19-09-2023
İsmet Berkan

CHP ve İyi Parti, ‘Tıpış tıpış oy verecek’ kimseyi bulabilecek mi?

CHP ve İyi Parti, ‘Tıpış tıpış oy verecek’ kimseyi bulabilecek mi?

Meral Akşener’i dinliyor musunuz? Önce Fatih Altaylı’nın YouTube kanalına epey ayrıntılı açıklamalar yaptı, son olarak dün de partisinin Trakya İstişare Toplantısında karşısındaki kalabalığa aynı öyküyü bir kez daha tekrarladı.

6’lı masa ve ittifakla ilgili anlattıkları gerçekten ibret verici ve siyaseti yakından uzaktan izleyen herkes için çok büyük bir hayal kırıklığı yaratacak şeyler.

Örneğin, kendi söylediğine göre Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş Anadolu’da turlar atmaya başlayıp bir popülerlik biriktirince, Akşener gidip Kemal Kılıçdaroğlu’na, ‘İkisi birden olmaz, birinden biri geri çekilsin, biri adayımız olsun’ demiş. Ama hepimiz biliyoruz, Kılıçdaroğlu her iki isme de ‘Anadolu’da miting yapmayın’ dedi. Anlaşılan Meral Akşener bunu işitmemiş, ortak aday olarak gördüğü bu isimlerin geri çekilmesine ses çıkartmamış.

Masadan kalktığı meşhur 3 Mart toplantısı için, ‘Ben sanıyorum ki Cumhurbaşkanı adayını belirleme yöntemini konuşacağız’ diyor, ‘Halbuki orada oylama yapıldı, herkes Kılıçdaroğlu dedi.’

Bu kadar saf olduğuna mı inanmamızı istiyor sahiden Meral Akşener? Diyelim ki onun saf olduğuna inandık, peki bu kadar saf bir insanı mı başbakan seçeceğiz?

Söylemesi ayıptır, sadece 3 Mart günü değil ondan önceki aylar boyunca Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olduğunu bizim evdeki kedi bile biliyordu, bir tek Meral Akşener mi bilmiyordu?

Akşener ne Fatih Altaylı’da ne de dün yaptığı uzun konuşmada o konuya hiç girmiyor, aylar önceden beri adı çıktığında Kemal Kılıçdaroğlu’na ‘Siz aday olmayın, seçilemezsiniz’ cümlesini dostça neden söylemediğini anlatmıyor. Akşener, bütün Türkiye’nin konuştuğu bu konuyu onlarca yüz yüze görüşmesinde bir kez bile Kılıçdaroğlu’nun kendisine sormamış.

E şimdi, ‘Zehir içtim ben’ diyor. Belki de sahiden zehir içti ama içmemek elindeydi.

Hepimiz Meral Akşener’in bu geçmişe ilişkin konuşmaları neden yaptığını biliyoruz. Kendi liderliğini partisi ve seçmen nezdinde kurtarmaya çalışıyor. ‘Ben elimden geleni yaptım, seçim yenilgisinin sorumlusu ben değilim, Kemal Kılıçdaroğlu. Bu yüzden biz de parti olarak bedel ödedik, oylarımız düştü, yani ben de mağdurum’ demeye getiriyor. Elini bu yolla yıkayıp temize çıkacağını düşünüyor herhalde.

Akşener’in geçmişe ilişkin bu değerlendirmeleri, bunların içine ‘Ben 2018’de Abdullah Gül’ü engellediğim için bugün eleştiriliyorum’ cümlesini eklemesi çok bir şeyi değiştirmiyor, sadece siyasette bizi temsil etsin diye ‘lider’ mertebesinde görülen isimlerden birinin daha kalitesi ve siyaset yapma biçimi hakkında bize fikir veriyor, o kadar. Herhalde hepimiz, emin adımlarla yeniden CHP Genel Başkanlığına yürüyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun kalitesi ve siyaset yapma biçimi hakkında da yeterince fikir edindik şu geride kalan aylarda.

Meral Akşener partisinin 2028 seçimi dahil Millet İttifakı’na veya herhangi bir ittifaka girmeyeceğini ilan ediyor. Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde bir ittifak zaten saçma ve yersiz olur; ilk ittifaktan farklı bir sonuç da alamaz.

Mesele şu: Türkiye’de 28 Mayıs akşamından beri bir tek kale maç yapılıyor. Üstelik maç daha tam başlamadı. Ekim ayında Meclis açıldıktan sonra iktidarın tek başına top koşturduğu, muhalefetin ise m’sinin bile olmadığı günler, aylar, yıllar başlayacak.

