Ekonomide kuvvetli bir özeleştiri yapmadan feraha çıkmak mümkün mü?
Ekonomi görece genç bir bilim belki ama bu bilimsel disiplin içinde özellikle son 100 yıla varan sürede o kadar çok akademik çalışma yapılıyor ki, pek çok alanda çok hızlı bir ilerleme kaydedildi, bugün dahil ekonomi bilimi ilerlemeye devam ediyor.
Devam ediyor da ne yapıyor?
Bir yandan bu dünyada yaşayan herkesin içine dahil olduğu ekonomik ortamlar var. Bu anlamda hepimiz ister istemez ekonomi biliminin konusu ve bu bilimin yapıcısıyız; çünkü iktisat ilmi aynı zamanda gerçek hayattan da feyz alıyor.
Bir yanda büyük karar vericiler var. Devletler örneğin veya şirketler. Bunların davranışları da hem kendilerini hem de biz tek tek bireyleri etkiliyor, değiştiriyor.
İktisat bilimi, işte bu karşılıklı etkileşimlere bakıp bazı ekonomik kanunlar bulma iddiasında.
Muhtemelen hiçbir zaman bütün ekonomik ilişkiler birer ‘kanun’a indirgenemeyecek, her zaman bir belirsizlik alanı kalacak ama bazı konularda bu bilim dalının net bazı neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyduğunu herkes kabul ediyor.
Türkiye’de Tayyip Erdoğan, 2018’de başkanlık sisteminin başkanı seçildiğinden beri bazıları fazlasıyla yerleşik olan bu net iktisat kanunlarından bir bölümüyle açıktan kavga halinde.
Bu kavga 2021 yılının ikinci yarısında Merkez Bankası’nın politika faizini indirmesiyle teoriden pratik düzeyine de geçti. Oysa iktisatın ‘imkansız üçlü’ kuralı, defalarca denenmiş ve artık kanun olarak literatüre geçmiş bir şey. Türkiye’de Tayyip Erdoğan neredeyse bir ‘doğa kanunu’ seviyesindeki bu kuralla kavga ediyor.
Kuralı hatırlayalım: Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkenin Merkez Bankası, aynı anda hem döviz kurlarının seviyesini kontrol edip hem de para miktarını belirleyemez. Bu üç unsurdan en fazla ikisini kontrol edebilir.
Türkiye, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülke. Yani buraya yurt dışından paranızla gelip yatırım yapmanız da serbest, paranızı alıp yurt dışına yatırıma götürmek de. Bu kural, çeşitli kısıtlamalar olmasına rağmen değişmedi.
Kalan iki unsurdan, yani paranın miktarını belirleme (faiz) ve döviz kurundan birini tercih etmeliydi Merkez Bankası. Ki geleneksel olarak Merkez Bankaları burada kur seviyesiyle uğraşmak yerine faiz belirlerler. Bizim bankamız da işe böyle başladı, faizi indirdi.
Faiz inip TL bollaşınca para, kurun artacağı beklentisiyle dövize ve yurt dışına yöneldi. Türkiye’de para piyasasında yabancı yatırımcı kalmadığı gibi döviz kuru da patladı. Döviz kurundaki patlamayı enflasyon izledi. O zaman hükümet panikledi, Merkez Bankası imkansıza yönelip döviz kurunu da kontrola yöneldi. Kur korumalı mevduat ve arka kapıdan döviz satışıyla bunda zaman zaman bunda başarılı da oldu, ama işte bugün dolar kuru 27 lira artık.
Oysa Merkez Bankası’nın kendi hesapladığı reel efektif döviz kuru endeksine bakacak olursanız, dolar kurunun 16-17 lira civarında olması gerekiyor. Aradaki fark, temelde Türkiye’nin bilim dışı kalmaya devam edeceğine dair algıdan kaynaklanıyor
Şimdi gelen yeni ekonomi yönetimi ‘rasyonel’ olmaktan söz ediyor ama onların bu sözlerinin samimiyeti ve inandırıcılığı tartışılıyor. İşte son olarak İstanbul’da yabancı yatırımcılarla buluştu yeni ekonomi yönetimi. Yabancı bankalar onların samimiyetine veya söylediklerini yapabileceklerine ikna olmadı.
Neden olmadı? Mesele faizin seviyesi değil. Mesele, 2018’de bu bilim dışı politikaları hayata geçirip bütün Türkiye’ye büyük bedel ödeten siyasi otoritenin çıkıp ‘Ben hatalıydım, yanlış politika uyguladım, bilimle savaştım, şimdi hatamı anladım ve bilimin emrettiğine geri dönüyorum’ dememiş olması.
Bu sözler, daha doğrusu bu özeleştiri bizzat Tayyip Erdoğan’dan gelmedikçe, Merkez Bankası faizi kaça yükseltirse yükseltsin yerli yabancı ekonomik aktörler açısından inandırıcılık sorunu yaşanacak.
Burada bir psikolojik eşik olduğuna kuşku yok. Tayyip Erdoğan defalarca kamuoyu önünde savunduğu, dini bazı ilkelere ve kendi kişisel inançlarına da bağladığı faiz politikasından kamuoyu önünde özür dileyerek ayrılamaz, bunu beklemek yanlış olur.
Ama Erdoğan çıkıp, ‘Faizler ekonomi biliminin gereğince belirlenecektir, bunun için uzman bir heyeti Merkez Bankası’nda görevlendirdik’ diyebilir.
Yoksa Mehmet Şimşek istediği kadar ‘Erdoğan benim arkamda’ desin, güvenirliği bir yere kadar. Erdoğan kişilerin değil bilimin arkasında olduğunu gösterirse, uygulayıcı kişilerin gücü çok daha fazla artacaktır.