04-07-2023
İsmet Berkan

İçinden geçtiğimiz derin ekonomik sıkıntıyı ‘normal’ sanmak

İçinden geçtiğimiz derin ekonomik sıkıntıyı ‘normal’ sanmak

Hani bazen evde epeydir giymediğiniz bir pantolonun veya ceketin cebinde biraz para bulursunuz ya, öyle bir şey oldu dün.

Geçen yıl, toplu halde çok sayıda tişört satın almıştım, internet üzerinden. Bu tişörtlerden biri, henüz paketi bile açılmamış şekilde dün ansızın ortaya çıktı. Paketin üzerinde tişörtün fiyatı da yazılıydı: 35 lira.

Tesadüf bu ya, önceki gün oğlumla mayo almak için ünlü bir yerli erkek giyim mağazasına gitmiştik, oğlum mayosunu denerken ben de etrafa bakıyordum. Tişörtler gördüm mağazada. 1,199 liraydı düz beyaz tişörtler. Acaba yanlış mı görüyorum diye okuma gözlüğümü takıp yeniden baktım etikete. Üstelik bu mağaza ve marka öyle pahalı olmasıyla meşhur bir marka değildi, aksine genç ve düşük gelirli beyaz yakalı çalışanları hedef alan, makul fiyatlı bir markaydı.

Evde geçen yıldan kalma tişört 35 lira, mağazada tişört 1,199 lira…

Bugün 35 liraya ne alınabiliyor? Dün gece bir top dondurmaya 25 lira verdik; bazı butik ve pahalı dondurmacılarda dondurmanın topu 50 lirayı aşıyor.

Yarın sabah enflasyon açıklanacak. Başka pek çok kişi gibi benim gözüm yıllık rakamdan ziyade bu yılın ocak ayından beri yaşanan enflasyonun toplamında olacak. Mayıs ayında 5 aylık enflasyon toplamı yüzde 15,26 idi. Herhalde yüzde 17’nin üzerine çıkacak ilk altı ayın enflasyonu yarın sabah. Haziran rakamlarını dün açıklayan Enflasyon Araştırma Grubu ENAG’a göre yılbaşından bu yana enflasyon yüzde 50’yi aşmış durumda.

Elbette yüzde 50 ile yüzde 17 arasında dehşet verici bir fark var. İki rakam aynı anda doğru olamaz ama hangisini doğru seçerseniz seçin, yaşadığımız fiyat artış hızı ‘normal’ falan değil.

Bakın, Batı ülkeleri enflasyonları yüzde 9-10’a çıktı diye resmen krize girdiler, aylarca başka konu konuşmadılar, faizleri deli gibi yükselttiler ve enflasyonu yeniden kontrol altına aldılar. Türkiye ise daha bu konuda harekete bile geçmedi, Merkez Bankası’nın faizi yüzde 15’e yükseltmesi bir anlam ifade etmiyor.

Bakın, seçimden önceki son cuma günü, 26 Mayıs’ta 1 Amerikan doları almak için 19,97 lira veriyordunuz. Bu sabah 26 liradan satılıyor 1 Amerikan doları. Yüzde 30’dan fazla arttı 5 haftada doların fiyatı. Yıl başından beri bakacak olursanız artış yüzde 40’ın üzerinde.

Eskiden ATM makinesinden ayda iki kez 750 lira çekmek, aylık nakit ihtiyacım için yeterli olurdu. Şimdi cüzdanımda 750 lira kaldığında, ‘Eyvah naktim bitiyor’ diye düşünüyorum.

Yeni fiyatlara alışmak da, bu fiyatlara uygun davranış geliştirmek de artık kolay değil. Dün akşam otomobilimizi bir otoparka koyduk, girişte kocaman yazıyordu: Otopark ücreti 100 TL. Otopark ücreti 20 liraya yükseldi diye sinirlendiğim zamanlar dün gibi.

Bu sabah benzine ve sigaraya zam geldi. Bir simit 10 lira olmanın eşiğinde. Eskiden otomobil aldığımız paraya bugün buzdolabı alıyoruz.

Bu ülkede 30 milyondan fazla insan gelirini aylık ücret olarak elde ediyor. Aldığınız ücretler ne kadar hızlı artmalı ki, fiyatların artış hızını yakalayasınız, hatta o hızı geçip kendinize ve ailenize refah yaratabilesiniz? Sadece 6 ayda resmen yüzde 17 artan fiyatları yakalamak için ücretiniz ne kadar artmalı ki hayat pahalılığına yenilmeyesiniz?

