Merkez Bankası’ndan ürkek sadeleşme adımları
İlk çıktığında asrın buluşu olarak lanse edilen KKM, bugün nasıl kurtulunacağı belli olmayan büyük bir soruna dönüştü. Son düzenleme ekonomi yönetiminin de bu sorundan kurtulmanın yollarını aradığının işareti. Ancak bunu yaparken kendisi yeterince çaba göstermiyor, topu bankaların üzerine atıyor.
Son dönemde ekonomi yönetiminin üzerinde en çok konuştuğu konulardan birini kur korumalı mevduatın (KKM) durumu oluşturuyor. 2021 Aralık ayında başlayan sistem giderek büyüdü, faiz-kur farkının devlet tarafından ödenmesi nedeniyle devlet üzerinde ciddi bir yük oluşturmaya başladı ve giderek içinden çıkılmaz bir duruma geldi. Önceki ekonomi yönetiminin “asrın buluşu” olarak sunduğu bu araç, aradan geçen sürede nasıl kurtulunacağı bilinmeyen bir sorun yumağı oldu. Nitekim, 14 Ağustos haftası itibarıyla KKM hesapların büyüklüğü 3,4 trilyon TL (yaklaşık 126 milyar USD) büyüklüğe ulaştı.
Bu nedenle yeni ekonomi yönetimi bu yükten kurtulmanın yollarını arıyor. Gerçekte Merkez Bankası’nın faizleri yükselterek piyasa faizlerinin de yükselmesini sağlaması bu ürün sahiplerinin önemli ölçüde TL mevduata geçmesini sağlayabilir. Ancak Merkez Bankası’nın belirli bir oranda artırsa bile enflasyonla karşılaştırıldığında politika faizini hâlâ çok düşük tutması bunu pek de mümkün kılmıyor. Bu nedenle ekonomi yönetimi önceki ekonomi yönetiminin yaptığı gibi dolaylı yollara başvurarak kendi sorumluluğunu bankaların üzerine bırakmaya çalışıyor.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan düzenleme de bunun göstergesi niteliğinde. Menkul Kıymet Tesisi Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ’de yer alan geçici madde ile bankaların;
-14/7/2023 tarihli ve 7456 sayılı Kanun’un geçici 2’nci maddesi çerçevesinde Merkez Bankası’nca kur koruma desteği sağlanan hesaplardan ilgili hesaplama döneminde vadesi gelenlerin vadeli Türk Lirası mevduat/katılma hesabına geçiş oranının yüzde 50’nin,
-Merkez Bankası’nca yayımlanan tebliğler kapsamında kur/fiyat koruma desteği sağlanan gerçek kişilere ait hesaplardan ilgili hesaplama döneminde vadesi gelenlerin vadeli Türk Lirası mevduat/katılma hesabına geçiş oranının yüzde 5’in altında kalması halinde eksik kalan tutar kadar menkul kıymet bloke olarak tesis etmelerine karar verildi.
-İlk maddede belirtilen 14/7/2023 tarihli ve 7456 sayılı Kanun’un geçici 2’nci maddesi çerçevesinde Merkez Bankası’nca kur koruma desteği sağlanan hesaplar, daha önce bütçeden kur farkı ödemesi gerçekleştirilen TL’den KKM’ye geçiş yapılan hesaplar.
-İkinci maddede belirtilenler ise yabancı paradan KKM’ye geçiş yapılan hesaplar.
Dolayısıyla bu düzenleme öncelikli olarak TL’den KKM’ye dönüşen hesapları tekrar TL mevduata dönüştürerek azaltmayı hedefliyor görünüyor. Döviz geçişli olan kısım için ise küçük bir oran konularak ciddi bir önlem geliştirilmemiş ve muhtemelen ikinci aşamaya bırakılmış.
Burada önemli olan, dönüşümü yapabilmek amacı ile TL’den dönüşen KKM hesaplarının, vade bitiminde tekrar TL mevduata dönüştürülmesi için bankalara ciddi yaptırım getirilmiş olması. Bu grup hesaplardaki vadesi gelen KKM’lerin yüzde 50 gibi yüksek bir oranının TL mevduata dönmesi hedefi konuldu, bu oran gerçekleştirilemezse ek menkul kıymet tutulması zorunluluğu getirildi.
