Bir efsaneydi Cüneyt Arkın, filmlerinde içimizdeki kahramana seslendi hep. Güçsüzün de mağdurun da yanındaydı. Ama o aslında Fahrettin Cüreklibatır'dı. Biz Fahrettin'i doğru düzgün tanıyamadık. Ama Fahrettin'in dirayeti olmasaydı Arkın'ın da olmazdı.
‘Yıkılmayan Adam’ filminin finalinde Cüneyt Arkın onlarca kurşunu yer ama yere düşmez ve sonra da o kurşunu sıkanlara karşı var gücüyle haykırır: Ben yıkılmam asla.
Boşuna değildir bu haykırış. Arkın’ın hayat mücadelesinin kısa bir özetidir. Kimileri için Dünyayı Kurtaran Adam, kimileri için Battalgazi kimilerine göre Kara Murat’tır, kimilerine göre Malkoçoğlu ya da Komser Cemil’dir belki… Hepsi bir yana o gerçekte ‘yıkılmayan adam’dır…
Sinemada kahramanlık yapmak onun işiydi. Dünyayı kurtaran, orduları tek başına bozguna uğratan, kaleleri fetheden, uluslararası mafyaya kafa tutan, çıkar odaklarını bir bir deşifre eden, gericilerle mücadele eden ve her türlü zulme, işkenceye göğüs geren bir kahramandı filmlerinde…
Kariyerinin ilk yıllarında romantik jön olarak beyazperdeye arzı endam etse de sonraki yıllarda her türlü filmde kahramanı oynadı ve içimizdeki kahramana seslendi hep. 400’e yakın filminde kendi personasına aykırı düşen tek filmi vardır. O da Lütfi Akad’ın yönettiği ‘Yaralı Kurt’. Ki orada da masumiyeti arayan bir kiralık katil olarak izleriz kendisini… Osmanlı’da bir akıncı olsa da, polis, asker karakterlerini canlandırsa da ya da gazeteci, kabadayı olarak karşımıza çıksa da fark etmedi. Ne olursa olsun Arkın güçsüzün yanındaydı, mağdurun elinden tutardı. Sonrasında gelsin mücadele, krallara, çetelere, uluslararası mafyaya, güç odaklarına karşı durur, onlarla dişe diş savaşırdı. Ve tabii onu alt etmek de hiç
kolay değildi.
Ama aslında o kendi hayatının kahramanıdır. Türlü türlü badireler atlatır hayatı boyunca. Yoksulluk mu, en derinden yaşar. Açlık mı, bir kuru ekmeğin kıymetini onun kadar bilen çok azdır.
Zerdali kokulu ablası Sıdıka’nın vefat etmesiyle ölüm acısıyla çok erken yaşta tanışır. Hayat ona biraz da zorunluluktan sinemanın kapısını aralar. Beyazperdede kahramanlık hikayeleri anlatır. Yargılanır (‘Yıkılmaya Adam’ filmi yargılandığı filmlerden biridir) 15 yıl ağır hapisle. Mafya gelir kurşunlar bacağından, film setlerinde sıkça kazalar geçirir ölüm tehlikesi yaşar, ama ilk müdahaleyi kendisi yapar. Kimi zaman tehdit edilir, kimi zaman ahlaksız tekliflerle yüz yüze kalır, yine doğru bildiğinden şaşmaz. Velhasıl zordur hayatta kalmak onun için ve o sendelese de yıkılmadan hayatta kalmayı başarır.
Kolay değildir, yaşadıkları. Fakat Kurtuluş Savaşı’nın en kanlı muhaberelerinden Sakarya Meydan Savaşı’nda ön cephede çarpışan ve tüm hayatı boyunca bu savaşta vücuduna saplanan şarapnel parçalarının izlerini taşıyan, İstiklal Madalyalı Yakup Efendi’nin oğlu Fahrettin’dir o.
Çoğumuz için Fahrettin Cüreklibatır, Cüneyt Arkın’ın nüfustaki ismidir. Ama işin aslı o apayrı bir kişiliktir. Ve o kişilik olmasaydı Cüneyt Arkın belki ilk darbede değil ama birkaç darbe aldıktan sonra muhtemel yıkılır giderdi.
Yıllar önce kendisiyle bir kitap çalışması yapmak için bir araya geldiğimiz zaman fark ettim bunu. İlk kitabına ‘Adını Unutan Adam’ ismini koymuştu. Hazırladığımız ikinci kitabına da filmlerden birine atıf yapıp ‘Fakir Bir Gencin Romanı’ adını verecektik. Çıkamadı o kitap ama ‘Fakir Bir Gencin Hikayesi’ adıyla başka bir kitap çıkardı. İşte onun filmlerdeki kahramanlıklarının hayattaki karşılığının izini sürmek adına bu iki kitabının isimleri anahtar görevi görür aslında. O anahtarla kapıyı açınca bizi doğrudan Fahrettin Cüreklibatır karşılar.
