04-06-2023
İsmet Berkan

Yapay zeka korkusu: Peki ama tam olarak neyden korkuyoruz?

Yapay zeka korkusu: Peki ama tam olarak neyden korkuyoruz?

Bir grup çok önemli insan bir araya gelmişler, ‘Center for AI Safety – Yapay Zeka Güvenliği Merkezi’ adıyla bir lobi grubu kurmuşlar. Grup, yapay zekanın devletler tarafından kurallara bağlanmasını sağlamaya çalışıyor.

Grup bir yandan yapay zekanın insanlık için getireceği potansiyel tehlikelere dikkat çekiyor ve bunları araştırıyor, bir yandan da devletlerin bu konuda düzenleyici kurallar getirmesi için de çağrıda bulunuyor.

Bu çağrıya geçen hafta ‘Yapay zekanın kurucu babaları’ olarak tanımlanan üç isimden ikisi de imzalarını atınca konu yeniden bütün dünya medyasının gündemine geldi.

Konu esasen sadece dünya medyasının gündemi de değil; neredeyse her evde konuşulan bir mesele. Çünkü yapay zekaya ilişkin korkularımız, son olarak neredeyse bir insan gibi konuşup yazılı sorulara bizim yazacağımızdan bazen çok daha güzel ve içi dolu cevaplar yazan ChatGPT’nin herkesin kullanımına açılmasıyla iyice depreşti.

İnsanlar, kendi zekalarına ve var oluşlarına bir tehdit gördü yapay zekada. Hollywood’da senaryo yazarlarının grev gerekçelerinden biri mesela yapay zekaya senaryo yazdırma girişimleri. Bir sürü üniversite, öğrenciler oradan kopya çektiği, bırakın kopya çekmeyi bütün ödevi ona yazdırdığı için ChatGPT’yi yasakladı, yakında el yazısıyla ödev isteme devri geri gelirse şaşırmayacağız. Her gün bir yerden haberler yağıyor; işte adam bir şirkete dava açmış, dilekçesini yapay zekaya yazdırmış. Yapay zekanın ürettiği bir sanat eseri insan yapımı sanılıp ödül almış…

Daron Acemoğlu bu konuda kitap yazdı

Hadi bunlar yan konular. Örneğin Davos toplantılarını Dünya Ekonomik Forumu yıllardır yapay zekanın dünya çapında hangi işleri insanların elinden alacağını hesaplayan raporlar hazırlıyor. ABD’deki ünlü MIT üniversitesinin ünlü profesörü Daron Acemoğlu’nun son baharda Türkçesi de çıkacağı anlaşılan Simon Johnson’la birlikte yazdığı son kitabı ‘Power and Progress: Our Thousand-Year Struggle Over Technology and Prosperity – Güç ve İlerleme: Bin Yıllık Teknoloji ve Gelişme Mücadelemiz’ tam da bu konuyu anlatıyor; yapay zeka işçileri işsiz bırakırken eşitsizliği de arttıracak mı, arttırmayacak mı?

Bayraktar’ın Kızıl Elma’sı da yapay zeka kullanacak

Geçen haftanın çarpıcı haberlerinden biri şuydu: Amerikan Hava Kuvvetleri’nin Yapay Zeka test ve Operasyonları şefi Albay Tucker Hamilton, İngiltere’deki bir konferansta yapay zekayla yönetilen bir uçağın hedefini bulduğunu ama son kararı verecek olan insan operatörün ‘Vurma’ demesi üzerine dönüp o operatörü öldürdüğünü, ikinci turda ‘Operatörü öldürmek kötüdür’ komutunu alınca da bu kez operatörle haberleşmeyi kesmek için telsiz kulesini vurduğunu anlattı. Herkes bunu gerçek sandı, oysa bu bir düşünce deneyi simülasyonuydu, Albay Hamilton bu konudaki olası tehlikelere dikkat çekmek istiyor, yazılımcıları uyarıyordu.

Benzer bir uyarı büyük olasılıkla ‘Kızıl Elma’ adlı insansız savaş uçağını yapan Bayraktar’a da lazım; çünkü onlar da bu uçakların havada yapay zeka kullanmasını ve bazı kararları yapay zekanın vermesini öngörerek çalışıyor.

Zaten askeri teknolojilerde bu öldürme kararını kendi veren yapay zekalar konusu galiba en büyük tartışmaların konusu olacak. (Geçen yıl Amerikan istihbaratının önde gelen bir ismi, Kongre’deki sunumunda SİHA’lar aracılığıyla yaptıkları saldırılarda hedefleri hep yapay zekanın bulduğunu söylemişti. Evet bombanın düğmesine insan basmıştı ama hedefin orada olduğuna dair bilgi yapay zekadan gelmişti; hedefin gerçekten orada olup olmadığını hiçbir insan kontrol etmemişti.)

