Haftanın kitabı – Memento Mori: Yaşlıların dünyasında
50 yaşında hayatını kaybeden yazar Roberto Bolano'nun Can Yayınları'ndan çıkan 'Amerikan Kıtasında Nazi Edebiyatı', çok iyi düşünülmüş, titizlikle kurgulanmış ve çok güzel bir dille yazılmış tuhaf bir edebi oyun; 'uçurumda yankılanan şizoid bir kahkaha'.
‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’ ilk bakışta -önce adıyla, sonra birbirini destekleyen referanslarıyla, yazarların kesişen hayat hikayeleriyle, bibliyografyasıyla, yayınevlerinin/kitapların/dergilerin listeleriyle, çok sayıda dipnotuyla- ciddi bir edebiyat araştırması hissi uyandırıyor. Ciddi olmasına ciddi ama bu Roberto Bolano’ya özgü, ironi ve yergi ile renklendirilmiş bir ciddiyet. ‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı‘nda, aslında var olmayan hayali yazarların yoğunlaştırılmış hayat hikayelerini inandırıcı, incelikli ve hüzünlü bir dille anlatıyor Bolano…
Edebiyat kariyerine şiirle başlayan, ilk romanlarını kırklı yaşlarında yayımlayan ve 2003 yılında hayata –çok erken- veda eden Roberto Bolano’yu Türkçede ‘Vahşi Hafiyeler’, ‘Uzak Yıldız’, ‘Tılsım’, ‘Mösyö Pain’, ‘Lümpen Roman’, ‘2066’ romanları ve ‘Katil Orospular’ adlı öykü kitabıyla tanımıştık. Hayatını biçimlendiren olayları ve şahısları kurmaca bir dünyaya taşıyarak çok daha canlı ve eğlenceli kılıyordu Bolano. Onun resmettiği Hieronymus Bosch resimlerini andıran, gerçek ile gerçeküstünün birbirine karıştığı tuhaf bir Latin Amerika manzarasıydı.
Roberto Bolano, Şili’nin Santiago kentinde doğmuştu. Çocukluğu ülkeden ülkeye, şehirden şehire seyahatlerle geçti. Ailesi Meksika’ya yerleşmeye karar verdiğinde 13 yaşındaydı. Yoksulluk ve şiddetle erken yaşlarda tanışmasından olmalı, sosyalist düşünceleri ve –okulu bırakmasına rağmen- okumayı tutkuyla benimsemişti. 1973 yılında Salvador Allende’nin sosyalist reform sürecine katılmak için neredeyse bütün Latin Amerika’yı kat ederek Şili’ye gitti. Pinochet’nin darbesinden sonra direnişe katılmaya karar verdi, ancak tutuklandı. Sekiz gün tutuklu kaldı, okuldan tanıdığı bir polisin yardımıyla serbest bırakıldı ve Meksika’ya döndü.
Bohem yaşantısı, siyasi görüşleri ve keskin çıkışları nedeniyle yayımcıların uzak durduğu, editörünün deyişiyle “Profesyonel bir provakatör”dü Bolano. Mario Santiago Papasquiaro ile Infrarealist Şiir Hareketi’ni başlattı. Şiiri çok sevmesine rağmen, 1977 yılında İspanya’ya -Katalonya’nın başkenti Barselona’ya- yerleşmesinden sonra -ailesinin geçimini temin etmek için- düzyazıya yöneldi. Edebi üretimi henüz geçim teminine yetmediğinde –tarım işçiliği, gece bekçiliği, bulaşıkçılık, satıcılık gibi-çeşitli işlerde çalıştı.
Nihayet 90’lı yıllarda şansı döndü. ‘Vahşi Hafiyeler’ romanıyla Herralde Ödülü’nü (1998) ve Latin Amerika’nın Nobel’i olarak görülen Venezüella, Romulo Gallegos Ödülü’nü (1999) kazandı. 2003 yılında, ölümünden altı hafta önce katıldığı uluslararası bir konferansta Latin Amerikalı yazarlar onu kendi kuşağının en önemli figürü olarak selamladılar. Daha 50 yaşındaydı ve yapacağı pek çok şey vardı. Ne var ki sağlığı bozulmuş, karaciğerindeki hastalık ilerlemiş, hayata veda etme zamanı gelmişti…
Bu yazının giriş paragrafındaki açıklama pek çok okuyucuya şaşırtıcı gelebilir ama bir romanın kurmaca yazarları ya da kurmaca kitapları anlatmayı amaçlaması elbette edebiyatın yabancısı olduğu bir durum değildir. Mesela, Borges’in ‘Alçaklığın Evrensel Tarihi’ (1933-1934) bu yaklaşımın en parlak örneklerinden bir olarak gösterilebilir.
Stanislaw Lem ise ‘Mükemmel Boşluk’ta “bugüne kadar, edebiyat bize hep kurgusal karakterlerin öykülerini anlattı. Ama daha ileri gitmeli, artık kurgusal kitapları yaratmalıyız. Bu sayede hem yaratıcı özgürlük kazanma fırsatı, hem de aynı anda iki farklı ruhu (yazar ve eleştirmenin ruhunu bir araya getirme fırsatını kazanmış oluruz” fikriyatından hareketle, hiç yazılmamış kitapların eleştirisine girişmişti. Bu tarz anlatılardan ilham alan İngiliz yazar C.D. Rose’un ‘Herkes Başka Biriyken Kim Kimdir’i (2018) de varolmayan yazarların varolmayan romanlarından yola çıkan ve hayatın saçmalığına vurgu yapan bir roman olarak dikkat çekiciydi.
