29-05-2023
İsmet Berkan

‘Look at the tabela’ veya ‘Risultato importante’

‘Look at the tabela’ veya ‘Risultato importante’

Seçimin ikinci tura kaldığı 14 Mayıs gecesi muhalefet cephesini derin bir ümitsizlik kaplamışken, bu cepheye yeniden moral aşılamaya çalışan slogan, Fatih Terim’in eski sözleri arasından bulundu: ‘Biz bitti demedikçe bitmez…’

Şimdi, seçimin ikinci turu da bitti; daha sonuçlar yeni belli olmuşken bir dostumla WhatsApp üzerinden yazışırken o bana 2018 seçim sonuçlarını gösteren bir kupür gönderdi, ‘5 yıl sonra aynı sonuç’ diye yazdı.

Ardından aramızda şöyle bir yazışma geçti:

Ben: Ama nüfus arttı, şu an 26 milyon 915 bin oyu

O: E büyüyen pazardan aynı payı almış

O: Kategori büyümüş marka da payını korumuş sağlıklı bir şey

Ben: Bir bakıma öyle evet

O: Bir bakıma değil öyle

O: Bazen keçi inatlı oluyosun

Ben: Abi 5 rakipli pazarla tek rakipliyi kıyaslıyorsun, pazar büyümüş, pazar payını korumuş ama satışları yükselmemiş

O: Look at the tabela!

Bu cevabı hak etmiştim. Gelin tabelaya yakından bakalım. 2018’de Tayyip Erdoğan 26 milyon 325 bin 188 oy almış. Muharrem İnce’den Doğu Perinçek’e kadar bütün rakiplerinin oy toplamı ise 23 milyon 734 bin 61 olmuş. O seçimde Türkiye’de ve yurt dışında toplam 59 milyon 367 bin 469 kayıtlı seçmen varmış; bunların 51 milyon 197 bin 959’u oy vermiş.

Pazar günü yapılan ikinci turda ise 64 milyon 197 bin 419 kayıtlı seçmen vardı; bunların 53 milyon 841 bin 229’u oy kullandı. Tayyip Erdoğan 27 milyon 725 bin 131 oy aldı; Kemal Kılıçdaroğlu ise 25 milyon 432 bin 951.

Oransal olarak baktığımızda Tayyip Erdoğan 2018’de yüzde 52,59 oy almıştı; pazar günü de yüzde 52,16 oy aldı. ‘Pazar payı’ndaki azalma ihmal edilebilir seviyede.

O bakımdan dostum son derece haklıydı; mazeret üretmek yerine Fatih Terim pragmatizmiyle hareket etmeli ve tabelaya bakmalıydım.

Seçimin fevkalade eşitsiz bir ortamda yapıldığını defalarca yazdım, bir daha tekrar etmeyeceğim ama bu ortamın böyle olacağını hepimiz yıllar öncesinden beri biliyoruz. Bu seçimde cami imamlarından TSK’nın silahlarına kadar her şey Tayyip Erdoğan lehine propagandaya girdi. Açıkçası, kimse de şaşırmadı, çünkü bilinen ve beklenen bir şeydi.

Bunları bugün bizzat Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından bile işitiyoruz, dün gece ‘muhalif’ TV yorumcuları neredeyse sadece bunları söylediler, bugün bir kısım köşe yazarı da bunları yazmış. Bu kadar çok insanın Kemal Kılıçdaroğlu’na yenilgi için mazeret üretmek için gönüllü olması bir sürpriz değil, beni şaşırtmıyor da ama yine de bir kenara not düşmek gerek.

Pazar gecesi alınan sonuçların muhalefet ve muhalefete gönül vermiş milyonlarca insan açısından duygusal bir travma yarattığına kuşku yok. Elbette bir yas tutma süreci olacak, elbette duygusal travmanın dayattığı gerçekle birlikte yaşamanın bir yolu bulunacak.

Ancak, travmaya yol açan gerçeklik uzunca bir süre geçerli kalacağı için, o gerçeği kabullenme aşamasına ne kadar hızlı geçilirse o kadar iyi olacağına da kuşku yok.

Unutmayın, bu seçimin yegane gerçeği Tayyip Erdoğan’ın bütün iktidar imkanlarıyla olağanüstü güçlü bir propaganda makinesini kontrol edip eşitsiz bir yarış yürütmesi değildi.

Bir de enflasyon diye, ekonomik kriz beklentisi diye, deprem diye, adaletsizlik diye, demokrasi ve özgürlük açığı diye, toplumda neredeyse elle tutulur halde olan değişim isteği diye, ‘Aday Kemal Kılıçdaroğlu olmasın, Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu’ndan biri olsun’ diye, Türkiye’nin yörüngesini Batıdan Doğuya çevirmesi diye, mülteci sorunu diye, devletin mafyalaşması diye, yaygın yolsuzluklar diye gerçekler de vardı. 

Onlar gerçek değildi de sadece Tayyip Erdoğan’ın propaganda için yalan söylemek dahil her şeyi yapması mı bir tek gerçekti?

