29-07-2023
İsmet Berkan

Vasatistanda ansızın açan güneşe aldanmalı mı?

Vasatistanda ansızın açan güneşe aldanmalı mı?

Türkiye’de yaşayanlara kendileri zaten içten içe bildikleri bir gerçeği açık açık söyleyeceğim:

Tümüyle liyakata dayalı bir ülkemiz hiçbir zaman olmayacak.

Neden olmayacağını da basitçe söyleyeyim:

Liyakat, biliyorsunuz ‘layık olmak’ demek; bir başka deyişle, yeterli olmak.

Bilgi çağında yaşıyoruz; her iş bilgiyle yapılıyor. Tecrübe dediğimiz şey de, kişinin yıllar içinde biriktirdiği bilgiden başka bir şey değil.

Bilgiyi nereden alıyoruz? Başlangıçta eğitim sisteminden, üniversitelerden.

Eğitim sisteminin kalite sorunlarına hiç girmeyeceğim: Üniversite sınavı daha yeni tamamlandı, bugünler tercih günleri.

Sınavı ilk sıralarda bitiren, diyelim Türkiye’nin en iyi 5 bin öğrencisi hangi okulları tercih edecek sizce?

Ezici bir çoğunluğunun tıp fakültelerine gideceğini geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz. Tıp okumayanlar elektrik-elektronik, bilgisayar mühendisliği gibi dalları tercih edecekler. Kuşkusuz başka seçimler de olabilir ama neyin olmayacağını şimdiden söyleyebilirim: İlk 5 binden hiç kimse Siyasal Bilgiler veya Kamu Yönetimi okumayacak.

Bu sadece bu yıla özgü değil, her yıl böyle Türkiye’de.

Türkiye’ye vali, kaymakam, emniyet müdürü gibi kamu yöneticileri yetiştiren Siyasal Bilgiler ve Kamu Yönetimi gibi fakülteler öğrencilerini üniversite sınavını ilk 20 bin ilk 300 bin kişi arasında bitiren geniş aralıktan alıyor.

Yani siz üniversiteye birinci sıradan giriyor, doktor olup bir devlet hastanesinde çalışmaya başlıyorsunuz ama bulunduğunuz şehrin bir numaralı yöneticisi üniversiteye sınavda 100 bininci olarak girmiş bir kişi.

Evet, biri pozitif bilim diğeri sosyal bilim ve sosyal bilimde baraj kriterleri çok daha düşük, bunu ben de biliyorum.

Ama diyelim sınavı ilk 100 kişi arasında bitirip bilgisayar okudunuz ve bir şirkete girdiniz; şirketin CEO’su aynı sınavı zamanında ilk 100 bin arasında bitirip ‘iş idaresi’ okumuş biri olabiliyor. 100 nerede 100 bin nerede?

Ama mesele sadece bundan ibaret değil ve bu söylediğim sorun ülkemize özgü de değil; diyelim dünyanın en liyakate dayalı sistemlerinden biri olan Amerika’da da Türkiye’deki kadar çarpıcı olmasa da benzer bir adaletsizlik veya eşitsizlik var. Orada da bilgili insanlar daha az bilgililer tarafından yönetilebiliyor, kritik kararlar bilgililer tarafından değil daha sınırlı bilgiye sahip olanlar tarafından verilebiliyor. Daha fenası daha sınırlı bilgiye sahip olanlar hayatta daha fazla para kazanabiliyor.

Ancak Türkiye’de durumumuz bir hayli vahim. Çünkü bizde yegane mesele hangi başarı sıralamasından hangi okula gittiğiniz değil; gayet vasat hatta vasat altı olabilen öğrencilerin siyasi görüş, bir cemaate mensubiyet gibi okul dışı bağlantıları sayesinde kamu hayatına atıldıktan sonra hak etmedikleri kadar yükselmeleri.

Çok nadiren tersi durumlar yaşanıyor ama çok nadiren…

Bakın, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı atamaları, kamuoyunda ve piyasalarda ‘liyakat’ olarak algılandı; bu sayede borsa sıçradı, Türkiye’nin risk primi ortada hiçbir somut şey olmadığı halde sırf bu algı sayesinde düştü.