Ha elbette, hem Kemal Kılıçdaroğlu hem Meral Akşener koltuklarını koruyacak ve bize yüksek perdeden konuşmalar yapacak, Tayyip Erdoğan’ı eleştirecekler. Bu yaptıklarını da bize ‘muhalefet etmek’ olarak anlatacaklar.

Hayır, iktidarı eleştirmek yetmez zaten muhalefet olmaya ama bu iki ‘lider’in bir sorunu daha var: Kendilerine kulak veren kimse de olmayacak, yani boşa ve boşluklara konuşacaklar.

Sokaktaki insanların ne Kılıçdaroğlu ne de Akşener’in adını bile duymaya tahammül edemediğini bilmiyorlar herhalde. 

Bu iki liderin gerçeklerden ve hayattan kopukluğuna iki örnek vereyim: 

1. Meral Akşener nasıl Kılıçdaroğlu’nun aday olduğunu 3 Mart günkü liderler zirvesinde öğrendi… 

2. Kemal Kılıçdaroğlu ise daha seçimden önce çıkıp ‘Ben aday olmadım, beni aday gösterdiler’ dedi…

Az değil, bu iki siyasi liderin partisi seçimde yüzde 35 oy aldı. Yani her üç seçmenden biri bu iki lidere ve partisine oy verdi.

Ama bugün o seçmen aynı liderlere bakıp kendini sahipsiz ve temsil edilmiyor görüyor.

Hani Kılıçdaroğlu bir seferinde ‘Tıpış tıpış oy verecekler’ dediydi ya, bir daha denesin bakalım, tıpış tıpış gelip oy vereni görebilecek mi?

Eski Tayyip Erdoğan ile ‘yeni’ Tayyip Erdoğan çatışırken…

Eski Tayyip Erdoğan ile ‘yeni’ Tayyip Erdoğan çatışırken…

İstanbul’dan New York’a hareketinden önceki basın toplantısında birden seçim öncesinden kalma Tayyip Erdoğan’ı yeniden gördük, Avrupa Birliği’ne kızdı, ‘Bizi almayacaklarsa biz de girmekten vaz geçeriz’ anlamında konuştu.

Erdoğan, AB’ye kızmakta haksız değil belki ama ‘O zaman biz de girmiyoruz’ demek biraz pire için yorgan yakmak gibi. Türkiye zor kazandığı tam üyelik müzakereleri yapan ülke statüsünden neden kendi isteğiyle vaz geçsin ki?

Sonra New York’ta katıldığı bir toplantıda bu kez, AB ile açılan ‘fırsat penceresi’nden söz etti ‘yeni’ Tayyip Erdoğan, yine AB’yi eleştirdi ama ‘Verin topumuzu, biz gidiyoruz’ diyerek maçı terk etmekten söz etmedi.

Aslında Tayyip Erdoğan, hem ekonominin hem de dünya konjonktürünün zorlamasıyla seçimden beri Batı’ya karşı kendi siyaset dilince ve yapma tarzında bir hayli yumuşak davranıyor, yumuşak mesajlar veriyor. Kurmayları AB sürecini canlandırmaktan, Batı ile daha yakın ilişki kurmaktan söz ediyor.

Bunlar hep ‘yeni’ Tayyip Erdoğan.

Ancak bu ‘ yeni’ Erdoğan’ın kendisinin önemli saydığı jestlerine Batıdan benzer jestlerle karşılık alamadığı ortada. Acaba yaptığı jestler mi yetersizdi, yoksa ‘Erdoğan ağzıyla kuş tutsa Batıda kabul görmeyecek’ miydi?

Görülen o ki, Erdoğan yavaş yavaş sabrının sonuna yaklaşıyor, ‘Ben elimi uzattım elim boş kaldı’ diye düşünmeye başlamanın eşiğinde. 

Unutmayın bir de arkada ‘Eski’ Tayyip Erdoğan var. Batıya karşı atarlanan, Türkiye’yi değiştirmeden Batının tutum değiştirmesini sağlamaya çalışan, ilk fırsatta iç politika tüketimine yönelik milliyetçi söyleme geri döneceği izlenimi veren Erdoğan.

New York’ta bu iki Erdoğan’ın zaman zaman birbiriyle ön alma mücadelesine girdiklerine bile tanık oluyoruz.