Bu düzenlemenin dikkat çeken birkaç yönü bulunuyor. Bunlardan ilki:
İlk çıktığında asrın buluşu olarak lanse edilen KKM’nin, bugün nasıl kurtulunacağı belli olmayan bir büyük soruna dönüşmüş olması. Bu düzenleme ekonomi yönetiminin de bu sorundan kurtulmanın yollarını aradığının ve önümüzdeki dönemde de konuyla ilgili yeni düzenlemelerin geleceğinin bir işareti.
İkincisi ekonomi yönetimi bu sorundan kurtulmaya çalışırken kendisi yeterince çaba göstermiyor, topu bankaların üzerine atıyor. Önceki ekonomi yönetimi nasıl KKM ürününü yaygınlaştırmak için bankaları zorlayıcı ve artış sağlamaya yönelik hedefler ve yaptırımlar getirmişse, şimdiki ekonomi yönetimi de bu sefer tam tersine KKM’lerin azaltılmasına yönelik hedef ve yaptırımlar getirerek bankacılık sektörünü zorluyor. Bu yönüyle yeni ekonomi yönetiminin yönetim tarzı olarak eski ekonomi yönetiminden çok da farklı bir zihniyete sahip olmadığı görülüyor. Üstelik bankaların dün KKM’ye geçmeleri için dil döktükleri hesap sahiplerine bugün bu üründen vazgeçmeleri yönünde nasıl bir telkinde bulunacakları merak konusu.
Üçüncüsü, yeni düzenlemenin piyasalarda bazı etkilerinin olması kaçınılmaz. Bankaların KKM hesaplarını TL mevduat hesaplarına çevirebilmek için müşterilerini ikna edebilmenin birinci yolu cazip faiz oranları olacaktır. Bu nedenle mevduat faiz oranlarında halen yukarı yönlü bir hareket başladı, muhtemelen devamı da gelecek. Bankaları mevduat faizlerini artırma konusunda teşvik eden bu karar geçen ay mevduat faizlerinde düşüşü memnuniyetle karşıladığını söyleyen Merkez Bankası’nın da çelişki içinde olduğunu gösteriyor.
Mevduat faizlerindeki yükselişin doğal sonucu olarak kredi faizlerinde de bir miktar yükseliş olacak. Ancak kredi faizine ilişkin düzenlemelerle getirilen kısıtlayıcılığın ne ölçüde faiz yükselişine izin vereceği de belli değil. Bu nedenle “sadeleşme” adı altında bankalara yönelik bazı rahatlatıcı önlemler alan Merkez Bankası, bankaları daha sıkıntılı bir durumla karşı karşıya bıraktı.
Diğer bir nokta bankalar müşterilerini KKM hesaplarından vazgeçirmeye çalışırken bu hesapların bir bölümünün dövize yönelmesi kaçınılmaz olacak. Bunun ne ölçüde olacağını belirleyecek esas unsurlardan biri de yukarıda belirttiğimiz TL mevduata verilecek faiz oranının cazipliği olacaktır. İkincisi de ekonomide düzelme olacağına dair toplum genelinde güven sağlanması. Bu konuda henüz yeterli ışık görünmemekte olup söylediğimiz gibi eskiyle aynı usulde biraz farklılaştırılmış düzenleme ve uygulamalarla hareket eden ve bağımsızlığı konusunda soru işaretleri devam eden yeni ekonomi yönetimine güven sağlanması da şu aşamada pek mümkün değil.
Sonuç olarak devlet KKM’den kurtulmaya çalışıyor. Kurtuluşu da bankalar üzerinde baskı kurarak gerçekleştirmek istiyor. Merkez Bankası enflasyon oranını dikkate alıp kendisi faizleri yeterince artırarak bankalara yardımcı olmak yerine, sorumluluktan kaçarak yükü bankalara yüklüyor. Bankacılık sektörünün, güçlü finansal yapısıyla bu yükü kaldırabilecek durumda görünmekle birlikte son yıllardaki yönetim tarzının bu yönetimde de devam etmesinin getirdiği hayal kırıklığını yaşadığını belirtmek doğru olacak. Bu uygulamaların bankalara artık bıkkınlık verdiği de açık. Sonuç olarak işin sahibi sorumluluğu almalı, açık bir şekilde olması gereken adımları atmalı, her aşamada doğru ve yanlışları açıkça kamuoyu ile paylaşmalı ve şeffaf olmalıdır. Piyasaların güven sağlamasının en önemli koşullarından birisi budur.