İlk kez 1996 yılında yayımlanan ve Bolano’nun en Borgesyen eseri olan ‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’ Borges’in ve Stanislaw Lem’in kitaplarından -belki- esinlenmişti ama gerek edebiyatla hayat arasında kurduğu ilişkinin gerçekçi ve siyasi boyutu gerek de kapsadığı geniş tarihsel süreçle, üslubu, bilgeliği ve acı alaycılığıyla çok daha derinlikliydi. Amerika’da Nazizme ya da aşırı sağa meyilli birincil derecede 30, ikincil derecede 100’e yakın yazar adını andığı bibliyografyasıyla Bolano, bu hayali ansiklopedisinde Kuzey ve Güney Amerika’yı kapsayan ‘küçük’ bir edebi evren yaratmıştı.
‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’nın genişliği gerçekten de her bakımdan şaşırtıcı. Her zaman gerçek olandan yola çıksa ya da ayakları her zaman gerçekliğe bassa bile Bolano’nın icat ettiği alternatif edebiyat evreni -tarihiyle, olayları ve insanlarıyla- bütüncül bir görünüm arz ediyor. Arjantin, Şili, ABD, Haiti ve Güney Amerika’nın diğer ülkelerinden seçilen yazar portreleri, şiirden felsefeye, popüler kitaplardan yüksek edebiyat ürünlerine kadar uzanan tür örnekleri, 1911’den 2023’e kadar genişleyen tarihsel zaman, siyasi olaylar, edebiyat dedikoduları ve bunlar arasında kurulan karmaşık bağlantılar… Bütün bunlar Bolano’nun kurmaca evrenine çok gerçekçi bir atmosfer sağlıyor.
1960’larda yükselişe geçen Latin Amerika edebiyatının büyük yazarları Latin Amerika’nın kırsal hayatını, geleneklerini, halkın gerçeklik algısını zaman zaman gerçeküstü motiflerle, masalsı hikayelerle, kısacası ‘Büyülü Gerçekçilik’le işlemişlerdi. Bu edebiyatın Latin Amerika’daki hayatla birlikte değişime uğraması kaçınılmazdı. Kapitalizmin yarattığı bunalımlar, darbeler, kitle eylemleri, teknolojik değişimler ve özellikle internetin hayata girmesi, gerçeğin büyüsünü ortadan kaldırdı.
Ütopyalarını ararken kendilerini cehennemde bulan yeni kuşak yazarlar bu döneme doğdular, bu sorunlar ve değişim içinde büyüdüler ve değişen dünyada kendi yollarını aramaya başladılar. İşte bu kuşak yazarlarından olan Roberto Bolano sadece Latin Amerika’yı değil dünyanın her köşesine yayılan çirkinliği teşhir etmek için kaleme sarılmıştı.
‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’nda çirkinliğin teşhirini çok iyi bildiği edebiyat alemi üzerinden yaparken pek çok farklı hikayeye başvurmuş Bolano. Bu hikayelerini edebiyat tutkusu, güç arzusu, kifayetsizlik, siyaset, şiddet ve ölüm gibi temalarla birbirine bağlıyor. Tıpkı başyapıtı olan ‘2066’ romanındaki gibi, ‘seyrek teğellenmiş’ hayat hikayeleri bir süre sonra birbirleriyle içi çe geçiyor, ortak bir tarihin bakiyesine dönüşüyor. Ve Bolano’nun bütün romanlarına yayılan kötümser bakış, acı ve alaycı isyan -edebiyatı da kapsayacak genişlikle- ‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’nın merkezine oturuyor.
Sanat ve edebiyat, sanat ve hayat arasındaki birlikteliğin kopmasıdır Bolano’yu umutsuzluğa sevk eden. Edebiyat politik bir etkinlik olmalı, hakikati yakalamalıdır. Ne var ki kültür endüstrisinin vardığı bu noktada, kaosu düzen olarak sunan edebiyat -Bolano’ya göre- artık bir ‘fahişe’dir. Siyasi baskı, kargaşa ve tehlike karşısında, yazarların ve eleştirmenlerin edebiyatı kutsal bir pelerine büründürmesi bundan böyle Bolano’nun kara mizahının kaynağına dönüşecektir.
Hakikatin olayların ard arda sıralanmasıyla ortaya çıkarılamayacağını bilir. Onun aradığı yaşanmış hayat hikayeleri ya da tanıklıklar değil o hayat hikayelerinin arkasındaki gizli hikayelerdir. Böyle bir fikriyattan hareketle -kendi ifadesiyle “Fransız Sürrealizmi ile Meksika usulü Dadaizmin tuhaf bir karışımı- kendine özgü bir üslup ve kurgu geliştirmiştir. Roberto Bolano’yu okumak gizli bir hikayeye duymak, anlatılanların arkasında başka bir şeylerin varlığını sezmek, sanatla ilişkilenmek, hayatı ve dünyayı bir rüyanın içinden izlemek gibidir.
‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’ sözünü ettiğim eğilimi sergileyen şaşırtıcı, hatta okuyucuyu zorlayabilecek bir çalışma. Aslında ne bir roman ne bir hikaye koleksiyonu, ne bir hiciv, ne bir mizah denemesi, ne de karanlık bir yarı otobiyografi. Ama bunların hepsi ve daha fazlası. ‘Amerika Kıtasında Nazi Edebiyatı’ çok iyi düşünülmüş, titizlikle kurgulanmış ve çok güzel bir dille yazılmış tuhaf bir edebi oyun; “uçurumda yankılanan şizoid bir kahkaha”…