Aynı şeyi bir de size o ücreti ödeyen, o ücret zammını yapacak işveren açısından düşünün. Kazancını ne kadar arttırmalı ki, sizin hayat pahalılığına mağlup olmamanızı sağlayacak kadar ücret artışı verebilsin?

Neresinden baksanız çok feci bir anormallik yaşıyoruz ve bu anormalliği de aslında kendi kendimize yarattık.

Adını da koymak lazım, bu yaşadığımız anormalliğin müsebbibi Tayyip Erdoğan’dan başkası değil. Halk, aynı Erdoğan’ı ‘Bu işi düzeltse düzeltse o düzeltir’ diyerek yeniden iktidara taşıdı.

Şimdi Erdoğan sıkışmış durumda: Yerel seçimi enflasyonla mücadele ederek mi kazanabilir, ediyormuş gibi yaparak ama gerçekte etmeyerek mi?

Şimdilik seçimi ikincisiymiş gibi duruyor.

Muhalefet büyük resme bakmaktan vaz geçerse…

Muhalefet büyük resme bakmaktan vaz geçerse…

Kemal Kılıçdaroğlu’nun yüzde 48’de kalıp seçimi kaybetmesiyle Türkiye’de 2017’den beri Cumhur İttifakı’na karşı birlikte hareket eden geniş muhalefet cephesi darmadağın oldu.

Bir yanda CHP içinde adına ‘değişim’ denen ama tam olarak ne anlam ifade ettiği bilinmeyen, korkarım ‘Kemal Kılıçdaroğlu gitsin, yerine ben geleyim’den daha öte bir anlam ifade etmeyen bir tartışma var.

Seçime CHP ile birlikte giren partilerden üçü, Saadet, Deva ve Gelecek, Meclis’te tamamen pratik sebepler için bir araya gelmeyi bile başaramadı. Bu üç parti CHP’den tamamen kopmuş gözüküyor, CHP çevresi ise bu üç partiyi ağır biçimde suçluyor.

CHP’nin bu muhalefet ittifakındaki en önemli ortağı İyi Parti ise kendi yoluna gitme hazırlıklarında. Evet birkaç parti yöneticisi, ‘Millet İttifakı bitti’ diye açlıklamalar yaptı ama bu CHP ile İyi Parti’nin yerel seçimde yeniden bir işbirliği modelini hayata geçirmeyeceği anlamına gelmez. Ama bu kez İyi Parti daha iyi pazarlık yapma, daha çok ortak adayı kendi mensupları arasından çıkarma isteğinde büyük olasılıkla.

Önümüz yerel seçim. Bu seçim, ‘Millet İttifakı’nın tabutuna son çiviyi de çakabilir, muhalefetin yeniden ümitlenip 2028 için yeniden bir araya gelmesine de vesile olabilir. Aynen 2019 seçimi gibi.

Büyük resim, muhalefetin dağılması ve Kürt siyasi hareketinin partisi konusunda bir yeni görüş geliştirip onların desteğini alamaması halinde, İstanbul ve Ankara’nın kaybedilebileceğini söylüyor.

Oysa, eğer Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 48’lik oy iyi tahlil edilebilirse ve 28 Mayıstakine benzer bir heyecan yaratılabilirse, muhalefet bırakın İstanbul ve Ankara’yı kaybetmeyi, halen Cumhur İttifakı kontrolunda olan başka büyük şehirleri de kazanabilir.

Ancak görülen, muhalefetin bu büyük resme odaklanmak yerine şimdilik birbirini suçlama ve kendi küçük iç hesaplarını görmeye odaklandığı. Birlikte girilen seçim sonuçlarını gerçekçi bir değerlendirmeye tabi tutmak, zayıf ve kuvvetli yanları saptamak, zayıflıkları giderip güçlü yanları tahkim etmek gibi bir arayış görülmüyor.

Şurası açık: CHP’deki liderlik yarışı, muhalefetin toplamı için belirleyici olacak. Küçük partiler de, İyi Parti de aslında CHP’de oluşacak yeni durumu ve söylemi bekliyor.

CHP’de ister Kemal Kılıçdaroğlu ister başka bir isim, yarışı kazanacak adayın en büyük sorumluluğu, muhalefeti yeniden tek bir şemsiye altında toplamak olacak. Bu başarılamazsa, CHP Genel Başkanlığı çok da fazla bir anlam ifade etmeyecek.