Yeniden Fatih Terim’e dönecek olursak, onun da söylediği gibi ‘Risultato importante.’ Yani sonuç önemli.

Tayyip Erdoğan neden bu kadar sert?

Tayyip Erdoğan neden bu kadar sert?

Tayyip Erdoğan seçimin ardından ilk zafer konuşmasını yaptığında daha hava kararmamıştı bile.

İstanbul’da, evinin olduğu Kısıklı’da meydanda toplananlara yaptığı konuşma, bir seçim sonrası zafer konuşmasından çok iki hafta sonra yapılacak başka bir seçime ilişkin propaganda konuşması gibiydi.

Muhalefete çok sert ve seçim dönemi boyunca yüzlerce kez işittiğimiz sözlerle yüklenmeye devam etti, neşeli ve muzafferdi ama konuşmasında seçimi kazanıp rahatlamış bir siyasetçiden eser yoktu. Zaten kazandığı mücadeleyi bir daha kazanmak ister gibiydi.

Ardından Ankara’da, Beştepe’deki Külliye’nin bahçesinde toplanan olağanüstü kalabalığa seslendi. O konuşması da öyleydi. Konuşmanın içine usulen yerleştirildiği anlaşılan ‘kucaklayıcı’ bazı cümleleri saymayacak olursak, bu ‘balkon konuşması’ Erdoğan’ın seçim öncesi mitinglerinden hiç de farklı değildi.

Oysa hep bildiğimiz şudur: Seçim bittiğinde onu bir ‘yumuşama’ periyodu izler. Geçmişte Erdoğan bu balkon konuşmalarında ‘sıkılı yumrukları açmak’tan, ‘Türkiye koalisyonu kurmak’tan söz ederdi; bugün ülkenin yüzde 48 oy almış muhalefet liderini terörle, LBGT ile, Batılı emperyalistlere ülkeyi satmakla yan yana koyuyor, itham etmeye devam ediyor.

Peki neden böyle yapıyor? Neden yumuşamıyor?

Bir şeyi gözardı etmemek lazım: Sadece 10 ay sonra Türkiye’de bir büyük ve çok önemli seçim daha yapılacak. Yerel seçim.

Erdoğan daha seçim gecesi o seçimin kampanyasını başlattı bile. Bunu da açıkça söyledi.

Ve belli ki Erdoğan o seçimde karşısında CHP Genel Başkanı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu görmeye devam etmek istiyor.

Nitekim CHP’nin içine ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik sözlerinin tamamı, bir çeşit ters psikoloji taktiğinin temel unsurlarını taşıyordu: Erdoğan CHP’yi ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirdikçe bu partinin de sıkılı bir yumruk gibi liderine sahip çıkacağını düşünüyordu.

Yarın CHP içinde Kılıçdaroğlu’na bir rakip çıkacak olsa, Erdoğan belki o rakibi de açık açık destekleyerek yine dolaylı yoldan Kılıçdaroğlu’na destek vermiş bile olacaktı. Özel olarak CHP’yi ve genel olarak muhalefeti kolayca manipüle edilebilir bulduğu çok belliydi.

Erdoğan’ın seçim gecesi sertliğinin bir başka bölümü, bundan sonra iktidarını da nasıl kullanacağına ilişkin ipuçlarıyla doluydu.

Erdoğan, daha ilk günden bu 5 yılın kendi son dönemi olduğunu hiç düşünmeden, sanki yola yeni çıkan taze bir Cumhurbaşkanı gibi kullanacağını belli etti.

Mevcut parlamento dağılımında Erdoğan’ın Anayasada iki dönem olarak sınırlanan görev süresini uzattıracak bir Anayasa değişikliğine gitme şansı pek gözükmüyor ama sanki o 2028’den sonra da iktidarını devam ettirmek ister bir havada, o yüzden muhalefeti iyice düşmanlaştırmaya, iyice kriminalize etmeye çalışıyor, daha doğrusu buna devam ediyor.

Zor ve yorucu bir seçimden çıktık ama galiba daha da zor ve yorucu bir başka döneme de girdik.

Altılı Masa dağılır mı, yoksa birbirine iyice mi sarılır?

Altılı Masa dağılır mı, yoksa birbirine iyice mi sarılır?

Biliyorsunuz, Kemal Kılıçdaroğlu seçim gecesi yaptığı konuşmada sıraladığı mazeretlerle ne yenilgiyi kabul etti ne de görevinden istifa etti. Hatta tam tersine ‘Ben buradayım ve mücadeleye devam edeceğim’ dedi.

Herkes Kemal Kılıçdaroğlu’nu bekliyormuş, Millet İttifakı’nı oluşturan liderlerin tamamı ardı ardına ‘Biz buradayız, mücadeleye devam ediyoruz’ diye açıklamalar yaptı. Sadece Meral Akşener’in açıklaması biraz ayrıksıydı, Millet İttifakı’nın devam edip etmediğine ilişkin soruya ‘Henüz bilmiyorum’ cevabını verdi.