Merkez Bankası’na atanan üç isim de Boğaziçi Üniversitesi kökenli. Ondan önce de hep çok iyi liselerden gelmişler. Üniversite sonrasında ABD’de doktora yapmışlar. İçlerinden biri arkadaşım diye söylemiyorum, bu isimler sahiden de bir özel sektör şirketine gitse o şirket yükselir, devlete gitse devlet.

Hepsinin birden bugün tuhaf bir ele geçirme duygusuyla vasatlaştırılmaya çalışılan Boğaziçi Üniversitesinden olduğu gerçeğini hatırlamadan edemiyor insan.

Bizim gibi vasatistanda yaşamayı fazlasıyla içselleştirmiş, aslında olabilecek en iyi durumda olduğumuzu ‘Bu tarlanın turbu bu’ sözüyle meşrulaştırmaya alışmış olanlar için çarpıcı bir anormallik yaşıyoruz.

Bakalım ne kadar sürecek, vasat o liyakatli insanlardan intikamını nasıl ve ne zaman alacak.

Çocuğunuz hayatta ‘başarılı’ mı olsun; ‘çok başarılı’ mı?

Çocuğunuz hayatta ‘başarılı’ mı olsun; ‘çok başarılı’ mı?

Madem liyakatten, eğitimden ve hayat başarısından girdik, oradan devam edelim.

Bizim oğlumuz Amerika’da iyi bir üniversitede okuyor. Gerçekte bizim onu orada okutacak maddi gücümüz yok ama o ve okulu sağolsun çok ciddi bir burs kazandı, o sayede eğitimine devam ediyor.

Amerika’da eğer iyi bir üniversitede okuyacaksanız, elbette en önce orada okuyacak kadar iyi bir öğrenci olmalısınız. Ama tek başına bu yeterli değil. Çocuğunuz çok iyi bir öğrenci bile olsa, siz de ya çok ciddi bir maddi güce sahip olacaksınız ya da çocuğunuzun gideceği okulun maddi gücü çok iyi olacak, ona hatırı sayılır bir burs verecek.

Amerika’da eğitim sahiden pahalı. Örneğin bir devlet üniversitesi olan University of California sistemindeki okulların yıllık maliyeti, eğer California’da bir liseden mezun değilseniz 90 bin dolara ulaşıyor, hatta aşıyor.

Amerika’nın bütün iyi okullarında eğer bursunuz yoksa çocuğunuz için yılda 100 bin dolar civarı bir parayı gözden çıkarmalısınız; 4 yılda 400 bin dolar. Üzerine yüksek lisans ve doktora yapacaksa (ki artık neredeye şarta dönüştü bunlar) en az 3 yıl daha benzer paraları ödeyeceksiniz.

Sadece Türkler için değil; Amerikalılar için de bu paralar geçerli.

Peki ama çocuğunuz 7 veya 8 yıl bu en iyi üniversitelere, diyelim ‘Ivy League’ diye anılan okullara gidip toplamda 700 bin doları aşabilen bir parayı ödediniz, çocuğunuz bu parayı geri kazanabilecek mi?

Bu sabah The Wall Street Journal gazetesinde okuduğum bir haber, Amerika’da işte bu adına ‘Ivy League’ denen en seçkin okulların o parayı ödemeye değdiğini söyleyen yeni bir bilimsel araştırmayı anlatıyordu.

Benzer eğitim başarısı seviyesinde ama bir bölümü devlet üniversitelerinden diğer bölümü ise Harvard, Yale, Princeton gibi ‘Ivy League’ kabul edilen okullardan çıkmış insanların hayat başarısına ve gelirlerine bakmış araştırmacılar.

Hepsi çok iyi para kazanıyorlar; yılda 200 bin doların üzerinde. Ama ilginçtir, Ivy League okullarından çıkanlar, yine de diğerlerinden daha fazla kazanıyor, daha fazla CEO, kamu yöneticisi ve politikacı bu okullardan geliyor. Yani bu seçkin okullara gitmek, hayatta ‘başarılı olmak’ ile ‘çok başarılı olmak’ arasındaki farkı yaratıyor.

Bu okullara girmek neden bu kadar zor, şimdi daha iyi anlıyor insan.

CHP’nin Akbelen imtihanı pek de iyi geçmedi

CHP’nin Akbelen imtihanı pek de iyi geçmedi

Türkiye günlerdir Limak ve IC İçtaş’a ait, cennet Gökova Körfezi’nin kıyısındaki iki termik santral için açılacak yeni maden sahasını konuşuyor. Aslında bu konu, yani ‘Akbelen ormanı’ konusu yıllardır gündemde ama nihayet hukuk savaşında sona gelindi, şirket bir mahkemeden ağaçları kesme ve maden açma iznini almayı başardı. Şimdi kesime girişince ortalık yine karıştı.