Nitekim en başta linkini verdiğim Center for AI Safety adlı kuruluşun dikkat çektiği konular da bu ve benzeri 7 konu daha. Bunlar sahiden endişe edilmesi gereken konu başlıkları.

‘Kurucu babalar’ neden bölündü?

Ancak soru şu: Bu teknoloji ortada, onu durdurmak veya yavaşlatmak veya sahiden ‘istenmeyen ellere’ geçmesini engellemek mümkün mü?

Center for AI Safety’nin bildirisini imzalayanların en tepesinde iki isim dikkat çekiyor. Bunlar iki çok önemli bilgisayar bilimci, Geofrey Hinton ve Yoshua Bengio, ‘Yapay zekanın kurucu babası’ kabul edilen üç isimden ikisi. Onlar yapay zekanın tehlikelerine dikkat çekiyorlar ama bir de üçüncü ‘baba’ var, Yann LeCun, ona göre bu tehlike söylemi çok abartılı.

Peki ama bu üç kişi ne yaptı da, ‘kurucu baba’ diye adlandırıldı?

Bu üç bilim insanı, 1990’lardan başlayarak bugün ‘derin öğrenme’ (deep learning) adı verilen, kendi kendine öğrenen yapay zeka modellerini ortaya çıkardı. Onların açtığı yolda bugün binlerce şirket onbinlerce farklı yapay zeka ürünü ortaya çıkartmış durumda. Son tartıştığımız ChatGPT de onlardan biri.

İlk olarak Google’dan emekliye ayrılan ‘kurucu baba’ Geofrey Hinton çıktı konuştu, yapay zekanın tehlikelerine dikkat çekip kendi pişmanlığını anlattı. Geçen hafta da Yoshua Bengio BBC’ye bir demeç verip kendisini atom bombasını yapan bilimcilerle kıyasladı, pişmanlık ve vicdan azabı duyduğunu söyledi.

‘Yapay zeka insanlığı yok edecek’

Ama halen Facebook’ta çalışan Yan LeCun onlar gibi düşünmüyor, yapay zekanın henüz ‘korkulacak’ seviyede olmadığını söylemeye devam ediyor. Çünkü ortaya atılan iddialardan biri yapay zekanın insanlığın yok olmasına sebep olacağı.

Bu üç ismin ‘derin öğrenme’ adı verilen yapay zeka algoritmalarını geliştirmesi son derece önemli olmakla birlikte, bu modeller esas korkutucu şey olan ‘Genel yapay zeka’ya henüz çok ama çok uzak şeyler. Bu modellerin yasalarla ve ahlakla sınırlanmasını savunmak elbette mümkün, hatta gerekli ama bunların insanlığı yok edeceğini söylemek sahiden de abartı.

Bu üç kurucu babadan önce başka ‘baba’lar vardı, ki bunların en önemlisi Marvin Minsky idi. Ünlü MIT’de yapay zeka laboratuvarını daha 1950’lerde kurmuştu Minsky ve birlikte çalıştığı isimlerden biri de, ünlü dil bilimci Noam Chomsky idi.

Onlar, bilgisayarın insan beynini taklit etme olanağını araştırıyorlardı, yani belki de esas korkulması gereken şey olan ‘Genel yapay zeka’yla. İngilizce okuyanlara Chomsky’nin Mart ayı başında The New York Times gazetesine yazdığı ChatGPT ile ilgili şu serin kanlı yazıyı okumasını şiddetle tavsiye ederim.

Asimov tehlikeyi 1942’de görmüştü

Korkulan şey, mesela Battlestar Galactica dizisinde, mesela Terminator filmlerinde anlatılan, kendilerini yaratan insanları birer ‘mikrop’ gibi görüp yok etmeye karar veren ve kendi kendileri program yazdıkları gibi fiziki makineler de inşa eden yapay zeka.

Popüler edebiyatta bu makine korkusu en yaygın anlatılardan biri ve tarihi de oldukça eski. Örneğin, Robot, İmparatorluk ve Vakıf serilerinin yazarı büyük bilim kurgu edebiyatçısı Isaac Asimov, ‘Üç Robot Yasası’ adı verilen yasaları daha 1942 yılında kaleme almıştı.

