17-07-2023
İsmet Berkan

Vatandaş kemer sıkıyor, kamu kemeri gevşetmeye devam ediyor

Vatandaş kemer sıkıyor, kamu kemeri gevşetmeye devam ediyor

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ilave motorlu taşıtlar vergisinden kurumlar vergisindeki artışa ve özel tüketim vergisi oranları için Cumhurbaşkanı’na verilen 5 kata kadar arttırma yetkisine kadar her şeyin bütçede deprem sebebiyle oluşan açığı kapatmak için yapıldığını söylüyor. Bunu anlatmak için gösterişli bir isim de bulmuş ama aslında bize gerçeğin yarısını söylüyor.

Doğru, deprem için yapılacak harcama olağanüstü, çünkü depremin kendisi olağanüstü. Ama bizim yıl ortasında 1,1 trilyon liralık ek bütçe hazırlamak zorunda kalmamıza neden olan olağanüstü harcamalar sadece depremden kaynaklanmadı. Neredeyse deprem kadar, hatta daha fazla parayı seçim vaatlerine ve geçmiş hükümetin enflasyonla mücadele etmediği için yarattığı balon gibi şişmiş yeni fiyatlara harcıyoruz ve harcayacağız.

Mehmet Şimşek, deprem kartını ileri sürerek ‘Ülkemiz zor durumda, bu durumdan hep birlikte zorluklara katlanarak ve dayanışma ile çıkacağız’ demek istiyor; güzel sözler, güzel duygulara hitab etmeye çalışan şeyler.

Ancak dayanışma dediğiniz şeye herkes katılmalı, öyle değil mi? Kamyoncu veya servis aracı sahibi bir gün önce 27 liraya aldığı mazotu 33 liraya alacak, yani evine götüreceği ekmekten kısmak zorunda kalacaksa, bu kısıntıyı herkesin yaptığını bilmek onu bir ölçüde rahatlatabilir.

Oysa öyle değil. Madem amaç bütçe açığını azaltmak, bunu yapmanın iki yolu olduğunu hepimiz kendi kişisel bütçelerimizden biliyoruz: 1. Gelirleri arttırmak; 2. Giderleri azaltmak.

Devletimiz gelirlerini arttırmaya çalışıyor, anladık. Peki giderlerini azaltmaya çalışıyor mu? Henüz buna dair sembolik olsun bir işaret göremedik.

Mesela, Tayyip Erdoğan’ın konvoyu 200 araç yerine 80 araçtan oluşsa devletin itibarı mı azalır?

Mesela, devletimiz oturup Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün sözleşmesinin uzatılmasına dair sözleşmeyi iptal etmeye çalışsa, devlete ilişkin algı mı değişir?

Mesela, devletimiz İstanbul Havaalanı’nın ertelenen kira ödemelerini, ‘Sizin durumunuz düzeldi, her gün yeni yolcu ve uçak iniş-kalkış rekoru kırıyorsunuz’ diyerek ertelemekten vaz geçse ve hatta bu kiraya biraz zam yapsa ne olur?

Mesela devletimiz, Gebze-İzmir otoyolunda ve özellikle Osman Gazi Köprüsü’nde uyguladığı sübvansiyonları tamamen kaldırsa, yolu ve köprüyü kullananlara gerçek ücreti ödeme zorunluğu getirip bu yoldaki araç geçiş garantisi miktarını da tartışmaya açsa, acaba Hazine kasasından ne kadar tasarrufta bulunmuş olur?

Bu örnekleri daha çoğaltabilirim ama çoğaltmayacağım. ‘Rasyonel’ ekonominin  gereği, bu çeşit fahiş fiyatların devlet hazinesinden ödenmesini mümkün olduğunca azaltmak değil midir?

Devlet, sahiden tasarrufa kalkışsa bir çırpıda yıllık 20 milyar doları aşkın gereksiz harcamayı silebilir ve hiçbirimizin yaşadığı hayat değişmez.

Dayanışma denen şey tek taraflı olmaz. Gelen haberlere bakılacak olursa emekliye yüzde 25’in de ötesinde zam arzu edilmiş, en azından bir miktar da seyyanen artış önerilmiş ama Mehmet Şimşek, ‘Para yok’ demiş, buna engel olmuş. Devletin harcamadan tasarruf yapmaktan anladığı bu.

