21-09-2023
İsmet Berkan

4 çemberli Avrupa’nın hangi çemberine düşeceğiz?

4 çemberli Avrupa’nın hangi çemberine düşeceğiz?

Avrupa Birliği, 2030 yılına kadar ortaya yeni bir genişleme stratejisi koymak istiyor. İlk olarak AB üst düzey yetkilisi Charles Michel tarafından açıklanan bu konu, henüz üzerinde tam karar verilmediği için bir ölçüde müphem.

Tabii net olan şeyler var: Almanya’nın mutlak desteğini arkasına almış olan Batı Balkanlar, yani Arnavutluk, Kosova, Karadağ, Bosna Hersek, Makedonya ve Sırbistan mümkün olan en kısa sürede tam üye yapılacak gibi duruyor.

Arkada ikinci dalga var: Moldova, Ukrayna gibi ülkeler…

Ve tabii bir de 2005 yılından beri sözde tam üyelik müzakeresi yürüten, bu müzakeresi önce Kıbrıs sebebiyle fiilen duran, sonra 2018’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarında yaşanan gerilemeler nedeniyle resmen de duraklatılan Türkiye.

Fırsat penceresi mi dediniz?

Burada bir Türkiye parantezi açmak gerek:

Daha önce burada AB’nin 2030 genişleme perspektifinin Türkiye açısından bir ‘fırsat penceresi’ yarattığını yazdım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da New York’ta yaptığı konuşmalardan birinde aynen bu ‘fırsat penceresi’ tabirini kullandı.

Ancak tabii ortada gerçek bir fırsat penceresi olabilmesi için, bu fırsatı yaratacak bir perspektif ve uygulamanın da bulunması gerekiyor.

Avrupa, demokrasisiz Türkiye’den neredeyse memnun, çünkü…

Oysa gerek Ankara’da, gerekse galiba Türkiye’nin tamamında, ‘Biz bizden istenen her şeyi yapsak, Kıbrıs’ı tanısak, hatta ağzımızla kuş tutsak bile Avrupa bizi içine almayacak’ karamsarlığı epey bir yerleşmiş durumda. Avrupa bu karamsarlığı dağıtacak en ufak bir imada dahi bulunmuyor, eskiden ‘Türkiye’nin yeri Avrupa’dır’ diyen siyasetçiler bile konuşmuyor.

Sanki Avrupalı siyasetçiler Türkiye’nin demokratik değerlerden ve evrensel hukuktan uzaklaşmasından neredeyse memnunlar, böylece başka gerekçe üretmelerine gerek kalmıyor, ‘Türkiye Avrupa değerlerine uymuyor’ deyip kestirip atabiliyorlar.

Türkiye, adı Türkiye olduğu ve nüfusu müslüman bir ülke olduğu için mi Avrupa’nın dışında tutuluyor yoksa demokrasi kalitesinde yaşadığı gerileme, hukuk devletini kısmen askıya alması nedeniyle mi Avrupa’ya uzak tartışması sabahlara kadar yapılır. Bir nevi tavuk-yumurta tartışması bu.

Kavala kararının uygulanmamasını hayal etmek bile zor

Kesin olan bir şey var: Türkiye, Osman Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını uygulamak zorunda; uygulamamanın bedeli her bakımdan çok ağır olur, hele hele Batıdan fon akımı beklenen bu günlerde Kavala kararının uygulanmayıp Avrupa Konseyi üyeliğimizin askıya alındığını görmeyi hayal etmek bile kolay değil.

Her neyse, ben Türkiye parantezini yeniden açmak üzere kapatıp Avrupa Birliği’nin genişleme perspektifi konusuna geri döneyim:

4 vitesli Avrupa mı dediniz?

Bu sabah Hürriyet gazetesinde, gazetenin Brüksel muhabiri Güven Özalp’in bir haberi var. Konu, meseleyi yakından izleyenler için sıkıcı derecede tanıdık aslında ama belli ki AB bu konuya geri dönme hazırlığında.

Hatırlayın, Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un girişimiyle bir ‘demokratik Avrupa’ toplantısı yapıldı. Şimdi Güven’in haberinden anlaşılıyor ki, Fransa tarafının bu AB’yi şu veya bu yolla genişletme perspektifine Almanya da katkı sağlamaya karar vermiş ve iki ülke ortak bir rapor hazırlamışlar.

