02-08-2023
İsmet Berkan

Ekrem İmamoğlu’nu durdurmak mümkün mü?

Ekrem İmamoğlu’nu durdurmak mümkün mü?

Ne zaman ‘Derin CHP’ mensubu Cumhuriyet Halk Partililerle konuşsam hep aynı şeyi hissediyorum: Herhalde bu insanlar tamamen başka bir ülkede, hatta belki tamamen paralel başka bir evrende yaşıyorlar.

Bir arkadaşıma bu gözlemimi aktardığımda o bana, ‘CHP’nin kendine ait bir sanal evreni olduğunu’ söylemişti. O zamanlar Facebook daha ‘metaverse’ kelimesini ticarileştirip hayatımıza tamamen sokmamıştı, ‘metaverse’ bilenlerin bildiği sanal evrendi sadece.

Bu sanal evren, anladığım kadarıyla zaman zaman çok genişleyebiliyor, zaman zaman ise son derece dar bir alana sıkışıyor.

Bugünler o dar alana sıkışma günleri. Artık ‘metaverse’de sadece bir kısım CHP’liler var, sanal gerçeklik gözlükleriyle dolaşan. Normal insanlar o gözlükleri çıkardı, gözlemim partililerin önemli kısmının da gözlüklerini kaldırıp rafa koyduğu şeklinde.

Şimdilerde parti içinde bir Kemal Kılıçdaroğlu-Ekrem İmamoğlu ‘yarışı’ olduğu söyleniyor ‘Derin CHP’ çevrelerinde veya bu ‘metaverse’de.

Oysa ben ne CHP’liyim ne de onların o ‘metaverse’inde fazla vakit geçirdim; o yüzden dışarıdan daha rahat gözlem yapabiliyorum ve bana göre ortada bir ‘yarış’ filan yok.

Akıl, izan, basit ve temel sağduyu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun herhangi bir konuda yarışamayacağını, yarışmaya kalkarsa da kaybetmesinin bazı fizik yasaları kadar kesin olduğunu söylüyor.

Amerikalı komedyen Jerry Seinfeld’in çok acımasız bir esprisi var, yarışlarda ikinci gelenlerle ilgili. Olimpiyatta gümüş madalya verilmesine kızıyor Seinfeld ve ‘Neyin madalyası bu? Sen ikinci geldin, yani kaybedenlerin şampiyonusun, madalyası bu’ diyor.

Kazanmayı yücelten Amerikan bakış açısı diyebilirsiniz, nitekim öyle zaten ama kaybetmenin yüceltilecek bir tarafı var mı? Nitekim Kılıçdaroğlu bunu bildiği için son dakikada kazanmak için kendi ilkelerini yerle bir edip ırkçılığa kadar her silahı kullanmadı mı? ‘Irkçılık yapacağıma şerefimle kaybederim’ dediğini duydunuz mu CHP liderinin? Kazanma ümidiyle İçişleri Bakanlığını, hatta MİT Başkanlığını bile bir marjinal partiye vaat ettiği ortaya çıkmadı mı?

Seçim gününden beri Kemal Kılıçdaroğlu’nu dikkatle izliyorum. Henüz ‘Adayım’ demedi ama ‘Aday olmayacağım’ da demedi ve zaman zaman aklı aday olup kazanmaya veya yerel seçim geçene kadar parti genel başkanlığını sürdürmeyi istemeye kayıyor sanırım.

Belki de Kılıçdaroğlu bu belirsizlik alanını mahsus bırakıyor; parti içinde kaos olmasını engellemek ve kurultaya kadar sağ salim CHP gemisini yanaştırabilmek için bir nevi kendini feda ediyor ama tabii eğer bilinçli bir belirsizlikse bile bu Kılıçdaroğlu ile CHP’yi çok yıpratıyor, onu da söylemek lazım.

Kılıçdaroğlu seçim sonrası şöyle dört başı mamur bir seçim analizi de yapmadı, özeleştiri de. Tek söylediği, ‘Kırsal alanlarda hayat pahalılığı yeterince hissedilmediği için kaybettik’ demek oldu; oysa sadece kırsal alanda kaybetmedi kendisi. Deprem bölgesinde de deprem mi hissedilmedi?

Ama bakın aradan bunca zaman geçtikten sonra depremde evi yıkılan vatandaşın doğru tercihte bulunduğu anlaşılıyor: O bölgeyi bir gezin bir tane CHP’li yardım organizasyonu görecek misiniz? Beğenmediğimiz ve şikayet ettiğimiz devletten başka kimse yok ortada. İşe aldığı depremzedeleri işten atan, depremzede çocuklara verdiği eğitim bursunu kesen CHP’liler biliyoruz.

