Türkiye Kupası finalinde Atilla Karaoğlan düdük çalacak
Fenerbahçe sportif direktörlük görevine Mario Branco'yu getirdi. Sonu önceki mevkidaşlarına mı benzeyecek yoksa bu kez işler değişecek mi? Bu soruların yanında elbette işin özüne dair tartışmalar da yeniden başlayacak.
Dünyada bu işin en ünlü simalarından Monchi, Sevilla’nın Fenerbahçe ile oynayacağı UEFA Avrupa Ligi Son 16 rövanş mücadelesi için İstanbul’a geldiğinde kısa bir röportaj vermiş ve “Doktor bana bir gün saha içinde öleceğimi söyledi.” demişti. Ekonomi, altyapı, tesisleşme, kadro mühendisliği, insan yönetimi ve sportif direktörlük tanımındaki daha bir sürü şey henüz 54 yaşında ondan epey parça koparmıştı. Endülüs ekibinde de durum hiç iyi değildi.
Başarılı yılların hatırı mı devreye girdi yoksa paranormal bir güç formayı mı oynatmaya başladı bilinmez. Fakat Sevilla, sezon sonunda Aston Villa’ya gidecek olan Monchi’ye bir kupa daha hediye etti. Ligde de kaldılar. Kimse yolun yarısında Monchi’ye git demedi. Kimse kupa kazanıldı, hedeflere ulaşıldı diye yola devam çağrısında bulunmadı. İspanyol futbol adamı, Julen Lopetegui ve Jorge Sampaoli’yle işler yolunda gitmeyince eşofmanları giyip kulübeye inmedi. Hedefi bu değildi. Misyonunu tamamladı. Başarı veya başarısızlık eşit pay edildi. Ve yollar profesyonelce ayrıldı. Olması gerektiği gibi.
Monchi İstanbul’a indiğinde eşleşmenin karşı tarafında işler henüz tıkırındaydı. Başkan Ali Koç sezon başında kulübün anahtarlarını tecrübeli bir isme, Jorge Jesus’a emanet etmişti. Jesus geldiğinde deneme yanılma tahtası çiziklerle doluydu. Portekizli teknik adam takımın her şeyiydi. Başkan olduğu günden beri Ali Koç ilk kez arkasına yaslanmıştı. Transfer operasyonlarını Jesus’un isteklerine göre yürütmüş, takım zaman zaman eleştirilse de olaylara müdahil olmamıştı. Tribünler şampiyonlukla birlikte başarılı bir Avrupa sezonu beklerken uzak takipteydi.
Göreve başladıktan sonra ilk hamle olarak Damien Comolli’yle anlaşan ve futbol şubesini tamamen onun himayesine bırakan Ali Koç süreklilik arz edecek bir yapı kurmayı vadediyordu. Olmadı. 18 ay görevde kalan Comolli’nin marifetleri tartışılır. Ama takımla bağları koptuktan sonra “Bu kulüp sürekli kendini imha etme modunda.” diyerek analiz yeteneğinin fena olmadığını göstermişti. “İlk hatamız Ali Koç’un şampiyon olacağız demesiydi. Biz buna hazır değildik.” cümleleriyle de topu başkana atmıştı.
İlk gün şampiyonluk hedefi koyan Ali Koç kupasız geçen yılların ardından başkanlık koltuğundaki beşinci sezonuna da yine mutlak şampiyonluk ve Avrupa’da başarı hedefiyle başladı. Fakat tur Sevilla’ya gidince ilk şok geldi. Sezon sonunda ezeli rakip Galatasaray ipi göğüsledi. Yine de Ali Koç döneminde ilk kez bir teknik direktör bir tam sezonu tamamlayabildi. Haziran ayında Jesus’la yollar ayrılırken Fenerbahçe, Ali Koç döneminde dokuzuncu kez teknik direktörünü görevden aldı. Akabinde geçen hafta Mario Branco ile sözleşme imzalandı ve üçüncü sportif direktör hamlesi de geldi.
Türkiye sportif direktör tabirini ilk kez Haziran 2009’da yine Fenerbahçe sayesinde duymuştu. Sportif direktörlük için Aykut Kocaman’la anlaşan Aziz Yıldırım bu sistemin yeni olduğunu söylemiş ve taraftardan destek istemişti. “Hemen yarından olayı yetki karmaşasına sürükleyip, onu yapar bunu yapamaz konusuna getirmemek lazım.” diyen Yıldırım başkanlık tecrübesi ile hayat deneyimini harmanlıyordu sanki. Geleceğe dair öngörüsü doğruydu. Ülkede bu makamın gerekliliği ve yetki sınırına dair tartışma hiç bitmedi. Ülke futbolunun lokomotifi (!) üç büyüklerde ise 2009’dan beri toplam dokuz sportif direktör çalıştı. Bu süreçte Fenerbahçe’de dört, Galatasaray’da üç, Beşiktaş’ta iki isim futbol şubesini yönetti. Aslında bu düşük rakam bir devamlılık portresi de çiziyor olabilirdi. Fakat ortalama görev süreleri yalnızca 10 ay oldu. Neredeyse bir futbol sezonu kadar görev yapabilen insanlardan tam olarak ne beklenebilirdi ki?