Asimov’un anlattığı evrende robotlar insanları öldürmeye kalkışınca robotlar yasaklanmış, birileri robotları kullanabilmek için bu üç kanunu geliştirmişti. Ama bu kanunla ortaya çıkarılan bir robot, kendi kendine bir de sıfırıncı kural geliştirip kendi koduna eklemişti. Yani üç kural dörde çıkmıştı.

Robot veya insanı taklit edebilen yapay zeka korkusu, az veya çok hepimizde var. Ama tam olarak neden korktuğumuzu bilmek önemli sanırım.

Kendi kendini yaratabilen, kendi kendine yaratıcısının koyduğu kuralları esnetebilen veya değiştirebilen yapay zekadan henüz çok ama çok uzağız.

Buna karşılık, ChatGPT dahil bir takım otomasyon algoritmaları veya yapay zekaları fazlasıyla gerçek ve ciddi bir tehlike olduklarına da kuşku yok. O tehlike insanlığı yok edecek bir şey değil ama çok ciddi zarar verebilir.

Higgs Bozonu, ‘Tanrı Parçacığı’ adını hak etmeye biraz daha yaklaşırken…

Higgs Bozonu, ‘Tanrı Parçacığı’ adını hak etmeye biraz daha yaklaşırken…

Daha önce burada yazmıştım, evrenimiz ve varoluşumuzla ilgili çözülmeyi bekleyen bir önemli sır var: 

Evrenin yaradılış anı olarak kabul edilen ‘Büyük Patlama’ sırasında ortaya çıkan anti madde miktarıyla madde miktarı eşitti.

Biliyorsunuz, madde ile anti madde yan yana geldiğinde birbirlerini yok ediyorlar.

Peki madem böyle bir eşitlik vardı, nasıl oldu da maddeler evreni, yani biz, gezegenler, yıldızlar, galaksiler var olabildik?

Bir şeyin eşitliği madde lehine bozmuş olması lazım ama ne?

Fizik bilimi uzun süredir bu eşitlik bozucu unsuru arıyor. Artık hemen hemen biliyoruz ki, eşitliğin bozulmasının tek bir nedeni yok. İşte o eşitlik bozucu etmenlere bugünlerde  bir zamanlar ‘Tanrı Parçacığı’ olarak anılarak büyük ün kazanan Higgs Bozonu da eklenmek üzere.

Zaten Higgs Bozonu’na yanlışlıkla da olsa ‘Tanrı Parçacığı’ adı verilmesinin nedeni, teorik olarak 1964’te var olduğu düşünülen ama 2012’de deneysel yolla da varlığı kanıtlanan bu ‘bozon’un kütlenin ortaya çıkmasında oynadığı roldü. Çok kısa bir süre için ortaya çıkan ve diğer parçacıklarla etkileşime giren Higgs, bu etkileşimde kendisi yok olurken ortaya kütle de çıkarıyordu.

İlk tahminler, Higgs’in bu etkileşim sırasında yüzde 0,15’nin ‘Z Bozonu’ adı verilen bozon ile fotonlara dönüştüğünü, bu dönüşümün de atomun içindeki zayıf güçte eşitliği bozduğu (simetriyi kırdığı) yönündeydi. Yani simetri veya eşitlik, madde lehine bozuluyordu.

Şimdi CERN’de yapılan son deneylerde Higgs’deki bu Z Bozonu dönüşüm miktarının sanılandan daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Aslında bu çok kısa ömrü sırasında Higgs’in de bir kütlesi var, fizikçilerin ölçümüyle 125-127 milyar elektronvolt.

Bu kütle biraz daha düşük olsa, mesela 100 GeV’nin altında kalsa, belki de hiçbirimiz ve hiçbir şey olmayacaktı. Çünkü etkileşim çok farklı olacaktı.

Anlayacağınız son yapılan açıklamayla Higgs, ‘Tanrı Parçacığı’ adını taşımayı biraz daha hak etti. (Meraklısına not: Higgs’e bu ismi, Nobel ödüllü bir fizikçi olan Leon Lederman 1993’te yazdığı ‘Tanrı Parçacığı’ adlı kitapla verdi. Sonra da çok pişman oldu ama iş işten çoktan geçmişti. Bütün dünya Higgs bozonundan ‘Tanrı Parçacığı’ diye söz eder olmuştu.)

Amerika da uzaydan güneş enerjisini dünyaya göndermeyi deniyor

Amerika da uzaydan güneş enerjisini dünyaya göndermeyi deniyor

Dünyanın yörüngesine güneş enerjisi panelleri yerleştirip burada elektrik üretmek ve o elektriği de dünyaya yollamak, oldukça gözde bir yönteme dönüşmüş durumda.

