İfade özgürlüğünde geldiğimiz acıklı nokta: Tanrıkulu öksüz çocuk gibi ortada kaldı
Sezgin Tanrıkulu’nun adını 90’lı yıllardan, onun Diyarbakır Baro Başkanlığı yaptığı yıllardan beri biliyorum.
Hukuk, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi pek çok alanda yollarımız defalarca kesişti.
Yıllar önce CHP’den milletvekili olacağını duyduğumda şaşırdım; Tanrıkulu’nun hayatını savunmakla geçirdiği alanlarda CHP neredeyse hiçbir zaman at koşturmamıştı. Ülkede sanki hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi sorunlar yokmuş gibi davranan bir ‘sol’ partiydi CHP.
Ama Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkan olduktan sonra bir ‘değişim’ vaat etmiş, Sezgin Tanrıkulu da bu vaatlere ikna olup CHP’ye girmişti. Tanrıkulu, Diyarbakır’da önemli bir sembol isimdi, tıpkı kendisinden sonra gelen baro başkanları gibi, PKK ile devletin arasına sıkışmış, bir yandan insan hakları ve hukuku savunan ama bir yandan da kimseye kendini anlatamayan oldukça geniş bir insan grubunu temsil ediyordu. (O grup bir dönem kendini Ak Parti’de temsil edilirken buldu, ama sonra bugün Sezgin Tanrıkulu’nun CHP’de başına gelen onların da başına geldi, kendilerini öksüz çocuk gibi ortada buldular.)
Türkiye hep böyle zaten. İnsan haklarını savunmak, adalet istemek, yargının evrensel hukuk kurallarına uymasını, ifade özgürlüğünü talep etmek hemen ‘Sen teröristlerden yanasın’ denilerek yaftalanan davranışlar.
Bu bakımdan 90’lı yıllar çok feci zamanlardı. Öyle bir mahalle baskısı ve yargı baskısı ortamı yaratılmıştı ki, neredeyse ‘Kürt’ demek, ‘Kürtçe’ diye bir dilin varlığından söz etmek bile hapse girme nedeni haline gelmişti. İstanbul’da tesadüfen boynunda sarı yeşil kırmızı bir atkı olan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi bir genç, bir otobüs durağında görülüp hapse atılmış, derdini anlatana kadar 1 yıldan fazla hapis yatmıştı. Renkler bile yasaktı.
Böyle onlarca, yüzlerce örnek anlatabilirim 90’lı yıllara ilişkin. Devletin PKK ile savaşı çok sertleşmişti ve devlet hukuk dışına çıkıyordu bu savaşta. Savaşa kimse itiraz etmiyordu, itiraz hukuk dışına çıkılmasına, işkenceye, kötü muameleyeydi ama devlet bunu dinlemiyor, önüne geleni hapse atıyordu.
O yüzden o yıllara ’90’ların karanlığı’ denildi; sadece bir takım sözde faili meçhul cinayetler sebebiyle değil. Genel ortam epey bir karanlıktı.
Birkaç gün önce Sezgin Tanrıkulu bir TV söyleşisi sırasında sinirlenmiş, ta 1993’ten kalma, kendisinin de avukat olarak içinde bulunduğu bir olayı hatırlatmış. Olay, PKK’ya yardım yataklık yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınıp helikopterlere bindirilen ama o helikopterlerden inemeyip ortadan kaybolan 11 kişiyle ilgili dava. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin de mahkum edilmesiyle sonuçlanan bu çok ünlü davayı hatırlatan Tanrıkulu bugün topun ağzında. TSK’ya hakaret ettiği ileri sürülüyor, sadece kamuoyunda lince maruz kalmıyor, savcılar hakkında soruşturma da açtı.
Peki ne yaptı Tanrıkulu? Mahkeme kararlarına yansımış bir olayı hatırlattı. Bir masaldan, bir propagandadan söz etmiyordu; bundan 30 yıl önce yaşanmış bir olaydan söz ediyordu.
Ama ona partisi CHP bile, genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bile sahip çıkmıyor. Bakın, öksüz çocuk gibi kaldı ortada.
90’lı yılları ‘karanlık’ diye nitelerken sadece devletten söz etmek olmaz. PKK tam anlamıyla gemi azıyı almıştı, neredeyse her gün çatışma, şehit haberi geliyordu bölgeden. Ama buna rağmen 90’larda devleti eleştirmek, insan haklarından söz etmek, ‘işkence yapmayın’ demek mümkündü.
Bir de bugüne bakın. 30 yıl önceden bir olayı hatırlatmak ve ‘TSK eleştirilemez değildir’ demek, Sezgin Tanrıkulu’nun ve bu konunun konuşturulmamasına yeterli görülüyor artık. Oysa bugün, güvenlik güçlerine yönelik öyle bir yaygın ve sistematik işkence iddiası yok, yaygın ve sistematik insan hakları ihlali iddiası da yok, ayrıca güvenlik güçleri gayet başarılı bir mücadele yürütüyor, PKK kafasını bile kaldıramıyor, tek tük bombalı eylemleri bile yapamaz halde.
Ama biz terörle mücadeleye hala ifade özgürlüğünü kısmadan yapamayacağımıza inanıyoruz; veya en azından ifade özgürlüğünü yok etmek için hala PKK’nın varlığı bahane ediliyor.