Bankacılığın zirvesinden Akbank’a iki önemli ödül
ABD’de Silicon Valley Bank’ın (SVB) batmasının ardından küresel bankacılık hisselerindeki düşüş sürerken, Türkiye’de birçok kişide bizde de benzer bir durumun yaşanıp yaşanmayacağına, bankaların batması durumunda mevduat sahiplerinin paralarının tamamına garanti gelip gelmeyeceğine dair sorular oluştu.
Zira Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), TL varlıkların kullanımını artırmak ve para politikasının etkinliğini artırmak için Haziran 2022’de aldığı kararla bankalara TL cinsi, uzun vadeli ve sabit faizli menkul kıymet tutma zorunluğu getirmişti. TCMB’nin bu makroihtiyati önlemleri bankacılık sektöründe TL cinsi menkul kıymet stokunda önemli artışa yol açtı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, bu yılbaşı itibarıyla sektörün TL tahvil stoku son bir yılda yüzde 84,6, devlet tahvil stokları ise yüzde 250,5 arttı. TCMB verilerine göre, şu anda piyasa değeri itibarıyla toplam 3.411 milyar TL’lik tahvil portföyünün 2.639 milyar TL’si yani yüzde 77,5’i bankaların elinde bulunuyor. Bunların yazılı değeri ise 1.489 milyar TL. Aradaki fark bankaların zoraki alımlarıyla faizlerin düşmesinden, faize ters yönde hareket eden tahvil fiyatlarının yükselmesinden kaynaklanıyor. Bu farkın kapanması ise bankalarda bir o kadar zarar oluşacağı anlamına geliyor. Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre tüketici enflasyonu yüzde 55,2, üretici enflasyonu yüzde 77,6. Buna karşın en son 2 yıllık Hazine tahvil faizi yüzde 10,53’tü. 5 yıllıklarda bu oran yüzde 8,75, 10 yıllıklarda yüzde 11,58’e ulaşıyor. Eğer faizler makro göstergelere uygun olarak normal düzeylere yükselirse, bankaların büyük zararlar yazacağı öngörülüyor.
ABD’deki gelişmeler üzerine ekonomistler de Türkiye’de de benzer gelişmeler olup olmayacağına dair açıklamalarda bulundular. Eski TCMB Başekonomisti, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda SVB vakasından sonra kendisine Türkiye’de bankaların tahvil tutma zorunluluğuna dair çok soru geldiğini belirterek, şunları söyledi:
“Özel bankalar vade riskini büyük ölçüde yönetiyor ama risk kaybolmaz bir yerden başka yere kayar. Bizde faiz riski büyük ölçüde reel sektöre kayıyor. KOBİ kredileri ve kredi kartlarına dikkat!
Bizdeki sorun bankaların uzun vadeli kamu tahvili tutması değil, bastırılmış faizle tutması. Kamu kesimi bu şekilde orantısız bir faiz riski oluşturup, bu riski özel sektöre bindiriyor. Risk önce bankalara geçiyor, bankalar da kısmen şirketlere ve hanehalkına aktarıyor.”
Eski Hazine Müsteşarı ve iktisatçı Mahfi Eğilmez de kişisel bloğundaki yazısında Amerikan bankacılık sisteminde yaşanan sorunların Türkiye’ye olası etkilerini ele aldı. Eğilmez, yazısında şu ifadelere yer verdi:
“Türkiye açısından bankaların çok düşük faizlerle Hazine kâğıtları almaya zorlanmış olmaları ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor. İleride faizler yükselmeye başladığında bu kağıtların değeri hızla düşerse bu kâğıtları ellerinde tutan bankalar SVB gibi sıkıntılarla karşılaşabilir. ABD’de Hazine kağıdı faizlerinin enflasyona göre düşüklüğünün yol açtığı negatif reel faiz 4-5 puan olmasına karşılık bizde bunun 40-50 puan olması son derecede ciddi bir sorun oluşturuyor. Piyasa sisteminde faizi yanlış belirlerseniz her şey yanlış gider. Bu durum başlarda anlaşılamaz, hatta her şey iyiye gidiyormuş gibi görünür ama bir süre sonra her şey tersine gitmeye başlar.”
Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenol Babuşcu ise ABD’de mevduatlara getirilen yüzde 100 güvence nedeniyle krizin çok uzun sürmeyeceğini belirterek, Türkiye’de getirilen tahvil tutma zorunluluğunun bankalarda zarara neden olsa da batırmayacağını ve herhangi bir krize neden olmayacağını söyledi. Babuşcu, “Şu anda bankaların elinde yüzde 8-10 faizli 10 yıl vadeli tahviller var. Ancak faiz yüzde 30’a çıksa bile bankalarda batıracak kadar olumsuz etkiye sahip olmaz. Bankalar zarar yazar ama etkisi ABD’deki gibi olmaz” dedi.