Taş çatlasa 1,2 milyar dolara mal olan Yavuz Sultan Selim Köprüsüne 10 milyar dolarlık ödeme garantisinden tasarruf ediyorsanız, tasarruf etmiş olursunuz.

Çanakkale Köprüsü kaç paraya maloldu, köprüyü yapan konsorsiyuma toplamda kaç para geçiş garantisi parası vaat edildi?

Kredi kanalları kapalıyken faizin düşük olmasının ne anlamı var?

Kredi kanalları kapalıyken faizin düşük olmasının ne anlamı var?

Merkez Bankası’nın bankalara gecelik borç verme faizinin düşük tutulmasının bir dini bir de ekonomik/siyasi gerekçesi var.

Dini gerekçeyi (Nass) bir kenara bırakıp ekonomik/ siyasi gerekçeye yakından bakalım.

Buna göre Merkez Bankası fonlama faizini düşürerek TL’yi bollaştıracak, bu bollaşan TL de kredi olarak şirketlere akacak, en sonunda şirketler de aldıkları krediyle yatırım yapıp istihdamı ve ekonomik büyümeyi arttıracaktı.

Doğrudur, hem istihdam arttı hem ekonomik büyüme. Arada alınan kredilerin bir bölümü dolara gitti falan ama Tayyip Erdoğan’ın oturduğu yerden bakınca, seçimi kazanmasını istihdam artışı ve ekonomik büyüme sağladı. Halk, hayat pahalılığını ikincil önemde kabul etti, düzenli gelir elde etmesini yani işsiz kalmamayı daha önemli saydı.

Ancak bugün gelinen noktada, daha doğrusu epey bir süreden beri, kredi genişlemesi denen şey durdu, aksine bir daralmanın içindeyiz. Bankalar bırakın şirketlere kredi vermeyi, kredi kartlarına taksit uygulamayı bile durdurdu.

Ekonominin yavaşlayıp Türkiye ortalamasına hatta biraz altına geri geldiğini, geçmişin rekor büyüme rakamlarına bugün için ulaşılamayacağını Tayyip Erdoğan dahil herkes görüyor.

Peki o zaman hala düşük faizde ısrar niye? Bu hafta yapılacak Merkez Bankası toplantısında bazıları faizin 5 puan daha artmasını ve yüzde 20’ye gelmesini bekliyor ama benim işittiğim faizin çok daha sınırlı artacağı, genel oranın yüzde 17 civarında bir yere geleceği. Yani piyasaları ikinci bir hayal kırıklığı daha bekliyor.

Elbette faizin bir anda yüzde 40-45’e getirmenin ekonomik sonuçları çok sert olurdu. Yerel seçime doğru giderken kimse bu ölçüde sert bir ekonomik fren beklememeli. Ama faizin yüzde 25-30 aralığına gelmesi aslında sert bir fren olmazdı; çünkü piyasada kredi faizleri çok daha yüksek noktalara ulaşmış durumda.

Merkez Bankası, ülkede enflasyon yüzde 40 sınırındayken ve her aklı başında insan yıl içinde yüzde 50’yi aşacak bir enflasyon beklerken faizi yüzde 25-30 aralığına çekerek yine aslında ‘sembolik’ davranmış olacaktı ama bu sembol çok daha güçlü bir işaret olacaktı, bu yapılmış olsa bugün dolar kuru 26 lira olmayacaktı.

Mehmet Şimşek, maalesef kendisine açılan güvenirlik kredisini büyük bir hızla tüketiyor.

Voleybolun altın nesli

Voleybolun altın nesli

Türkiye Kadın Voleybol Milli Takımı, Dünya Şampiyonu oldu. Uluslar Ligi organizasyonunda gelen bu şampiyonluk, uzun zamandır büyük bir yükselişte olan Türk kadın voleybolunun bu altın neslinin doruğa ulaştığının göstergesi.

Türkiye finalde Çin’i yenerek şampiyon oldu ama aslında gerçek rakiplerimizle biz çeyrek final ve yarı finalde karşılaştık. Önce İtalya’yı yendi Filenin Sultanları, ardından dünya şampiyonluğunu kimselere bırakmayan Amerika’yı.

