Faiz kararı: ‘Gerçekçi ol, imkansızı iste’ mi; ‘Gerçekçi ol, makul olanı iste’ mi?
Merkez Bankası’nın faizi yüzde 8,50’den 15’e yükseltmesi, hiç kuşku yok yetersiz bir adım. Enflasyonun yüzde 40 olduğu ve yükseleceğine dair beklentilerin bulunduğu bir ülkede, enflasyonla mücadele etmek isteyen bir Merkez Bankası’nın parayı sahiden sıkması gerekir.
Bankaların zaten yüzde 40 ve üzeri faizle mevduat bulabildiği bir ülkede, bankaların yüzde 15’ten fonlanmaya devam etmesi demek, eski irrasyonel düzenin ve buna bağlı türlü çeşitli kambiyo kısıtlamalarının devam etmesi anlamına gelir.
Yani Mehmet Şimşek, en temel vaadi olan ‘rasyonelleşme’ konusunda ilk imtihanında sınıfta kaldı.
Ama nasıl kalmasın ki? Bir şeyi unutuyoruz bunları söylerken: Seçimi Tayyip Erdoğan kazandı, Mehmet Şimşek veya başka bir teknokrat değil.
Elbette ipler seçimi kazanan Tayyip Erdoğan’ın elinde olacak ve elbette uygulanacak yeni ekonomi politikasına ‘Tayyip Erdoğan sözlerinden dönecek, burnu sürtülecek’ diye bakanlar yanılacaklar.
Çok uzun zamandan beri Tayyip Erdoğan açısından makro ekonomi teknik bir alan değil, tamamen siyasi bir alan. Hatta şöyle söyleyeyim: Şirketler dünyasında yaşananları konu alan mikro ekonomi de bu girişimcilerin kendi kararlarını kendilerinin aldığı bir alan değil; eğer belli bir büyüklüğün ötesindeyseniz veya kritik bir sektördeyseniz Tayyip Erdoğan’ın eli oraya da uzanıyor, orası da siyasi bir alan.
Kitabi ve teknik açıdan bakanlar için Mehmet Şimşek ve ekibi sınıfta kaldı ama herkes böyle düşünmüyor.
Kaldı ki, bir kısım piyasa gözlemcisi ve uzmanın temenni ettiği yüzde 40’a varan ‘önden yüklemeli’ faiz artışının teknik olarak doğru olup olmayacağı da tartışmalıydı zaten. Bu sizin nereden baktığınıza bağlı. Şirketler dünyasından baktığınızda başka bir manzara gözüküyor, bankalar dünyasından baktığınızda tamamen başka.
Türkiye şu anda cari işlemler dengesi açığı veriyor; bütçe açıklarından görüyoruz, kamu kesimi açık veriyor; nedense kimse konuşmuyor özel sektör dengesi de negatif, yani orada da açık var. Üçlü açık, çok tehlikeli bir durumun adı.
Türkiye’yi ve Tayyip Erdoğan’ı içine düşülen bu zorlu durumdan kurtarmak için uzmanların ve piyasanın önerdiği tek seferde bir acı ilacı içmekti. Bazılarının beklediği, bir zamanların IMF programları gibi sert ve acımasız bir istikrar programı ile ona eşlik edecek gerçek ve çok ciddi sıkı para politikasıydı. Ama Tayyip Erdoğan bunu istemedi, Mehmet Şimşek de zamana yayılan ve zamana oynayan bir yöntem seçti.
Burada kritik konu Türkiye’deki finansal sistemin sağlığı. Gerçek kriz, her zaman finansal krizdir ve bankaların batmasıyla ortaya çıkar. Faizin hızlı artması bankalarımızı batırmaz ama zora sokardı; az artması ise bankaları yavaş yavaş zehirleyen bir yöntem. Ama belli ki bankaların daha dayanacak yerleri olduğu düşünüldü.
Bilmiyorum Merkez Bankası Para Piyasası Kurulu’nun yazılı açıklamasını ne kadar ciddiye almak gerekir ama bu açıklamada açıkça önümüzdeki dönemde faiz artışına devam edileceği söyleniyor.
Nitekim Mehmet Şimşek de artışın kademeli olacağını duyurdu.
Dolayısıyla enflasyonla mücadele de zamana yayılarak yapılacak. Ama galiba enflasyonla mücadeleden daha önemli olan başka bir şey var: Normalleşme.
Rasyonel olana dönüş veya normalleşme de belli ki ciddi zaman alacak. Ama faiz artışının da bir üst sınırı olabilir.
Acaba Tayyip Erdoğan’ın kırmızı çizgisi yüzde kaç faiz? Gelin bir sonraki yazıda ona bakalım.