Bu rapora göre AB’ye iç içe geçmiş dört çembere benzeyen bir yapı kazandırılması düşünülüyor. Merkezdeki çemberde Euro’ya, yani para birliğine de dahil AB üyeleri yer alacak. İkinci çemberde AB’ye üye ama Euro’ya dahil olmayan ülkeler ile üyeliği görünür gelecekte olan ülkeler olacak. Üçüncü çemberde demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi ilkelere bağlı ama AB’ye üye olmayan, buna karşılık AB ortak pazarına entegre veya entegre olmak isteyen ülkeler yer alacak. Son çemberde ise demokrasi ve insan hakları da rafa kalkacak, AB ile jeostratejik ortak olacak ‘Avrupa siyasi topluluğu’ üyesi ülkeler bulunacak.

Türkiye hangi çembere düşer?

Bu raporun önerileri tümüyle hayata geçecek olsa, Türkiye normalde ikinci çemberde yer alabilecekken ta dördüncü çembere düşüyor, biraz gayretle belki üçüncü çembere girebilir gibi duruyor.

Ancak hemen karar vermemek lazım. Baktığınızda bu dört çemberi veya vitesi düşünmeye zorlayan birkaç unsur öne çıkıyor. 

Avrupa’yı mecbur eden 4 şey

Bu unsurlardan birincisi, kuşkusuz Avrupa coğrafyası. Koca kıtada birliğe üye olmayan ülkelerin varlığı haritada ortada delik izlenimi bırakıyordu. 

Özellikle Sırbistan’ın birliğe üye yapılacak olması, Avrupa’nın yüzyıllardır devam eden ve Avrupa’yı Rusya etkisine açan Ortodoks mihverinin zayıflatılması bakımından önemli. 

Tam buradan ikinci önemli unsura geçmek gerek: Avrupa’nın eski güvenlik kaygısı Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesiyle yeniden depreşmiş durumda.

Üçüncü unsur yine güvenlikle ilgili: Avrupa’nın çok ciddi bir yasadışı göçmen sorunu var. Baktığınızda çoğu Avrupa ülkesi önümüzdeki dönemde göçmen kabul etmek zorunda ama bu göçmenleri seçerek almak istiyorlar ve yasadışı göç büyük bir tehdit.

Dördüncü unsur ekonomi. Avrupa ülkeleri, Çin ve ABD ekonomisiyle tek tek değil ancak bir araya gelerek rekabet edebileceklerini görüyorlar. Bir yandan ABD ve Çin’le boy ölçüşebilir bir iç pazar entegrasyonu yaratmak, bir yandan da birlik sayesinde sinerji oluşturup dış pazara ulaşmak için büyümekten başka çareleri yok, çünkü nüfusları yetmiyor.

Türkiye’nin AB’ye sunabileceği çok şey var

Buradan dönelim yeniden Türkiye’ye…

AB’yi genişleme kararına zorlayan dört unsurdan söz ettim. Bu unsurlardan üç tanesine Türkiye çok ciddi katkı sağlayabilir. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ne zaman AB ile ilgili konuşsa hemen sözü buna getirerek ‘AB bize ihtiyaç duyuyor’ diyor.

Hiç kuşkusuz Türkiye’nin de AB’ye ihtiyacı var. Özellikle ekonomik olarak. Gümrük Birliği Türkiye’nin ihtiyacını bir ölçüde karşılıyor ama günümüzün keskin rekabet şartlarında ne Avrupa ile ne de Çin ve ABD ile rekabet edebiliriz. Kendi büyük iç pazarımızla övünüyoruz ama bu iç pazar bizden çok Çin’e ve Avrupa’ya hizmet ediyor son birkaç yıldır.

Güvenlik açısından NATO son derece önemli ama tek başına yetmeyebiliyor. Bakın göçmen sorunu konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Milyonlarca Suriyeli göçmeni geri gönderebilmek için Avrupa desteğine ihtiyacımız olacağı çok açık.

O bakımdan, önümüzdeki yıllarda yeniden bir Türkiye-Avrupa Birliği pazarlığı başlaması kaçınılmaz duruyor. Tarafların pazarlık pozisyonları da belli.

Ama sanmıyorum ki Türkiye hukuk devleti ve demokratik standartlar konusunda olduğu yerde durmaya devam edip pazarlık yapabilsin.

