CHP Türkiye siyasi yelpazesinin ne yanındadır?
Doğan Kitap’tan 2013’te yayınlanan ‘Seçimi Kazanan İdare Fıkrasıdır Çocuk – Türkiye’de Siyaseti Okuma Kılavuzu’ adlı kitabımı yazdığımdan beri, Türkiye’de temel siyasi bölünmenin sağ ile sol arasında olmadığını, hatta bu Batılı klasik siyasi bölünmenin ülkemizde neredeyse hiç olmadığını yüksek sesle söylüyorum.
Bana göre Türkiye’de siyaset ‘Osmanlı’yı ve vatanı kurtarmak’ iddiasıyla, yani sivil taleplerin politika sahnesinde yerini bulması amacıyla değil, doğrudan devleti hedef alarak başlamış ve bugün bile kısmen öyle devam eden bir ‘spor’ türü.
Temel bölünmemizin köklerini Yusuf Akçura’nın ‘Üç Tarzı Siyaset’ adlı uzun makalesinde billurlaşan görüşlerde aramak bence işin doğrusu. Okumayanlar için kabaca özet vereyim: Akçura, çökmekte olduğu ayan beyan ortada olan Osmanlı’yı kurtarma iddiasıyla ortaya üç görüş atıldığını söyler. Bunlardan Akçura’nın da tercihi olan ilk görüş ‘Türkçülük’tür, ikinci görüş ‘İslamcılık’ ve üçüncü görüş ‘Osmanlıcılık’tır.
Bir ölçüde Amerikan liberal rüyasına benzeyen ‘Osmanlıcılık’ ortadan kaybolur ister istemez ve ülkenin ‘Türkleşerek’ kurtulacağını söyleyenlerle ‘İslamlaşarak’ kurtulacağını söyleyenler, Cumhuriyet döneminin temel bölünmesini yaratır.
Burada ‘Türkleşmek’ sadece milliyetçilik değildir, Atatürk’ün ‘Türk, Övün, Çalış, Güven’ sözünde ifadesini bulan bir kimlik yaratma sürecidir. Bu yaratılmak istenen kimlik, tepeden inme modernleşmeci, bu modernleşmeci anlamıyla da ilerlemeye karşı direndiğini düşündüğü dinin neredeyse düşmanıdır. Batı tarzı hayatı savunur, kadınları gündelik hayata dahil eder vs ama her zaman ve her durumda taklitçi değildir bu kimlik, özgün bir milliyetçiliği ve Türk milletinin kendisiyle gurur duyması gerektiğini söyler. Ama işte Atatürk’ün dediği gibi ‘övünmek’ için önce çalışmak ve öz güvenli olmak gerekir.
Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk eliyle devletin kendisiyle birlikte bu kimliği kuran, geliştiren ve yürüten partinin adıdır. Parti sembolünde hala duran 6 Ok, bu kimliğin kurucu unsurlarını anlatır. Ziya Gökalp’in Atatürk’ün en takdir ettiği ideologlardan biri olması aslında hiç şaşırtıcı değildir.
Bu ‘Türkçülük’ ideolojisi, daha Atatürk döneminde katman katman farklılaşmaya, derinlik ve genişlik kazanmaya başlamış, zaman geçtikçe de çok sayıda evrimi birden yaşamıştır. Bugün ‘Türkçülük’ kelimesi artık tek başına bu ideolojik tutumu izah edemiyor.
Benzer şekilde İslamcılık da, aradan geçen 100 yılı aşkın sürede çok büyük değişimlerden geçti, bana göre en kritik değişimini son 20 yılda yaşadı ve esasen büyük ölçüde pratik geçerliğini kaybetti, sadece bir retorik ve sembolik bazı uygulamalara veya uygulama taleplerine dönüştü. Bugün Türkiye’de ‘Hilafet geri gelsin, İslam şeriatı tam olarak uygulansın’ diyenler, epey bir marjinal kesimi oluşturuyor.
20 yıl önce İslamcı bir geçmişten geldiğini gizlemeyen Ak Parti ve Tayyip Erdoğan’ın bu 20 yılda yaşadığı değişim yeterince konuşulmuyor. Ak Parti ve Tayyip Erdoğan, Türkiye’de bir siyasal talep olarak ‘İslamcılık’ efsanesini sona erdirmekle kalmadı, son 7-8 yıldır kullandığı ‘Yerli ve milli’ sloganıyla bir zamanlar Türkçülük ve CHP’ye ait kabul edilen alana girdi ve o alanın hakimi oldu.
