23-06-2023
İsmet Berkan

Faiz kararı: ‘Gerçekçi ol, imkansızı iste’ mi; ‘Gerçekçi ol, makul olanı iste’ mi?

Faiz kararı: ‘Gerçekçi ol, imkansızı iste’ mi; ‘Gerçekçi ol, makul olanı iste’ mi?

Merkez Bankası’nın faizi yüzde 8,50’den 15’e yükseltmesi, hiç kuşku yok yetersiz bir adım. Enflasyonun yüzde 40 olduğu ve yükseleceğine dair beklentilerin bulunduğu bir ülkede, enflasyonla mücadele etmek isteyen bir Merkez Bankası’nın parayı sahiden sıkması gerekir.

Bankaların zaten yüzde 40 ve üzeri faizle mevduat bulabildiği bir ülkede, bankaların yüzde 15’ten fonlanmaya devam etmesi demek, eski irrasyonel düzenin ve buna bağlı türlü çeşitli kambiyo kısıtlamalarının devam etmesi anlamına gelir.

Yani Mehmet Şimşek, en temel vaadi olan ‘rasyonelleşme’ konusunda ilk imtihanında sınıfta kaldı.

Ama nasıl kalmasın ki? Bir şeyi unutuyoruz bunları söylerken: Seçimi Tayyip Erdoğan kazandı, Mehmet Şimşek veya başka bir teknokrat değil.

Elbette ipler seçimi kazanan Tayyip Erdoğan’ın elinde olacak ve elbette uygulanacak yeni ekonomi politikasına ‘Tayyip Erdoğan sözlerinden dönecek, burnu sürtülecek’ diye bakanlar yanılacaklar.

Çok uzun zamandan beri Tayyip Erdoğan açısından makro ekonomi teknik bir alan değil, tamamen siyasi bir alan. Hatta şöyle söyleyeyim: Şirketler dünyasında yaşananları konu alan mikro ekonomi de bu girişimcilerin kendi kararlarını kendilerinin aldığı bir alan değil; eğer belli bir büyüklüğün ötesindeyseniz veya kritik bir sektördeyseniz Tayyip Erdoğan’ın eli oraya da uzanıyor, orası da siyasi bir alan.

Kitabi ve teknik açıdan bakanlar için Mehmet Şimşek ve ekibi sınıfta kaldı ama herkes böyle düşünmüyor.

Kaldı ki, bir kısım piyasa gözlemcisi ve uzmanın temenni ettiği yüzde 40’a varan ‘önden yüklemeli’ faiz artışının teknik olarak doğru olup olmayacağı da tartışmalıydı zaten. Bu sizin nereden baktığınıza bağlı. Şirketler dünyasından baktığınızda başka bir manzara gözüküyor, bankalar dünyasından baktığınızda tamamen başka.

Türkiye şu anda cari işlemler dengesi açığı veriyor; bütçe açıklarından görüyoruz, kamu kesimi açık veriyor; nedense kimse konuşmuyor özel sektör dengesi de negatif, yani orada da açık var. Üçlü açık, çok tehlikeli bir durumun adı.

Türkiye’yi ve Tayyip Erdoğan’ı içine düşülen bu zorlu durumdan kurtarmak için uzmanların ve piyasanın önerdiği tek seferde bir acı ilacı içmekti. Bazılarının beklediği, bir zamanların IMF programları gibi sert ve acımasız bir istikrar programı ile ona eşlik edecek gerçek ve çok ciddi sıkı para politikasıydı. Ama Tayyip Erdoğan bunu istemedi, Mehmet Şimşek de zamana yayılan ve zamana oynayan bir yöntem seçti.

Burada kritik konu Türkiye’deki finansal sistemin sağlığı. Gerçek kriz, her zaman finansal krizdir ve bankaların batmasıyla ortaya çıkar. Faizin hızlı artması bankalarımızı batırmaz ama zora sokardı; az artması ise bankaları yavaş yavaş zehirleyen bir yöntem. Ama belli ki bankaların daha dayanacak yerleri olduğu düşünüldü.