ABD Başkanı’nın Türkiye’siz Türki liderler zirvesi

ABD Başkanı’nın Türkiye’siz Türki liderler zirvesi

Bu yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden sadece ABD’nin Başkanı Joe Biden katıldı. Görece sönük bir genel kuruldu yani.

ABD Başkanları, genellikle BM zirvesi sırasında ikili görüşme randevusu vermiyorlar; bunun da makul bir gerekçesi var: Orada 180-190 ülkenin devlet ve hükümet başkanı var, hangi birine verecekler randevuyu… O yüzden ABD Başkanı bir akşam yemeğinde bütün liderleri ağırlıyor, gönül alıyor.

Fakat bu yıl ABD Başkanı Joe Biden, BM zirvesi sırasında bir mini zirveye ev sahipliği yaptı, beş Orta Asya Cumhuriyetinin, beş Türki ülkenin liderlerini C5+1 adı verilen bir zirvede ağırladı.

Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkmenistan liderleri bu zirveden ve ABD Başkanı ile aynı masada oturmuş olmaktan çok memnunlar. ABD bu zirveyi Rusya’yı bir ölçüde çevrelemek için yapıyor. Daha önce ABD Dışişleri Bakanı bu ülkeleri jet hızıyla gezmiş, yeni işbirliği olanaklarını konuşmuştu.

Esasen Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetleri bir ölçüde Rusya’dan bağımsızlaştırmak ve onları Batı ile entegre etmeye çalışmak, ta 90’lı yıllarda önce Turgut Özal ile ardından ve esas olarak ise Süleyman Demirel’le birlikte Türkiye’nin vizyonuydu. Şimdi o vizyona ABD biraz da mecburiyetten girdi ama bu kez Türkiye dışarıda kaldı.

Türkiye açısından artık Çin’den başlayıp bu ülkelerin bazılarını geçip bizim doğu sınırımıza ulaşan ‘Orta koridor’ adlı ticaret yolu son derece önemli. Bu yol, evet bir ölçüde Çin’in kuşak-yol projesinin parçası ama esas olarak Rusya’yı devreden çıkartmak için Ukrayna savaşı sonrası devreye alındı ve çok iyi de işliyor.

Burada ABD’nin Orta Asya vizyonuyla Türkiye’nin vizyonu bir ölçüde çakışıyor ve Türkiye’ye bu ülke ile yeni bir işbirliğinin kapısını açıyor.

Tayyip Erdoğan herhalde o yüzden o zirvede olmamayı çok fazla dert etmedi.

Yunanistan’la barışmanın ötesine geçmek…

Yunanistan’la barışmanın ötesine geçmek…

Daha önceki yıl Türk ve Yunan savaş gemileri Ege ile Akdeniz’de birbirlerini yakından tehdit ediyordu. Daha geçen yıl Tayyip Erdoğan, Yunanistan’a ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ diyordu. Oysa bugün iki ülke arasında ciddi barış rüzgarları esiyor.

New York’ta Başkan Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile görüştü ve iki ülke arasındaki yakınlaşmanın yumuşama ve barışmanın ötesine taşınması kararlaştırıldı.

En kolay işbirliği alanı Ege’de iki ülkenin de her yaz çok çektiği orman yangınları konusunda güç birliği yapmak olacak. Sonra yasadışı göçle mücadele konusunda işbirliği sırada.

Ama daha önemlisi ki ülke arasında Kasım ayı başında Selanik’te ciddi büyük bir stratejik işbirliği toplantısı yapılacak.

Bunlar güzel gelişmeler.

Yolunuzu Beyoğlu’na düşürün, Meşher’deki sergiyi kaçırmayın

Yolunuzu Beyoğlu’na düşürün, Meşher’deki sergiyi kaçırmayın

Hepsi de Ömer Koç’un kolleksiyonundanmış, şimdi ‘Göz Alabildiğine İstanbul’ adlı bir sergiyle Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi 211 numaradaki Meşher’de sergileniyor.

Sergilenenler resimlerden gravürlere ve fotoğraflara kadar İstanbul manzaraları. İçinde yaşadığımız şehrin son 500 yılı var burada.

Bakmaya doyamadığım, o yüzden birkaç kez daha gitmeyi düşündüğüm bir sergi oldu Meşher’deki sergi.

Bence ne yapıp edip yolunuzu Beyoğlu’na düşürün ve bu sergiyi gezin.