Neyse, konumuz deprem değil CHP.

Bu partiye dışarıdan bakan biri olarak gördüğüm şudur: Ekrem İmamoğlu’nu şu an için bu partide durdurabilecek, onun genel başkan olmasının önüne geçebilecek bir güç yok.

Zaten o yüzden CHP’nin ‘metaverse’inde durmaya devam eden birkaç kişi dışında herkes İmamoğlu’nun arkasında hizalanmaya şimdiden başladı.

Kılıçdaroğlu yarışmaya kalkarsa, kendi siyasi kişiliğine ilişkin bunca yıl biriktirdiği sermayesinin son parçalarını da kaybedebilir.

Hayat, ‘metaverse’de gözüktüğü gibi değil.

Siyaset fikirle yapılır; İmamoğlu’nun fikri ne?

Siyaset fikirle yapılır; İmamoğlu’nun fikri ne?

Tayyip Erdoğan gibi güçlü ve artık tarihe geçmesi kesinleşmiş bir figürün varlığı, üstüne bu figürün bir de başkanlık sisteminin başkanı olması, kaçınılmaz biçimde siyasetin kişiler ve kişilikler üzerinden yapılan bölümünün ağırlığını arttırdı.

Ekrem İmamoğlu, CHP muhalefetinin 23 yılın sonunda ortaya çıkardığı en önemli lider figürü. Yani, çoğu insanın gözünde o Tayyip Erdoğan’la yarışabilecek kişi, çünkü ‘Erdoğan’ı İstanbul’da bir değil iki kez yendi.’

Tamam ama Tayyip Erdoğan’ın seçimleri sırf adı Tayyip Erdoğan olduğu için mi kazandığını düşünüyorsunuz? Onun kendi kişiliğinin, ‘Tayyip Erdoğan markası’nın ötesine geçen, daha doğrusu hepsini bütünleyip bir paket haline getiren bir fikriyatı olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Siyaset, fikirle yapılan bir şeydir. Önce Türkiye’ye söyleyecek bir sözünüz olacak, bu sözün kendi içinde tutarlığı ve tarihsel /kültürel bağlamı olacak. Ondan sonra da bir ‘lider’ tarafından ısrarla söylenecek.

Önce lider sonra fikir diye bir şey yok. Önce fikir var, o fikirlerin lider yaptığı insanlar var.

Peki Ekrem İmamoğlu ‘lider’ mi? Liderlikle popülerlik bir birine karıştırılan şeyler. Onun seçildiğinden beri bir nevi ‘rock yıldızı’ olarak yükselmesine, popülerleşmesine hep birlikte tanığız. Ama çok biliniyor, hatta çok seviliyor olmak onu lider yapmaz; en fazla potansiyel lider yapar.

Lider, adı üzerinde önde giden, arkasından da başkalarını sürükleyen insan demektir.

Cem Yılmaz da çok popüler ama lider değil. Bir seferinde bu durumu çok güzel ifade etmiş, ‘Beni sosyal medyadan şu kadar milyon insan takip ediyor. Yarın hadi kavgaya giriyoruz desem kaçı arkamdan gelir?’ demişti.

Cem Yılmaz’ın kavgaya girmeye niyeti olduğunu sanmıyorum ama Ekrem İmamoğlu kavgaya girmek için arkasından insan sürüklemek istiyor. Milyonlarca insanı kendisiyle birlikte kavga etmeye değeceğine inandırması lazım.

Peki ne diyor İmamoğlu? Ne biliyoruz Türkiye ile ilgili fikirleri hakkında?

Hemen hemen hiçbir şey.

Geçen hafta sonu Oksijen gazetesinde bir ‘manifesto’ açıkladı. Ne diyordu o yazıda? Laf salatasının ötesinde bir şey var mıydı? Hiçbir şey olmadığı için içeriği eleştirmek için bile olsa konu edilmedi o manifestonun. Üzücü bir durum.

Birileri galiba sahiden Tayyip Erdoğan’ın sırf Tayyip Erdoğan olduğu için seçim kazandığını ve Tayyip Erdoğan olmanın da kolay olduğunu düşünüyor.

Bu da bir başka sanal alem işte.

Bir terlikte Türk ekonomisi

Bir terlikte Türk ekonomisi

Birkenstock markasını bilmeyen yoktur. Bana soracak olursanız çok çirkin bir terlik ama giyenler hem çok rahat hem de çok güzel olduğunu düşünüyor. Yalnız da değiller; bu marka geçen yıl 1,2 milyar Euro’luk terlik satmış. Terlik.