Bilmiyorum Merkez Bankası Para Piyasası Kurulu’nun yazılı açıklamasını ne kadar ciddiye almak gerekir ama bu açıklamada açıkça önümüzdeki dönemde faiz artışına devam edileceği söyleniyor.

Nitekim Mehmet Şimşek de artışın kademeli olacağını duyurdu.

Dolayısıyla enflasyonla mücadele de zamana yayılarak yapılacak. Ama galiba enflasyonla mücadeleden daha önemli olan başka bir şey var: Normalleşme.

Rasyonel olana dönüş veya normalleşme de belli ki ciddi zaman alacak. Ama faiz artışının da bir üst sınırı olabilir.

Acaba Tayyip Erdoğan’ın kırmızı çizgisi yüzde kaç faiz? Gelin bir sonraki yazıda ona bakalım.

Naci Ağbal deneyiminin Türkiye’ye öğrettikleri

Naci Ağbal deneyiminin Türkiye’ye öğrettikleri

Tayyip Erdoğan’ın faiz yüzünden Merkez Bankası başkanlarıyla giriştiği kavgayı yeni sanıyoruz ama değil; epey eski.

Kısa bir hatırlatma: Erdoğan Başkanlık sisteminin Cumhurbaşkanı olarak seçildiğinde görevde Murat Çetinkaya vardı, Merkez Bankası Başkanı olarak ve onunla çalıştı.

2018’de Brunson krizi ve onunla birlikte yaşadığımız kur krizinde Berat Albayrak ve Murat Çetinkaya ikilisi faizleri yükseltti. Böylece hem dolar kuruna istikrar geldi hem de 2019’da enflasyon düşmeye başladı. Bu yüksek faizin bir başka faydası da Türkiye’nin 2019’da cari fazla vermesi oldu. Bu tecrübeyi bugün hatırlamıyoruz bile.

Tayyip Erdoğan bir noktada sabırsızlandı, ‘laf dinlemedi’ dediği Murat Çetinkaya’yı görevden aldı, yerine de Murat Uysal’ı atadı. Murat Uysal hızla faizi düşürdü. Bu arada Türkiye salgın etkisine girdi, ciddi bir durgunluk başgösterdi. Bunun üzerine para muslukları açıldı ve kur yükselmeye başladı.

Murat Uysal dönemi Merkez Bankası’nın en ciddi rezerv kaybı yaşadığı dönem oldu. 2020 sonunda Erdoğan Murat Uysal’ı görevden aldı, bu arada Berat Albayrak da istifa etti. Merkez’e Naci Ağbal geldi.

2020 Kasım ve Aralık aylarında iki kademede ciddi faiz artışı yaptı Ağbal ve yüzde 17’ye getirdi faizi. Ama Tayyip Erdoğan rahatsız oldu. Ocak ve Şubatta faiz yüzde 17’de kaldı; Mart ayında ise yüzde 19’a yükseltildi. İşte bu son yükseltme belli ki Erdoğan’a önceden haber verilmeden, izni istenmeden yapılmıştı, Naci Ağbal anında görevden alındı, yerine de Şahap Kavcıoğlu geldi.

Kavcıoğlu aylarca yüzde 19’luk faize dokunmadı. Ama 2021’in Ağustos ayında Tayyip Erdoğan’ın sabrı taştı, açıkça eğer faizi indirmezse Kavcıoğlu’nu görevden alacağını duyurdu. Eylülde faiz inmeye başladı, işte ine ine yüzde 8,5’a kadar geldi. O arada döviz kuru da enflasyon da patladı, Tayyip Erdoğan seçim kazanmak için görülmemiş bir seçim ekonomisi uygulamak, EYT dahil şiddetle karşı olduğu şeyleri yapmak zorunda kaldı.

Bugünün faiz artışlarını bu geçmişle birlikte değerlendirmek gerekir. Eminim Mehmet Şimşek de, Gaye Erkan da, Tayyip Erdoğan’ın sabrının hangi noktada neden taştığını ve faiz indirimi istemeye başladığını analiz etmiştir. Çünkü Erdoğan’ın faiz davranışlarının arka planında son derece belirgin bir örüntü var aslında.

Eğer ekonominin yeni yönetimi bu örüntüden bir ders çıkarmayı başardıysa, arzuladıkları yumuşak geçişi de gerçekleştirebilir.