Branco, Cenk Ergün ve Ceyhun Kazancı ile ilk kez üç takım da sezona bir sportif direktör ile başlayacak. Galatasaray taraftarı Cenk Ergün’den ziyade Erden Timur’a sırtını yasladı. Beşiktaş’ta Ceyhun Kazancı ile taraftarın yıldızı ilk günden beri bir türlü barışmadı. Branco imzalayalı ise daha bir hafta oldu. Bazı Fenerbahçeliler denemenin bir kez daha yanılma ile biteceğine emin ancak Portekizlinin küçük bütçelerle büyük işler yarattığına inanıp bekleme moduna geçenler yok değil.
Neler yaptı peki Branco? Son 10 yılda Estoril, Hajduk Split, PAOK ve Famalicão’da çalıştı. 2010’da başkanlığa gelen Tiago Ribeiro o dönem pek tanınmayan Marco Silva ile anlaşmıştı. İflasın eşiğine gelen, geriye yalnızca beş oyuncusu kalan Estoril üç sene içinde Portekiz’in en üst ligine çıktı ve Branco sportif direktörlüğe başladı. Estoril, Branco’nun en uzun süre çalıştığı takım oldu. Dört sezonun ilk ikisinde ligi ilk 5’te bitirerek Avrupa Ligi ön elemelerine katıldılar. Transfer piyasası için küçük ama Estoril için büyük adımlar atarak Branco döneminde 12 milyon euroluk oyuncu satışı yaptılar. Ancak yatırımcı desteği azalınca yönetici kadro dağıldı.
Hajduk Split’te iki sezonda 1,5 milyon euro harcayıp 23,4 milyon euroluk satış yaptılar. Takım ligde Rijeka ve Dinamo Zagreb’in gerisinde kaldı ama Branco mali dengeyi olumlu tarafta tutmayı başarmıştı. Kiralık oyuncularla anlaşıyor fakat satın alma opsiyonunu kenarda tutuyordu. O esnada alt yaş kategorilerinde U15 ve U19 takımları şampiyonluk yaşamış, altyapıya olan güven artmıştı. Branco’yu işlerin fena gitmediği iki yılın ardından PAOK’un projesi cezbetti. Ayrılık açıklamasında “Hajduk yeniden rekabetçi, istikrarlı ve uluslararası saygınlığa sahip bir takım oldu ve bundan gurur duyuyorum.” demesi projeden tatmin olduğunu gösteriyordu.
Branco’nun geldiği 2018/19 sezonunun başında takımın en skorer ismi Aleksandar Prijovic’i 10 milyon euroya satıp gelen parayla kadronun farklı bölgelerine ekleme yaptılar. 25 yaş altı oyuncularla takımın yaş ortalamasını düşürdüler. Ligi ilk sırada tamamlayan PAOK 34 yıllık şampiyonluk hasretini dindirdi. Hatta Yunanistan Kupası’nı da kazanıp duble yaptılar. Ancak Branco’nun hedefi bunların ötesindeydi. PAOK’u ‘Yunanistan’ın Porto’su’ yapmak ve Avrupa’nın en iyi 20-30 takımı arasında girmek istediğini söylüyordu. Sonraki sezon takım Avrupa Ligi play-off turunda elenince Branco görevden ayrılmak istediğini Başkan Ivan Savvidis’e bildirdi. Uzun vadeli planlar bir anda unutulmuştu. Başkan istifayı kabul etmedi ama büyü bir kere bozulmuştu. Oyuncular soyunma odasındaki atmosferin zamanla kaybolduğu yönünde şikayetlere başladılar. Sezon sonunda Branco ülkesinin orta sıra takımlarından Famalicão’nun yolunu tuttu. Bir yıl sonra ise Fenerbahçe’de önce futbol direktörlüğüne ardından da sportif direktörlüğe getirildi.
Geçmişin hayaletleri Sarı-Lacivertlilerin peşinde elbette. Giuliano Terraneo’nun Robin van Persie’nin sakatlığını saklaması, Comolli ile yaşanan tarihin en kötü sezonu, Emre Belözoğlu’nun transfer tercihleri ve teknik adamlık kariyeri öncesi bir basamak olarak sportif direktörlüğü görmesi hala hafızalarda. Bu yüzden biraz da üfleyerek yiyecekler yoğurdu.
Avrupa’nın beş büyük ligindeki takımlar ise sportif şube yönetimini zamanla saha içinden eski sporculara veya iş dünyasından profesyonellere bırakmaya başladı. Sportif direktör çalıştırmayan takım sayısı artık iki elin parmaklarını geçmiyor. Nitekim Monchi’nin 2000’lerin başında yarattığı dalga ile son 10 yılda Hasan Salihamidziç, Giuseppe Marotta, Luis Campos, Michael Edwards, Michael Zorc, Ralf Rangnick ve Txiki Begiristain gibi yeni yıldızlar bazı top cambazlarının önüne geçmiş durumda.
Peki bu isimler her zaman en iyi ve en doğru kararları mı alıyorlar? Buna evet demek imkânsız. İnsanın doğasına aykırı. Onlar da muhakkak hata yapıyor, milyon eurolar heba ediyor, yanlış oyuncular seçiyor, kadroyu şişiriyor… Nihayetinde klişe tabirle futbol zaten bir hatalar oyunu. Bu hatalara ne kadar yer açabildiğiniz ve neler beklediğinizle ilgili her şey. İlk baştaki soruyu gerçekten de işin en başında yanıtlayıp öyle yola çıkmak lazım belki. Olması gerektiği gibi.