Dün bu karmaşaya CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ziyareti ayrı ve yeni bir tat daha ekledi. Kılıçdaroğlu elbette ağaç kesimine karşıydı ve kesime direnen köylüleri destekleme gitmişti. Ama basın açıklaması yapıp oradan ayrılacağı izlenimi verince ortalık karıştı. Köylüler ve civardaki eylemciler Kılıçdaroğlu’nun kesim alanına gitmeyeceğini sanmıştı; şimdi de protestolar üzerine gitti izlenimi doğdu.

Sadece bu da değil; CHP’den iki isim, genel başkana Akbelen’de eşlik eden iki isim, Mahmut Tanal ve Mahir Ali Başarır’ın köylülerle ve eylemcilerle tartışma görüntüleri de dün sosyal medyada çok konuşuldu.

Ben şunu anladım: Seçimlerin kaybedilmesinden sonra genel muhalefet cephesinde Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’lilerin o güne kadar sahip olduğu koruma kalkanı ve ‘Kol kırılır yen içinde’ anlayışı sona ermiş. Artık genel muhalefetin öfkesinden Kemal Kılıçdaroğlu ve etrafındakiler de paylarını alıyorlar.

Çok vahim FETÖ istatistikleri

Çok vahim FETÖ istatistikleri

Adalet Bakanı dün tam bir döküm verdi ve öğrendik. Biliyorsunuz, 2013 sonundan beri Türkiye’de yoğun FETÖ soruşturmaları yapılıyor.

Bakan Yılmaz Tunç, bu 10 yıla yaklaşan dönemde toplam 693 bin 162 kişi hakkında adli işlem yapıldığını söylemiş. Düşünebiliyor musunuz, neredeyse 700 bin kişi ‘terör’ şüphesiyle adli işlemden geçirilmiş. Çok acayip bir rakam.

Ama orada da bitmiyor. Halen dosyası açık, yani devam eden 67 bin 893 soruşturma, 26 bin 667 dava var.

Neredeyse 70 bin soruşturma dosyası. Her birinde 3 şüpheli olsa en z 210 bin kişi şu an soruşturma altında. Çok acayip bir başka rakam.

Ya süren davalar? Neredeyse 27 bin ayrı dava. Bunlarda yargılama devam ediyor, sonra bu dosyalar İstinaf’a, Yargıtay’a gidecek. Uzun yıllar boyunca FETÖ duymaya devam edeceğiz.

Peki kaç yargılama sona erdi? 253 bin 754 kişi hakkında karar verildi. Bunların 122 bin 632’si mahkumiyet, 97 bin 139’si beraat almış. 27 bin 98 kişi hakkında da hükmün açıklanması geri bırakılması kararı verilmiş.

Halihazırda cezaevlerinde 15 bin 539 kişi FETÖ’den ötürü içeride. Bunların 12 bin 108’i hükümlü. Kalanları tutuklu yargılaması devam edenler.

Türkiye’de toplam 30 bin 672 kişi hakkında yakalama kararı var. Yani bu kadar da firari FETÖ’cümüz bulunuyor.

Hangi başka ülkede bu kadar çok ‘terörist’ vardır?

Bir şeyimiz yanlış ama acaba neyimiz?

Annesini öldüren 16 yaşındaki çocuk

Annesini öldüren 16 yaşındaki çocuk

Samsun’dan gelen bir haber bir süre donup kalmama neden oldu. 16 yaşında bir çocuk, birlikte yaşadığı annesini tabancayla vurup öldürmüştü. İddiaya göre cinayet, anne-oğulun evde yaşadığı bir tartışma sonrası işlenmişti.

Bilmiyorum bir anlık öfke miydi, yoksa küçük çocuk kendince kaygılarla annesini öldürmeyi zaten düşünüyor muydu ama son derece vahim bir olaydan söz ediyoruz.

O yaşta bir çocuğun tabancasının olabilmesi, bu silahı edinebilmiş olması, sonra da onu annesinin üzerinde kullanması çok fena şeyler. Ne diyeceğini bilemiyor insan.