Mehmet Şimşek’in Nurettin Nebati’den farkı var mı?
Geçen gün bir alış veriş merkezindeki bir mağazada aldığım minik bir şeyin parasını ödeyebilmek için kasada sırada bekliyorum.
Yan kasada minik bir tartışma var. Bana göre daha yüklü alış veriş yapmış olan bir bey, kredi kartını uzatmış, kasiyer de ‘Taksit ister misiniz?’ diye sormuş, o da ‘Evet isterim’ demiş.
Bazen kredi kartı ile alışverişlerde pos cihazında işlem yaparken banka ekstra 2-3 taksit daha verebiliyor. Kasiyer, ‘Bankanız 3 taksit daha verdi, ister misiniz?’ diye sordu, adam da ‘Evet isterim’ dedi ve her şey bundan sonra yaşandı.
Az önce ekstra 3 taksit veren banka POS cihazı adamın kredi kartını reddetti. Tabii bu kimse için hoş olmayan bir durum, hele başkalarının önünde yaşanınca adam alındı, ‘Olur mu yahu, o kartın limiti çok yüksek’ dedi.
Kasiyer de izaha çalışıyor: ‘Bugünlerde benzer olaylara çok rastlıyoruz, banka önce ekstra taksit öneriyor, sonra da işlemi kabul etmiyor… Tek çekim isterseniz büyük ihtimalle işlem gerçekleşecek…’
Adam ise kendi ödeme gücünden, bankasıyla öteden beri ilişkisinden hareketle, ‘Ne münasebet bana taksit vermezler’ diyor.
Bu tartışmanın bir tane sebebi var: Bankaların tüketici kredisi dahil kredi vermekten çekinir hale gelmesi.
Hayır, tek sebep kredi verdikleri kişilerin bu borçlarını ödeyemeyecekleri düşüncesi değil. Esas sebep, kredi kartıyla yapılan her işlemin de banka bilançosuna ‘Kredi’ işlemi olarak yansıması.
Düne kadar bankalar açısından kredi kartları üzerinden vadelendirilen (ki bunların ezici çocuğunluğu 1 aydan çok daha kısa vadeli ve dolayısıyla faizsiz krediler, ancak kredi kartı borcunun tamamı ödenmezse ödenmeyen bölüm için faiz çalışıyor) krediler, çok da önemsenmeyecek boyuttaydı, hele yüksek limit belirlenmiş müşteriler zaten bir risk olarak da görülmüyordu. Hatta bankalar, ‘İnşallah müşteri borcunun tamamını ödemez de biz de faiz geliri elde ederiz’ diye düşünüyordu.
Ama bugün öyle değil. Bankalar kredi verdiklerinde, ki bu kredi ister yatırım kredisi olsun, ister ticari kredi, ister tüketici kredisi ister müşterisine 15-20 günlüğüne kredi kartı üzerinden verdiği borç, bilançolarındaki toplam kredi miktarı büyüyor. Bu kredilere karşılık da TL açıkları oluşuyor. Bu açığın oluşması, yani bankanın bugünlerde yüzde 57’ye düşürülen TL mevduat limitinin altında kalması ise banka açısından riske dönüşmüş durumda. Çünkü devlet o zaman bankaya düşük faizli devlet iç borçlanma senedi alma zorunluğu getirmiş durumda. Bankalar bu yüzde mevduata yüzde 40’ın üzerinde faiz veriyor.
‘Liralaşma’ diye yola çıkıp en sonunda TL ile harcama yapamaz hale gelmek veya düne kadar vatandaşa verilmiş olan imkanları geri çekmek bize özgü bir anormallik. Kasa başında tanık olduğum, Türkiye’nin nasıl bir çıkmaz sokakta ayakta kalmaya çalıştığının mikro ölçekteki örneklerinden biriydi sadece. Bankacılar anlatmaya kalksa böyle binlerce hikaye var.
Mehmet Şimşek göreve başladığında herkes bu durumu yanlış anladı; ben de burada birkaç kez uyarıcı olmaya çalıştım, Mehmet Şimşek’in dönüleceğini vaat ettiği ‘rasyonel ekonomi’nin ufukta gözükmediğini söyledim. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın ‘rasyonel’i ile Mehmet Şimşek ve ekonomi piyasalarının ‘rasyoneli’nin aynı şey olmadığını biliyordum.
Şimşek göreve geleli 1 ay oldu ama uygulamaları temelde Nurettin Nebati’den çok da farklı değil. Evet arada Merkez Bankası faizi yüzde 15’e yükseldi ama belki 1 yıl önce Nebati, ‘Merkez Bankası faizini anlamsızlaştırdık’ demişti övünerek, bugünkü yüzde 15 de aslında hala ‘anlamsız’ bir faiz, çünkü piyasa gerçeğiyle bağı yok.
Kaldı ki meselemiz zaten faiz de değil; güven.
Aşırı dolarize olmuş, bu dolarizasyonun yarıdan fazlası KKM adı altında bizzat devlet tarafından sübvanse edilen bir para sisteminde, vatandaşın veya şirketlerin dolardan ziyade TL’ye güvenmesini istiyoruz. Onlar da yapılanlara bakıp güvenmemeye devam ediyor.
Mehmet Şimşek’in neden eski Mehmet Şimşek değil de, sadece daha az konuşan, konuşacak olursa da daha az gaf yapan bir Nurettin Nebati olmak zorunda kaldığını merak edenler bence ülke gerçeğinden bihaber, hayal ve temenniler dünyasında yaşayanlar.