hep söyle gri gözlü, şuraları bol yanaklı, dudakları böyle böyle olan, sivri çeneli insanlar gibi olmaya çalışıyoruz ki! Biz insanız. Bu çok büyük bir sıkıntı. Bak Müge dediydi dersiniz.”