Büyük ihtimal Tayyip Erdoğan da kendi davranışlarının ekonomi üzerinde yarattığı hasardan bir ders çıkardı. Nitekim Mehmet Şimşek’i yeniden göreve çağırmasının arkasında bu çıkarılan dersler yatıyor olabilir.

Daha önce yazmıştım: Patrona rağmen patron çıkarı savunmaktan daha zoru yoktur.

Bütün ölümlerin yarısı iki hastalıktan

Bütün ölümlerin yarısı iki hastalıktan

Türkiye İstatistik Kurumu bu sefer ölüm istatistiklerini gecikmeden yayınladı. En kaba haliyle baktığınızda geçen yıl Türkiye’de yaklaşık 505 bin kişi ölmüş. Bu ölümlerin yarısının sebebi iki hastalık: Yüzde 35 kalp ve damar hastalıklarından, yüzde 15 ise kanserlerden hayatını kaybetmiş.

Kalp ve damar hastalıklarının bu kadar yaygın olmasının arka planında iki nedenden söz edebiliriz: 1. Fazla kilo ve ona bağlı metabolik sendromlar; 2. Sigara tüketimi.

Ölüme sebep olan kanserler arasında gırtlak, boğaz ve akciğer kanserleri birinci sırada yer alıyor. Burada da sigara tüketimini ciddi bir sağlık sorunu olarak yazmak gerekir.

Elbette ölümsüzlük diye bir seçenek yok ve hepimiz günün birinde bir sebeple öleceğiz. Ama hem o ölümü geciktirmek hem de hastanelerde uzun süreler acı çekmek yerine yatağımızda ölmek bizim elimizde.

Tam da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde aradığımız seviye

Tam da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde aradığımız seviye

Yeniden Refah Partisi’nin genel başkanı Fatih Erbakan başka bir dünyada ve başka bir gerçeklikte yaşıyor.

Örneğin salgın sırasında aşılamaya karşıydı. ‘Aşı olanların kuyruğu çıkar’ demişliği bile var.

Dün de partisinin bir toplantısında konuşurken hızını alamadı, aynen şöyle dedi:

‘Manevi kalkınmaya önem vereceğiz. Bir defa bunun yolu müfredatın eğitim sisteminin ahlaki ve manevi kalitesi yüksek nesil yetiştirecek hale getirilmesine bağlı. Siz eğitim sisteminde müfredatta evrim teorisini anlatıyorsunuz, ondan sonra bu çocuklar PKK’lı oluyor diyorsunuz. Zaten PKK da evrim teorisini anlatıyor. Siz de müfredatta evrim teorisini bu insanlara anlattığınız zaman PKK’lı da olur komünist de olur, kızına sahip çıkmazsan ya davulcuya gider ya zurnacıya gider sözünde olduğu gibi Allah vermesin her türlü felaket olur.’

Belli ki Adnan Hoca’dan epey feyz almış Fatih Erbakan.

Maceranın acı sonu: Minik denizaltı basınca dayanamayıp parçalanmış

Maceranın acı sonu: Minik denizaltı basınca dayanamayıp parçalanmış

Titanik’in enkazını TV ekranından değil kendi gözleriyle görmek istemek bir hayli pahalıya patladı. Koltuk başına 250 bin dolar bilet ücreti ödeyen iki milyarder ve onlardan birinin üniversite çağındaki oğlu ile bu turu düzenleyen şirketin başkanı ile aynı şirketin bir önemli uzmanı, bindikleri minik denizaltının deniz dibindeki o basınca dayanamayıp ezilmesi sonucu korkunç biçimde can verdi.

Bütün dünyayı günlerdir meşgul eden bu ‘kaza’da parçalanan denizaltının enkazına ait bazı parçalar dün bulundu. Arama çalışmaları devam ediyor, büyük ihtimalle enkazın geri kalanı da bulunacak.

Çok merak ediyorum, önümüzdeki yıllarda Titanik’e turizm yeniden başlayacak mı, yoksa bu kaza caydırıcı olacak ve bundan sonra hiç kimse oraya gitmeyecek mi?