Bugünkü 10Haber’de görmüşsünüzdür, bu Alman markası sonbaharda halka açılacakmış, iddiaya göre şirket 8 milyar dolarlık bir değer üzerinden borsada satılacak.

10Haber’de bu terlik markası, şirket değeri bakımından Tüpraş ve Sabancı Holdingle kıyaslanmış doğal olarak; 8 milyar dolar her iki dev Türk şirketinden de büyük bir değer.

Gelin ben de, Türkiye’nin ortaya çıkardığı en büyük küresel markalardan biriyle, Arçelik’le kıyaslayayım bu mantar terlikleri.

Arçelik, 2022 yılında neredeyse 134 milyar lira ciro yapmış. Ticari kârı aslında 39,5 milyar lira ama bu kârın içinden pazarlama giderinden yönetim ve ArGe giderine kadar giderleri çıkardığınızda geriye 9 milyar lira kâr kalmış. Yani cirosunun yüzde 6,5’u kadar kâr etmiş Arçelik geçen yıl.

Bugünlerde borsada Arçelik’in toplam değeri 3,5 milyar dolar civarında. Birkenstock’un bir hayli altında yani. Bu da neredeyse ‘normal’ çünkü Alman terlikçinin 1,2 milyar Euro satışı var; Arçelik’in ise 800 milyon dolar kadar.

Tek fark ciroda değil. Birkenstock’un bu cirodan (1,2 milyar Euro) elde ettiği net kâr 394 milyon Euro. Yani cirosunun üçte biri kadar kâr ediyor bu terlik şirketi.

Arçelik’in cirodan elde ettiği kârı neden oransal olarak düşük; Birkenstock’unki neden bu kadar yüksek?

Bu sorunun cevabı, Türk ekonomisinin neden bugün bildiğimiz halde olduğunu da açıklıyor aslında.

Terlikten yüksek katma değer elde etmek ama mesela TV’den edememek…

Oppenheimer’ı Barbie’den daha çok seyreden ülke

Oppenheimer’ı Barbie’den daha çok seyreden ülke

Son 10 gündür, dünya sinemaları ‘Barbenheimer’ günleri yaşıyor. İki birbiriyle ilgisiz ve neredeyse tamamen farklı seyirciye hitab etmesi beklenen film yarışıyor, bu yarıştan da iki film birden kazançlı çıkıyor.

Oppenheimer bir fizikçinin hayatına ve çektiği vicdan azabına odaklanan hayli uzun bir film, gülmeye eğlenmeye yaradığını söylemek zor. Ciddi bir drama bu.

Barbie ise işte adı üzerinde, çok meşhur oyuncak bebeğin filmi. Onlar son derece eğlenceli bu filme ciddiyet katmaya çalışmışlar ama sonuçta bu film seyirlik, eğlencelik, hoşça vakit geçirmelik bir iş.

Dünyanın dört bir yanında Barbie’nin daha fazla seyirci çekmesi ve dolayısıyla daha yüksek hasılat rakamlarına ulaşması hiç de şaşırtıcı değil. Fakat Türkiye sinema seyircisi bir hayli ilginç. İlk haftada Türkiye’de de Barbie öndeydi ama ikinci haftada Oppenheimer’ın seyirci sayısı Barbie’yi geçmiş durumda.

Meth belasının dehşet veren rakamları

Meth belasının dehşet veren rakamları

İstanbul Valiliği dün polisin başarılarını anlatmak için bir açıklama yaptı. Açıklamaya 1 Ocak 2023’ten 1 Ağustos 2023’e kadar geçen 7 aylık sürede polisin 24 binden fazla uyuşturucu operasyonu yaptığını ve tam 8,5 ton uyuşturucu madde ele geçirdiğini duyurdu.

Valilik açıklamasına göre yakalanan maddeler ve miktarları şöyle: 5 ton 657 kilo Metamfetamin, 1 ton 896 kilo Esrar, 335 kilo Sentetik Kannabinoid (Bonzai), 320 kilo Eroin, 217 kilo Kokain, 81 kilo Skunk, 24 kilo Afyon Sakızı, 7 kilo Sentetik Kannabinoid Hammaddesi, 3 kilo Amfetamin, 2 kilo MDMA, 435 kilo Kimyasal Madde, 2.202.251 adet Ecstasy Hap, 564.042 adet Captagon Hap, 193.378 adet Sentetik Ecza, 3.250 kök Hint Keneviri.

Metamfetamin veya sokaktaki adıyla ‘Meth’in ülkemiz için ne büyük bir soruna dönüştüğünü daha güzel anlatmak mümkün olmazdı.