08-06-2023
İsmet Berkan

Yüzde 60’ın temsil krizi nasıl aşılacak? Kimin yeni bir fikri var?

Yüzde 60’ın temsil krizi nasıl aşılacak? Kimin yeni bir fikri var?

Seçim biteli çok zaman oldu ama seçim sonuçlarını konuşmaya devam ediyoruz; çünkü bu sonuçların tam olarak kavranması ülkemizde siyasetin geleceği açısından son derece önemli.

Tabii seçim sonucuna her zaman iki açıdan bakmak lazım: 1. Tayyip Erdoğan açısından; 2. Kemal Kılıçdaroğlu açısından.

Seçimi kazanan Tayyip Erdoğan açısından bakınca, son derece net olan şeyler var, o kadar da net olmayan şeyler.

Net olan, Tayyip Erdoğan’ın çok adaylı ilk turda yüzde 49,5; iki adaylı ikinci turda ise yüzde 52 oy alarak net bir galibiyet elde etmiş olması. Bu manada, dün de söyledim, Tayyip Erdoğan ‘birleştirici’ bir figür.

Bu net zaferin sonucu olarak Tayyip Erdoğan tamamen kendisine ait bir kabine kurdu; yüzde 52 içinde az veya çok payı olan diğer partilerle hiçbir güç paylaşımına gitmedi. Bu not, son derece önemli.

Ak Parti’de kanama sürüyor

Erdoğan’ın gücü paylaşmaması bu partilerle, en çok da MHP ile yakın kalmaya devam etmeyeceği anlamına gelmiyor elbette ama kabinesinin içine talimatı kendisinden değil başkasından alan kimseyi sokmamasını önemli bir unsur olarak bir kenara yazmak gerek.

Ancak Erdoğan açısından net olmayan, üstelik iyi de olmayan sonuçları da var seçimin. Bir kere en önemlisi, partisi Ak Parti artık eskisi kadar ‘birleştirici’ bir unsur değil. Partisindeki oy kanaması devam ediyor ve bu durum Tayyip Erdoğan açısından alarm verici.

Bu oy kaybının arkasında parlamentonun ve dolayısıyla siyasi partilerin göreli önemlerini kaybetmeleri mi yatıyor, yoksa başka yapısal sebepler mi var? Bir önceki seçimde yine Ak Parti oy kaybettiğinde parti ‘Biz icraattan uzaklaştık, seçmen taleplerini yerine getiren bir mekanizma olmaktan çıktık, o yüzden oy kaybettik’ benzeri bir yorum yapmıştı. Bilmiyorum hala aynı şekilde mi düşünüyorlar? Ak Parti herhalde bunları araştıracaktır.

Kılıçdaroğlu’nun yenilgisi net

Seçim sonuçlarına Kemal Kılıçdaroğlu açısından bakınca ise bulanık hiçbir şey yok; ortada gayet net bir mutlak yenilgi var.

Kılıçdaroğlu, kurduğu müthiş koalisyona rağmen ilk turda da ikinci turda da Tayyip Erdoğan’ın gerisinde kaldı.

Bana göre Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı açısından en düşündürücü olması gereken sonuç, Tayyip Erdoğan’ın kendi ittifakı olan Cumhur İttifakı’nın üzerinde oy almış olmalı. Cumhur İttifakı bileşenleri toplamda yüzde 50’ye ulaştılar. 

Muhalefetin temsil krizi

Demek ki, konu siyasi partiye oy vermek olduğunda bu ittifak partilerine oy vermeyen ama şahıs olarak Erdoğan’ı tercih eden 1 milyonu aşkın seçmen var. Bu seçmen içinde oyunu CHP’ye veya İyi Parti’ye vermiş birileri de mutlaka bulunuyor olmalı.

Dün yazmaya çalıştım, Türkiye’de bu seçim öncesinde Tayyip Erdoğan’a oy vermek istemediğini söyleyenlerin oranı bir ara yüzde 60’a kadar çıkmıştı. Ne oldu da, onların bir bölümü seçimde yeniden Erdoğan’a oy verdi, bu sorunun cevabını aramak Millet İttifakı partilerinin görevi.

Bu soruya cevap olarak masa başından ben şunu söyleyebilirim: Demek bu seçmen kitlesinin kritik bir bölümü Erdoğan karşıtı muhalefetin adayının kendilerini temsil etmediğini düşündü.

Hiç sanmıyorum ama bundan 5 yıl sonra muhalefet bir kez daha bir araya gelip ortak aday çıkaracaksa, düşünmeleri gereken en önemli mesele bu temsil krizi olacak. Türkiye’nin yüzde 50’den fazlasını temsil edecek bir birleştirici aday bulmaları lazım. O adayın Kemal Kılıçdaroğlu olmadığını hep birlikte gördük.