Yatırımcılarla daha yumuşak, medyayla daha sert konuşan bir Erdoğan var New York’ta…

Bu çelişkileri bir süre daha yaşayacağımız anlaşılıyor.

Din derslerini arttırmak için çevirilen dolap

Din derslerini arttırmak için çevirilen dolap

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni eğitim yılında devreye aldığı değişiklikler yavaş yavaş tam olarak kavranmaya başladı.

Yapılan en önemli değişiklik, orta okul ve liselerdeki seçmeli derslerin gruplanması ve öğrencilere her bir gruptan en az bir dersi seçme mecburiyeti getirilmesi. Seçmeli ama zorunlu.

Gruplara bakınca da, doğrudan din dersi veya değerler eğitimi kapsamında bazı derslerin yoğunluğu dikkat çekiyor. Öğrenci ve velisi din eğitiminden kaçınmasa ama yine de farklı konulardan da ders almak istese bile din dersi veya değerler derslerinden kaçmaya imkan yok gibi duruyor.

Daha çarpıcısı, liselerde yabancı dil derslerinin sayısının azaltılarak bu seçmeli derslere yer açılması. Anadolu Liseleri zaten bir yabancı dilde eğitim yapıyor ama hepsinde ikinci bir yabancı dilin daha eğitimi veriliyor. Öğrenciler, isterse bu ikinci yabancı dil eğitiminin süresini seçmeli ders alarak daha da uzatabiliyordu. Şimdi bu imkan iyice kısıtlandı.

Bundan en çok ücreti düşük olduğu için Almanya’da üniversite okumak isteyen ve bunun için de ikinci yabancı dil olarak Almanca’yı seçenler etkilenecek gibi duruyor ilk bakışta.

Keşke hepimiz Trabzon’daki Kuveytli kadar ilgi görsek…

Keşke hepimiz Trabzon’daki Kuveytli kadar ilgi görsek…

Olayı okudunuz herhalde, kısaca özetleyeyim: Trabzon’da bir lokantada Kuveytli turist ile Suriyeli garsonlar arasında çıkan tartışmayı polis yatıştırmaya çalışırken bir vatandaşımız durduk yerde Kuveytli turistin kafasına taşla vuruyor, adamcağız kanlar içinde yere yığılıyor.

Bu tabii hiçbirimizin başımıza gelmesini istemeyeceğimiz bir olay. Ama esas hadise bundan sonrasında…

Kuveytli turist başına gelenleri sosyal medyadan paylaşıyor, yakınlarına da haber veriyor. O paylaşım Kuveyt’te olay oluyor, Dışişleri Bakanlığı devreye giriyor.

Sonuçta Türkiye’nin Kuveyt Büyükelçisi turisti Trabzon’daki hastanede bulup geçmiş olsun dedi, polis müdürü elinde çiçekle Kuveytliyi ziyaret etti, saldırgan ise jet hızıyla tutuklandı.

Kuveytli turistin başına gelenler Arapça konuşan sosyal medyada Türkiye ve Türklük karşıtı ırkçı bir patlamaya neden oldu, arada Atatürk’e hakaret edenler de çıktı. Bu ırkçı patlama ile zaman zaman Türkiye’de alevlenen Arap karşıtı ırkçı patlamalar birbirine akraba ve birbirini besliyor.

Arap turistler Türkiye’de iyi muamele görmediklerinden çok şikayetçi. Ama baksanıza Kuveytli turiste gösterilen ilgiye… İnsan istemeden özeniyor, keşke bize de bu kadar ilgi gösterilse…

Mevduat faizi yüzde 50’ye dayandı, belki geçti

Mevduat faizi yüzde 50’ye dayandı, belki geçti

Kur korumalı mevduattan ve dövize dönüşebilir mevduattan kurtulmaya çalışan Merkez Bankası düğmeyi biraz daha çevirdi, sıkılaşmanın dozunu biraz daha arttırdı. Bunun sonucu mevduat faizinin yükselmesi oldu. Bugün Erdal Sağlam, artık TL mevduata verilen 4 ayrı çeşit faiz olduğunu yazmış. Bu anormallik de herhalde bir süre sonra sona erecek, tek faiz oranına gelinecektir.

Mevduat faizinin yüzde 50’yi bulduğu ülkemizde Merkez Bankası’nın politika faizinin yüzde 25 olması bir başka tuhaflık. Herhalde bu hafta faiz biraz daha artacak.