Akşam Altılı Masa liderleri CHP Genel Merkezinde buluştu, görece kısa, 1 saat 20 dakikalık bir toplantı yaptı ama sonunda açıklama olmadan dağıldı. ‘Buradayız ve mücadeleye devam ediyoruz’ tarzı bir açıklama olmadı yani.

Peki içeride ne oldu? Henüz fazla bir bilgi sızmadı ama belli ki derinlikli bir görüşme de yapılmadı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Biz bir arada duruyoruz’ fotoğrafı vermesi gerekiyordu, sadece o fotoğraf verilebildi.

Burada Altılı Masa’dan kalkma ihtimali olan, daha doğrusu masadaki pozisyonunu sürdürmek için yeniden bir pazarlık yapması gereken tek bir lider ve parti var: Meral Akşener ile İyi Parti.

Diğer liderler ise hala Kemal Kılıçdaroğlu’nun kanatları altında durmaya ihtiyaçları olduğunu düşünüyor olmalılar, masadan kalkacaklarını sanmıyorum.

CHP mahallesi fena karışacak, ama karışmazsa daha fena

CHP mahallesi fena karışacak, ama karışmazsa daha fena

Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 48 oy mu daha önemli, CHP’nin 14 Mayıs’ta aldığı yüzde 25,47’lik oy mu? Yani CHP’liler kendi aralarında tartıştıklarında hangi oranı konuşacaklar?

Benzer bir durum Tayyip Erdoğan için de geçerli. Kendi oyu yüzde 52 ama partisi seçimde yüzde 35,78 aldı. Fakat tabii Erdoğan seçimi kazandığı için onun açısından partisine hesap sormak, ‘Niye başarılı olamadık’ diye raporlar hazırlatmak kolay.

Oysa CHP lideri için bunun tersi bir durum söz konusu. Partisine ‘Neden başarılı olamadık’ diye sorduğunda kendi başarısızlığı da gündeme gelecek. O zaman da ‘Ama ben de önce yüzde 45 sonra yüzde 48 oy aldım’ cevabını verecek. Kaybetmesini ‘şerefli bir yenilgi’ olarak tarihe geçirmek isteyecek.

Peki CHP bu durumu kabullenecek mi? Yani Kemal Kılıçdaroğlu’na hiç mi hesap sormayacak?

Beklenti CHP’nin içinin karışması, hatta belki olağanüstü kurultay çağrıları da yapılması. Bu karışıklıktan ne çıkar, CHP sahiden kurultaya gider mi, giderse Kılıçdaroğlu’nun karşısına kim çıkar, bu sorular için henüz erken olabilir.

Fakat bana soracak olursanız CHP’nin içinin karışmasından daha kötü olasılık, bu partide hiçbir karışıklığın çıkmaması, Kemal Kılıçdaroğlu etrafında kenetlenilmeye devam edilmesi olur.

Bekleyelim, görelim…

Seçim gündeminin ortasında bir Suriyeli mülteci hikayesi

Seçim gündeminin ortasında bir Suriyeli mülteci hikayesi

Adı Ryyan Alshebl. Henüz 29 yaşında. Bundan 8 yıl önce ülkesi Suriye’den minik bir sandalla kaçtı. Bütün Avrupa’yı yürüyerek geçti ve Almanya’da vardı. O, bugün Almanya’nın Ostelsheim adlı 2 bin 700 nüfuslu minik köyünün belediye başkanı. Onunla ilgili haberi bugün The New York Times’da okudum, meraklısına tavsiye ederim.

Almanya, Suriye’de toplamda 1 milyona yakın mülteci aldı. Bu mültecilerin çoğu 2015 sonrası gitti. Bu ülke 8 yılda o mültecilerin uyum sorunlarını büyük ölçüde çözmüş olmalı ki, Alshebl gibi birisi sadece seçme ve seçilme hakkını almakla kalmadı, küçük de olsa bir belediyede başkan bile seçildi.

Bir de Türkiye’ye bakın. 2011 yılından beri Suriyelileri ‘geçici barınma’ statüsünde tutuyoruz. Kaç tane Suriyeli mülteci olduğu konusu iç politikanın en can alıcı tartışmalarından biri. Kemal Kılıçdaroğlu son olarak rakamı 10 milyona kadar çıkardı, İçişleri Bakanlığına göre ise 4 milyondan az Suriyeli var.

Peki kaç Suriyeli vatandaş oldu ve bu seçimde oy kullandı? Bu konuda da rakamlar çelişkili. Muhalefete soracak olsanız, Kılıçdaroğlu’nun yenilgisini getiren 2 milyon 300 binlik fark, ev aldığı için vatandaşlık kazanan yabancıların ve Suriyeli seçmenlerin varlığı sayesinde oluştu.

Kemal Kılıçdaroğlu seçimde ‘Suriyeliler gi-de-cek’ diye devasa afişlerle açıkça ırkçılık yaptı.

Bir de Almanya’ya bakın. Hani o ırkçı, ayrımcı Almanya’ya…