Kılıçdaroğlu’nun yenilgisi CHP’nin başarısızlığının üstünü örtüyor

Kemal Kılıçdaroğlu cephesi açısından seçimin en vahim sonucu, CHP’nin yüzde 25 oy oranında kalması aslında. Nasıl Erdoğan’ın zaferi Ak Parti’nin yenilgisinin üzerini örtüyorsa, Kılıçdaroğlu’nun mağlubiyeti de CHP’nin uğradığı ağır yenilginin üzerini örtüyor, onu daha az konuşulur kılıyor.

Oysa işleyen bir demokraside iktidar partisinin oy kaybettiği bir ortamda ana muhalefetin oy kazanması gerekir. CHP ben kendimi bildim bileli ana muhalefet ama arada Adalet Partisi’nden ANAP’a, oradan DYP ve Ak Parti’ye kadar pek çok iktidar partisi değiştiği halde CHP hep ana muhalefette kaldı.

70 yıllık bir sorundan söz ediyoruz ve CHP son 20 yıldır bu 70 yılın en düşük oy oranlı dönemini yaşıyor. Bu 70 yılda, özellikle de son 30 yılda Türkiye sosyolojisi büyük bir altüst oluşa tanıklık etti, CHP bu değişimden hiç pay alamadı, toplumdaki değişimi görmekten ve ona uyum sağlamaktan uzak kaldı.

Baktığınızda CHP’de Türkiye’yi hala sağ-sol ekseninde veya din-laiklik karşıtlığında okuyanların çoğunlukta olduğunu görünce insan anlıyor: Muhalefetin temsil krizi salt Kemal Kılıçdaroğlu isminden ibaret değil, çok daha derin.

Eğer muhalefet gelecekte yeni ve inandırıcı bir Türkiye tasavvuruyla ortaya çıkmaz, bu tasavvuru temsil eden bir lider bulamazsa, tarih de tekerrür etmeye devam edecek.

73 yıl önceden kalma bir CHP eleştirisi

73 yıl önceden kalma bir CHP eleştirisi

Demokrat Parti’nin zaferle çıktığı 14 Mayıs 1950 seçimleri yapılmış, CHP kaybetmiş.

Bakın, Türk şiirinin dev ismi Orhan Veli o zaman ne yazmış:

‘Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisini korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle, prensiplerinden son zamanlarda ne fedâkarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan İlâhiyat Fakülteleri, İmam Hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar… Hiçbiri, hiçbiri kâr etmedi. Zavallı Halk Partisi!’

Ben bu kısa pasajı sevgili arkadaşım Zeynep Miraç Taner’in bir Instagram paylaşımında gördüm geçen gün. Zeynep, kupürün altına, ‘büyük Türk düşünürü’ Fatih Terim’den bir alıntı yapmış: ‘What can I do sometimes?’

İnsan bu satırları okuyunca neye üzüleceğini şaşırıyor. 73 yıl önceyle bugün seçim yenilgisine aynı teşhisin konması, kendilerini sürekli toplumun gerisinden çok daha üstün ve akıllı görenlerin düşünsel fakirliğinden başka ne anlama geliyor olabilir?

1950 yılında Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu kırsal alanlarda, sanayi devrimi öncesinde yaşıyordu. Bugün yüzde 90’ı kent ve benzeri yerleşimlerde.

Avrupa’nın 19. yüzyılda yaşadığı sanayi yüzünden kentlileşme olgusunu biz son 40-50 yılda yaşıyoruz. Kazayla eğer birkaç kuşaktır büyük şehirli olan bir ailenin çocuğuysanız, ‘benim’ dediğiniz şehrinizde minik bir azınlığa mensupsunuz.

Eğer bugün CHP hala 73 yıl öncesinde seçim kaybettiği gecede durmaya devam ediyorsa, bugün söylenecek çok da fazla bir şey yok aslında.

Dolar uçuyor, faiz uçuyor, borsa uçuyor

Dolar uçuyor, faiz uçuyor, borsa uçuyor

Seçimi Tayyip Erdoğan değil de Kemal Kılıçdaroğlu kazansaydı, ekonominin başına da Mehmet Şimşek değil Ali Babacan geçseydi ve ilk mesajını İngilizce olarak yabancı yatırımcılara hitaben yazsaydı ne olurdu?

Yabancı ajanlığından emperyalizmin uşaklığına, faiz lobisinin adamı olmaktan ülkeyi satmaya denmedik şey kalmazdı herhalde.

