Türkiye’de hayatı hep böyle öngörülemez yaşamak zorunda mıyız?
Merkez Bankalarının politika faiz oranının kaç olduğu veya olması gerektiği konusu dünyanın hiçbir ülkesinde popüler tartışmaların konusu değildir. Konu, dar bir grup içinde, zaman zaman medyaya yansısa bile teknik bir konu olarak tartışılır.
Oysa bizde Merkez Bankası faizi konusu gündelik kahve sohbetlerinin bile konusu neredeyse. Dün gece en az 3 TV kanalında Merkez Bankası’nın dünkü faiz kararı bir takım uzman iktisatçılar eşliğinde konuşuldu; bu konuda hiçbir uzmanlığı olmayan ‘konuşan kafa’ ekiplerinin de konuya girdiğini gördüm ama yüreğim elvermediği için seyredemedim.
Dediğim gibi, esasen bu konu teknik bir konu, çünkü sözü edilen faiz bizi dolaylı yoldan etkiliyor. Bu faiz, Merkez Bankası’nın ihtiyacı olan bankalara verdiği TL’nin fiyatını belirliyor.
Normalde TL’nin bol olmaması, aksine kısıtlı olması gerekir. Fiyatın (faizin) yükselmesi paranın gündelik, haftalık veya aylık kullanımının bedelinin artması anlamına gelir.
İktisat bilimi, ünlü Amerikalı Nobel ödüllü iktisatçı Milton Friedman’dan beri enflasyonun temelde parasal bir olay olduğu, paranın bol (ve ucuz) olması halinde fiyatların yükseldiği teorisini en geçerli teori kabul ediyor. Onun bu teorisinden beri hiçbir aklı başında ülke yüksek enflasyon istemeyeceği için hep parasını pahalı (yani zor bulunur) yapmaya çalışıyor.
Ama Türkiye bu ‘aklı başında’ ülkelerden biri değil maalesef.
Milton Friedman’ın enflasyon teorileriyle Türkiye popüler anlamda Turgut Özal sayesinde tanıştı. 80’li yıllarda Özal, siyasi rakipleri hala devletin fiyatları polisiye tedbirlerle kontrol etmesinden söz ederken enflasyonu ‘sıkı para politikası’ sayesinde yenmeyi, böylece ‘orta direk’ adını verdiği orta sınıfı güçlendirmeyi vaat ediyordu.
Özal böyle konuşuyordu ama bu söylediğini yapmadı; karşılıksız para basmaya devam etti, Merkez Bankası kaynaklarından Hazine’ye para aktardı, bu yolla kamu yatırımlarını (vu bu arada yolsuzlukları) finanse etti, Türkiye de enflasyonla yaşamaya devam etti.
Özal’ın açtığı yolu 90’lı yıllarda onun rakipleri aynen kullandı, hatta beceriksizce ve fütursuzca kullandı. Enflasyon 90’ların sonunda kontroldan çıktı, kamu açıkları patladı, Türkiye 2001 finansal krizine girdi, çok sayıda banka battı.
Bu krizin sonunda Türkiye’ye Kemal Derviş’le birlikte nihayet akıl geldi. Hem kamu maliyesi disipline alındı hem Merkez Bankası bağımsızlaşıp enflasyonla gerçek mücadele başladı ve Ak Parti döneminde nihayet biz enflasyonun tek haneli rakamlara indiğini, yüzde 7-8’lik enflasyonla bile olsa bir çeşit ‘fiyat istikrarı’nın geldiğini gördük.
Gördük ama bu dönem kalıcı olmadı, son 5 yıldır hem yüksek enflasyon altında yaşıyoruz yeniden hem de enflasyonla mücadele etmekten vaz geçmiş durumdayız.
Şimdi dün Merkez Bankası enflasyonla mücadele ediyormuş gibi yaptı, faizi yüzde 25’e çıkardı. Herkes de çok sevindi. Oysa güncel enflasyon bu faizin iki katı. Yani faizler aslında hala negatif, bu anlamda TL hala ucuz ve bol.
Deniyor ki, ‘Tayyip Erdoğan bu kadarına izin verdi.’ Pek çok iktisatçı dün ‘Yetmez ama evet’ tadında açıklamalar yaptı, faizin sürpriz oranda artışı olumluydu ama yeterli değildi. Yine de herkes Merkez Bankası’na karşı müşevvikti, doğru yolda olduğuna inandıkları banka yönetimini teşvik ediyorlardı.
Tamam etsinler ama ne yaptığımızın farkında mıyız? Sanki aynı hükümet içinde iki hizip var ve bunlar çarpışıyor. Hiziplerden biri ‘Faizi arttırmak lazım, yoksa enflasyonla başa çıkamayız’ diyor; daha güçlü olan diğeri ise ‘Şu kadardan fazla arttıramazsınız’ diyor.
Ben dahil çoğumuz bu hiziplerin varlığını gerçek kabul ederek yazıp çiziyoruz, yorum yapıyoruz.
Oysa bu saçma bir durum. Türkiye’nin bir tane hükümeti var, o da zaten bir kişiden oluşuyor: Tayyip Erdoğan.
O Erdoğan dün, ‘Enflasyonun insanımızın hayatındaki olumsuzlukları giderecek adımları atıyoruz. Otomobil piyasasındaki fiyatlar stabilize oluyor. Emlakta da fiyatlar dengelenecek. Faiz fiyat balonu söndükçe milletimiz daha da rahatlayacak’ dedi.
Şimdi herkes ‘Faiz fiyat balonu söndükçe’ lafının ne anlama geldiğini merak ediyor.
Tamam ama normali bu mudur? Biz hep bir politika belirsizliği, devleti yöneten insanın ekonomi alanında ne yapacağının öngörülemez olduğu bir düzende mi yaşayacağız? Bu mudur yeni normalimiz?
Şunu bilelim: Yaşadığımız düzen hiç normal değil.
Enflasyonla ya mücadele ediyoruz ya etmiyoruz. Yarım mücadele diye bir şey yok. Zamanında Turgut Özal yarım mücadele etti, sonuçlarını biliyoruz.