Nitekim, finalde Çin’i de yenince Türkiye’nin ülke puanı, tarihimizde ilk kez dünya sıralamasında birinciliği getirdi. Hemen arkamızda ABD var.

Bu genç kadınları ne kadar övsek, onlarla ne kadar gurur duysak az. Çünkü onlar, arkalarından onları örnek alan müthiş bir genç kız neslini de sürüklüyor.

Voleybol maçlarının, özellikle de kadın voleybol maçlarının çektiği seyirci sayısına ve bu sporun meraklılarının artmasına bakın, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Bu başarıda, Fenerbahçe gibi, VakıfBank gibi, Eczacıbaşı gibi kulüplerin bu spora yıllardır yaptıkları ciddi yatırımların çok büyük bir katkısı var.

Bu siyasi haberi mutlaka okuyun

Bu siyasi haberi mutlaka okuyun

Seçimlerden sonra hepimiz hep birlikte siyasetten kaçıyoruz; siyasi haber yayınlayan sitelerin trafiğinde yarı yarıyayı aşan düşüşler var; siyasetten geçinen YouTuber’ları artık çok daha az kişi izliyor; biz 10Haber’de de gözlüyoruz, siyasi haberleri, çok sansasyonel bir şey olmadıkça, kimse okumuyor. CHP’deki değişim tartışması da, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çeşitli konuşmaları da bugünlerde kimsenin umurunda değil.

Ama bugün 10Haber’de bir siyasi haber var; herkese okumasını şiddetle tavsiye ediyorum.

Biliyorsunuz Cumhuriyet Halk Partisi kurultaya gidiyor. Bunun için bugünlerde CHP’nin mahalle örgütlerinde delege seçimleri yapılıyor. O delegeler gidecek ilçe kongresinde oy kullanıp il delegelerini seçecek. İl delegeleri de gidip il kongresinde oy kullanıp genel kurultay delegelerini seçecek. Sonunda o kurultay delegeleri de CHP’nin ekim ayında yapılacak kurultayında partinin geleceğine karar verecek.

10Haber’den Masum Gök, CHP tabanının da tabanı sayılması gereken, İstanbul’daki mahalle seçimlerine baktı. İlginin düşüklüğü, parti üyelerinin seçime katılmaması, seçimde oy verilen tarafın tercih edilme kriterleri gibi şeyleri çok güzel ve ayrıntılı olarak yazmış haberinde Masum.

Ülkemizde siyasetin nasıl yapılan bir şey olduğunu, siyasetin tabandaki yansımalarının nasıl şekillendiğini merak ediyorsanız bu haberi kaçırmayın. Bakın, sizin ülke yönetmesini ümit ettiğiniz temsilcileriniz birbirlerini seçerken nelere dikkat ediyor.

Keşke Göç İdaresi’nde Türkçe bilen birileri de çalışsa

Keşke Göç İdaresi’nde Türkçe bilen birileri de çalışsa

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Başkanlığı iki gündür ortalığı karıştırmakla meşgul. İlk açıklamaları, İstanbul’da 10 ilçedeki yabancılara ikamet izni vermeme uygulamasının 39 ilçeye birden yaygınlaştırıldığı hakkındaydı. 10Haber dahil bütün haber siteleri bu açıklamayı, ‘İstanbul’da yabancılara yeni ikamet izni verilmeyecek’ diye anladı ve böyle haberleştirdi. Oysa bu yorum doğru değildi. Göç İdaresi ilk açıklamasını düzeltmek için yeni bir açıklama yayınladı. Bu kez öyle bir cümle kurdular ki, herkes o cümleyi Türkiye’deki yabancıların sayısının nüfusun yüzde 20’sine ulaştığı şeklinde anladı. Bu 17 milyondan fazla üstelik ‘legal’ yabancının bizimle yaşamasın anlamına geliyordu. Tabii ardından üçüncü açıklama geldi. Göç İdaresi, ilk açıklamasındaki yanlış anlamayı düzelten ikinci açıklamasını da düzeltmek zorunda kalmıştı. Peki sonuç ne? Türkiye’de ‘legal’ statü sahibi yabancı sayısı 5 milyonun altında, bazı mahallelerde yabancı nüfusu Türk nüfusu geride bırakmış durumda, bu türden mahallelere yeni ikamet izni verilmiyor. Hepsi bu.