Peki bir zamanların ‘yerli milli’ ideolojisinin kurucusu olan CHP’ye ne oldu? Dün PolitikYol adlı sitede Hasan Bülent Kahraman müthiş bir yazı yayınladı, yazdığı ama henüz yayınlamadığı CHP tarihi kitabından bir çeşit kaba özet sundu.
Az sonra Kahraman’ın yazısından bazı alıntılar sunacağım ama önce kendi görüşümü yazmama izin verin, Hasan Bülent Kahraman’la ayrıldığımız bazı noktalar var.
Bana göre İsmet Paşa liderliğindeki CHP, içine Batıda okumuş yazmış Bülent Ecevit gibi genç aydınların katılmasıyla, 1950-60 arası Demokrat Parti dönemini ve DP’nin halktan gördüğü yaygın teveccühü tahlil etme gereği duydu. Bu tahlilin sonunda da, İsmet Paşa 1965 yılında Abdi İpekçi’ye verdiği bir mülakatta ‘CHP ortanın solundadır’ dedi.
Herhalde CHP içinde şöyle bir akıl yürütme yapılmıştı: Cumhuriyet Devrimleri ve onun getirmek istediği toplum modeli artık oturdu. Biz de toplumsal bölümlenmemizi Batı toplumlarındaki gibi sınıf tabanlı görmeye başlayabiliriz, yeni dönemin siyaseti böyle yapılacak…
Bu tahlil baştan sona yanlıştı. Evet, belki şehirlerde Cumhuriyet Devrimleri oturmuştu ama o sırada (mesela 1965’te) nüfusun yüzde 70’e yakını köylerde yaşamaya devam ediyordu. Evet, özel sermaye yatırımları 50’lerin başında ilk kez devleti yakalamış ve geride bırakmaya başlamıştı ama hala çok yetersizdi, hala en büyük işveren devletti. Cumhuriyet Devrimlerinin başlıca silahı olan eğitime hala kalkın önemli bölümü erişemiyordu, nüfusun önemli bölümü okuma yazma bilmiyordu.
Neyse lafı çok uzatmayayım, CHP’nin ‘sol’ dönemi 1980’e kadar iyi kötü devam etti. Karizmatik lider Bülent Ecevit, Kıbrıs çıkartmasıyla edindiği siyasi sermayeyi 1978 seçiminde partisini hala erişilememiş olan bir seviyeye, yüzde 40’ın üzerine çıkartmakta kullandı ve başarılı oldu ama o kadar.
12 Eylül darbesi o olmayan ‘sol’un üzerinden silindir gibi geçti, darbe sonrası yaşanan SHP deneyimi sırtlarında CHP bagajı olmamasına ve açıkça ‘sol’ olmasına rağmen hiçbir zaman 1978’in Ecevit’i seviyesine gelemedi.
90’lı yıllarda Deniz Baykal’ın CHP’yi yeniden açması ve SHP’yi yutması sonrasında ise Hasan Bülent Kahraman’ın yerinde tespitiyle ‘sol rafa kalktı.’ Geriye laiklik, modernlik, kalpaklı Atatürk gibi birtakım semboller kaldı, CHP’nin siyaseten bu ülkeye ne dediği belirsizleşti. İşte dediğim gibi onun boşalttığı alana da Tayyip Erdoğan bir hamlede girdi ve ‘Yerli milli’ kimliği kaptı, kendisinin yaptı.
Bugün CHP, kuruluşunun üzerinden 100 yıl geçtikten sonra yeniden kimlik arayışında. Ama bu arayış da eleştiriler üzerinden yapılıyor, ‘CHP sağa kaydı’ deniyor; bunu söyleyenler partilerinin ‘sol’ olduğunu düşünüyor olmalılar ama CHP çok uzun zamandan beri zaten sol bir parti değil. Bırakın sol olmayı, doğru dürüst ‘demokrat’ bir parti bile değil; ırkçı partilerle, İslamcı partilerle kameraların önünde gururla el sıkışırken Kürtlerle ancak kapalı kapılar ardında konuşuyor.
Bana kalacak olursa, Türkiye’de siyasi bölünme sınıfsal boyutlar içerse bile daha çok kültürel, yani kimliklere dayalı bir bölünme. Mevcut şartlar altında CHP’nin ‘değişimi’ o yüzden fikirler düzeyinde olamayacak; çünkü bu kimlik bölünmesinde CHP’nin biraz da metazori yerleştiği bir kültürel taraf var, buradan vaz geçmeyi göze alamaz bu parti.
Tam da bu sebeple CHP’deki değişim tartışması, ‘Kılıçdaroğlu gitsin, yerine daha iyisi gelsin’den öteye gidemez.