Avrupa Birliği ve Avrupa Uzay Ajansı bu konuda ilk hareket geçen yer oldu. Gelecek yıl ilk elektrik nakil denemeleri başlayacak. Geçenlerde Japonya benzer bir planı açıkladı.

Şimdi onlara Amerika da katıldı. Ama şunu söylemek lazım: Bu konuda en geriden gelen ülke Amerika. Çünkü Avrupa ve Japonya, doğrudan üretimden ve enerjiyi dünyaya nakletmekten söz ederken Amerika henüz deneysel aşamada.

Fakat yine de deney ilginç Los Angeles’teki ünlü CalTech Üniversitesi, SpaceX’in son Falcon roketine yörüngeye yerleştirilmek üzere devasa bir güneş panelleri ve onun kontrol uydusunu yükledi. Paneller uzaya yola çıkmak üzere.

Pek yakında mikrodalga üzerinden bu panellerdeki elektrik yer istasyonuna aktarılmaya da başlanacak.

Üniversite, birbirinden farklı 32 ayrı güneş paneli tipini deniyor uzayda. Bunlardan hangisinin en yüksek verimi alacağını görecekler, büyük ihtimalle ticari aşamaya ondan sonra geçecekler.

Bu arada uzaydaki elektriğin nasıl güvenli biçimde dünyaya indirileceği ve şebekeye verileceği konusu tartışılır olmaya devam ediyor. Amerikalılar, mikrodalga teknolojisini kullanacak, elektriği elektromanyetik radyasyona çevirip öyle dünyaya indirecek.

En yakın akrabalarımızın genleri bizi de anlatıyor

En yakın akrabalarımızın genleri bizi de anlatıyor

Bu dünyada insanın en yakın akrabaları, genel olarak ‘primatlar’ olarak adlandırılan canlı sınıfı. Bu sınıfta yer alan ve halen doğada bulunan 500’den fazla canlı var. Şimdi, bilim dünyası bu en yakın akrabalarımızın genleriyle ilgili dev bir araştırmayı sonuçlandırdı, sonuçlar bir dizi bilimsel makaleyle yayınlanmaya başlandı bile.

Araştırmada 233 canlı türüne ait 800’den fazla genom dizisine bakıldı ve insan genomuyla bu bulgular kıyaslandı. Elbette çok sayıda ortak yön var ama en şaşırtıcı ortaklıklardan biri hastalıklar konusunda. Bazı hastalıklara karşı bu canlıların geliştirdiği savunma genleriyle insandaki benzer genler aynı çıktı.

Çalışmayı yapan bilimcilerden Alison Behie, ‘Primatları ne kadar çok tanır ve bilirsek insanları da o kadar çok tanıyacak ve bileceğiz’ diyor. Primat genleriyle insan genleri arasında 4,3 milyon ayrı noktada benzerlik saptandı.

Kanserle mücadelede üç önemli gelişme

Kanserle mücadelede üç önemli gelişme

Birinci gelişme, iki Türkiye kökenlinin sahibi olduğu ünlü biyoteknoloji şirketi BioNTech’den gelen bir haber. BioNTech, Amerikalı kanser araştırma şirketi OncoC4 ile birlikte yürüttüğü akciğer kanseri ilacı BNT-142’nin faz 1 ve faz 2 denemelerinin başarılı geçtiğini, faz 3 için gereken iznin alınmasının söz konusu olduğunu duyurdu.

Aslında bu ilaç sadece akciğer kanseri tümörleri için değil, yumurtalık, endiometrik kanser, testis kanseri gibi diğer kanserlerde de etkili olması beklenen bir ilaç.

İkinci gelişme yumurtalık kanseriyle ilgili. Bu kansere karşı da bir ilaç karışımı oldukça etkili sonuçlar verdi. Uzmanlar, kanserli tümörün gelişimini durduran ve hastalığı yıllarca yavaşlatan bu ilaç karışımı için ‘fantastik’ deyimini kullanıyor.

Ve son olarak İngiltere’de basit bir kan testiyle 50’ye yakın kanserin teşhisinin mümkün olduğu açıklandı. İngiltere’nin SGK’sı niteliğindeki ulusal sağlık sigortası kurumu NHS’nin yürüttüğü denemede Galleri Kan Testi adı verilen testten son derece başarılı sonuçlar alındı. Bu da kanserin erken teşhisini hem kolaylaştıracak hem de çok ucuzlatacak bir gelişme.