Ama Mehmet Şimşek bu işi yapınca gayet normal ve doğal karşılandı. Ne iktidar medyasında ne muhalefet medyasında tek kelime eleştirel bir şey var.

Görüyorsunuz, hayat hiç de adil değil.

Oysa Mehmet Şimşek yapması gerekeni yapıyor. Türkiye 2018’den beri kapılarını kapattı, yabancı yatırımcıları kovaladı, yabancıların Türkiye’de yatırım yapmasını engellemek için Londra’da binbir güçlükle oluşturulmuş olan swap piyasasını sona erdirdi.

Çavuşesku Romanya’sına veya Enver Hoca Arnavutluk’una dönmemize ramak kala Mehmet Şimşek göreve geldi, Türkiye’yi yeniden dünyaya açmaya çalışıyor. Bunun için de dünyaya güven vermek istiyor.

Bakın, Merkez Bankası kura müdahale etmiyor. (Gerçi iddiaya göre dün akşam yine edilmiş.) Devlet iç borçlanma senetlerinin faizi yükseliyor (fiyatı düşüyor). Ve bu arada borsamız da kanatlanmış uçuyor.

Bütün bu gelişmelerin tek bir sebebi var: Ekonomideki akıl dışı uygulamaların bitmekte olduğu beklentisi.

Henüz bu uygulamalar bitmiş değil, biteceği ilan edilmiş bile değil. Ama yerli yabancı herkes ‘normal’e yani akla dönmeyi satın alıyor şu anda.

Gözlerimin dolmasına neden olan haber

Gözlerimin dolmasına neden olan haber

Bugün 10Haber’in içinde Türkiye ve dünyadan özenle seçilmiş 90’a yakın haber var ama bunlar içinde bir tanesi bende derin bir etki yarattı.

Adıyaman’da depremde yıkılmış bir binanın enkazından 20’li yaşlarında olduğu tahmin edilen genç bir kadının cenazesi çıktı. Depremin üzerinden tam 122 gün geçti, unutmayın.

Bütün deprem bölgesinde en büyük sorunlardan biri bu: Çok sayıda aile, kaybolan yakınlarının cenazelerine ulaşamadı, onlarla vedalaşamadı, bir mezar taşı bile dikemedi.

Toplamda kaç kişinin kayıp olduğunu bile bilmiyoruz; devletimiz özenle bu sayıyı bizden gizliyor. 10Haber muhabirleri defalarca denediler, hiçbir şehirden veya ilçeden kayıpların sayısına ilişkin sağlıklı bir bilgi alamadılar.

Bugünkü haberimizde daha vahim bir yanı da var bu kayıplar meselesinin. Depremin ilk günlerinde cenazelerin alel acele defnedilmesi nedeniyle 2500 kadar defnedilmiş cenazenin kimliği bilinmiyor hala.

Bakın, binlerce hayattan söz ediyoruz burada. Sadece kimliksiz cenaze sayısı 2 bin 500 kişi. Hepsinin birer hayatı vardı, sevdikleri, sevenleri, anneleri babaları kardeşleri vardı. Şimdi toprağın altındalar ve kim olduklarını dahi bilmiyoruz.

Türkiye çok büyük bir travmanın içinde yaşıyor, tarifsiz acılarıyla başa çıkmaya çalışıyor insanlar.

Savaşın ahlakı olmazmış ama bu kadarı da fazla değil mi?

Savaşın ahlakı olmazmış ama bu kadarı da fazla değil mi?

Dinyeper nehrinin üzerindeki Kakhovka Barajı, Rusya-Ukrayna savaşı sırasında, büyük ihtimalle Rusya tarafından bombalandı ve yıkıldı. Barajdan taşan sular her tarafı göle çevirdi, savaş yorgunu Kherson şehrinin fotoğrafını yukarıda görüyorsunuz.

Rusya bu hamleyi Ukrayna’nın beklenen karşı saldırısını zorlaştırmak için yaptı. Çünkü çoğu askeri uzmana göre Ukrayna karşı saldırısıyla Kırım yarım adasını bile geri alabilecek bir avantaja sahip.

Rus askeri uzunca bir zamandan beri bir savunma savaşına hazırlanıyor. Yüzlerce kilometre uzunluğunda siperler kazıldı. Sanki 1. Dünya Savaşı’ndayız.

Yüksek teknolojili bir savaşa hazır olmayan Rusya, karşısına Batıdan alınma silahlarla dikilen Ukrayna’yı yenemeyeceğini artık anlamış durumda, o yüzden bu ülkenin kazanmasını geciktirmeye çalışıyor.

Savaşta ahlak pek olmazmış ama baraj bombalamak biraz fazla değil mi?