Mahalleli eline sopa alıp sokağa çıktığında…

Mahalleli eline sopa alıp sokağa çıktığında…

Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde yaşananların arka planı nihayet belli oldu. Buradaki Orhangazi Mahallesinde yaşanan ve geçmişi de aylar öncesine kadar giden bir gerginlik var.

Mahallenin önde gelen esnaf ailesi Aydemir ailesi ile mahallede yaşayan Suriyeliler arasında bir gerginlik var. Gerginliğin bir noktasında Suriyeli göçmenlerin Aydemir ailesinin beslediği bir köpeği öldürdüğü öne sürülüyor. Önceki akşam bütün mahalle ahalisi Aydemir ailesiyle birlikte sokağa çıkıyor, Suriyelilerin yaşadığı binalara elde sopalar ve taşlarla saldırıya geçiyor.

Polis dün 10 Suriyeli’yi aldı, sınır dışı etmek için gönderdi. Ama bazı şeyler hala net değil: Bu Suriyeliler, Türkiye’de legal statüsü olan kişiler miydi, yoksa yasadışı göçmen miydi? Dilovası’nda kaç tane legal Suriyeli var, kaç tane kaçak? Polis, Suriyeliler ile mahallenin bu sözü geçen ailesi arasındaki gerginliğe neden zamanında müdahale etmedi? Yoksa bu gerginlikten hiç mi haberdar olmadı?

Görüyorsunuz, bazen bir köpeğin öldürülmesi bile inanılmaz tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor.

O kadar diken üzerindeyiz yani.

Disney+ havlu mu atıyor?

Disney+ havlu mu atıyor?

Netflix, küresel bir yayın platformu olmaya karar verdiğinde Amerika’nın geri kalan dev içerik üreticileri buna burun kıvırmıştı.

Ama Netflix başarılı olunca herkes onun arkasından gelmeye karar verdi. Hem ABD’de hem de küresel düzeyde dev bir içerik savaşı başladı. İki büyük oyuncu, Amazon Prime ve Disney’di, Disney yarattığı Disney+ adlı platformla Netflix’e sadece ABD’de değil küresel düzeyde rakip olmak, hatta onu geçmek istiyordu.

Şimdi arkadan bir de HBO Max geliyor. Warner Media ile Discovery’nin birleşmesi sonrası ortaya çıkan dev medya ve içerik şirketi, ABD’de operasyonlarına başladı bile, pek yakında onlar da küresel rekabete girecekler.

Küresel rekabet demek, her ülkede yerel içerikler üretmek, bu içeriklerin öncelikle o ülkede ama aynı zamanda küresel düzeyde de çok seyredilmesini sağlamak demekti. Netflix’in Kore’de ürettiği bazı diziler küresel fenomene dönüştü, Türkiye Netflix’in bazı dizileri ciddi ilgi görüyor. Hepimiz burada Almanya’da, İzlanda’da, Fransa’da yapılmış işleri de seyrettik, ABD’dekiler dışında.

Disney+ da aynı yolu izlemek istedi ama anlaşılan yeterince başarılı olamadı. O yüzden şimdi küresel düzeyde yerel içerikleri kaldırmaya başladılar. Bunu neden yaptıklarını, kütüphanelerini neden sadeleştirdiklerini henüz açıklamadılar ama sanmıyorum ki Disney+ bu işte havlu atmaya, pazardan çekilmeye hazırlanıyor olsun.

James Webb Teleskopunun harikaları

James Webb Teleskopunun harikaları

Henüz iş başında bir yılını yeni tamamladı ama NASA’nın uzaydaki teleskopu James Webb neredeyse her hafta bize birer harika uzay görüntüyle çıkageliyor.

İşte son olarak güneş sistemimizin dört dev gezegeni, Jüpiter, Uranüs, Satürn ve Neptün’ün bugüne kadar görmediğimiz güzellikte ve netlikte görüntüleri elimizde artık. Kişisel olarak ben Satürn görüntülerine bakmaya doyamadım.

James Webb Teleskopu bir mühendislik harikası. Dünya ile Güneşin orta noktasında, yani dünyadan bir hayli uzakta bir yörüngede çalışıyor bu teleskop. Tam açılmış hali kabaca bir tenis sahası büyüklüğünde.

Ve hizmete girdiği ilk günden itibaren bize evrenle, evrenin ilk dönemleriyle ilgili öyle bilgiler üretti ki, bütün astronomi teorisinin ve evrenin yaşıyla ilgili hesapların belki yeniden yapılması bile gerekecek.