Kimdir Fahrettin? Cumhuriyet’in idealist öğretmenlerinin elinde yoğrulduktan sonra Eskişehir’in bir köyünden çıkıp İstanbul’a gelerek tıp okuyan, edebiyat aşığı, Cemal Süreya’dan Ülkü Tamer’e birçok yazar ve şairin arkadaşı, her türlü zorluğa karşı katmerli bir gençtir. Fahrettin, Cüneyt Arkın olup sinemada boy göstermeseydi muhtemel bugün onu namlı bir edebiyatçı ya da doktor olarak tanıyacaktık. Fakat hayat sınavında ona, Cüneyt Arkın rolü biçildi. O da bu rolü başarıyla oynadı! Oynadı ama çok çalıştı. Kendini kaybedercesine, ‘adını unutacak kadar’ çalıştı. Ama Fahrettin içinde hep kaldı.
Bir bedende iki kişilik… Mümkün mü? Mümkün galiba. Yıllar yıllar önce gazetelerde ‘Dr. Fahrettin’den Cüneyt Arkın’a öğütler’ diye açık eder bu durumu Cüneyt Arkın. Ama bunu sorun etmez, gizlisi saklısı yoktur çünkü. Ve bilir ki Fahrettin olmasaydı Cüneyt’in yıkılmadan ayakta kalması çok da mümkün değildi.
Zaman zaman çatışırlar. Çünkü farklı kişiliklerdir. Fahrettin daha sakindir, Cüneyt Arkın öfkeli. Fahrettin akılcıdır, Cüneyt Arkın duygusal. Fahrettin geri planda kalmayı bilir, Cüneyt Arkın öne çıkmayı sever. Ama Cüneyt Arkın, Fahrettin’den çalışkan olmayı, işine, ekmeğine dört elle sarılmayı, dürüst olmayı öğrenmiştir.
Sinemaya başladığında Yeşilçam’ın birkaç üniversiteli artistlerinden biridir o. Yakışıklılık ve güzellik geçer akçedir o yıllarda ama tüm sinema hayatını yakışıklılığı üzerine kuramayacağını bilir. Oyunculuğunun ilk günlerinde Medrano Sirki’ne gidip ata binmeyi öğrenmesi, kar kış demeden antrenmanlar yaparak performansını koruması, bizi sinemada Kaf Dağı’nın zirvesine çıkardığı filmleri çekerken imkansızlıklarla mücadele etmesi bunun içindir. Kısaca Cüneyt Arkın, efsanesini yaratırken Fahrettin’den öğrendikleriyle sinemada var olur.
Biz o kadar bilmeyiz Fahrettin’i, Cüneyt Arkın’dır o bizim için. Avrupa’da Amerika’da George Arkın’dır, Uzak Doğu’da Lee Arkın’dır ismi. Sinema bu, isimler değişir, filmler hep izlenir ama gerçekte o efsanenin arkasında Fahrettin vardır. 1994’te Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde 80 Yılda Seyrialem başlıklı söyleşilere katılan Cüneyt Arkın Fahrettin’in hakkını teslim eder:
Benim yazı yazmaya, şiir, hikaye yazmaya başladığım zaman arkadaşlarım vardı, Cemal Süreya olsun Turgut Uyar olsun… Onlara her zaman çok yiğit gözüyle bakmışımdır, kahraman gözüyle… Çünkü ekmek paralarını kalemleriyle çıkaracak kadar dayandılar, çok dayandılar. Ben galiba işin biraz kolayına kaçtım. Ama fark edebildim mi, hayır fark edemedim. Çünkü insana fark etme zamanı ve fırsatını tanımadılar. Ve gele gele bugünlere geldik.
Emin olun Cüneyt Arkın arkasına yaslandığı zaman, Eskişehir’deki çocukluk günlerine, bozkırın ortasında çobanlık yaptığı, annesi, babası, ablalarıyla geçirdiği zamanlara gidiyordu aklı. Çünkü orada Fahrettin vardı ve Cüneyt Arkın o günlerde edindiği tecrübelerle yıkılmadan ayakta kalmıştı.
Cüneyt Arkın’ı ve tabii Fahrettin Cüreklibatır’ı yitireli bir yıl oldu. Elbet Cüneyt Arkın’u unutmak mümkün değil ama bari hiç olmazsa az bildiğimiz Fahrettin’i de analım istedik.