4 çemberli Avrupa’nın hangi çemberine düşeceğiz?
Avrupa Birliği, 2030 yılına kadar ortaya yeni bir genişleme stratejisi koymak istiyor. İlk olarak AB üst düzey yetkilisi Charles Michel tarafından açıklanan bu konu, henüz üzerinde tam karar verilmediği için bir ölçüde müphem.
Tabii net olan şeyler var: Almanya’nın mutlak desteğini arkasına almış olan Batı Balkanlar, yani Arnavutluk, Kosova, Karadağ, Bosna Hersek, Makedonya ve Sırbistan mümkün olan en kısa sürede tam üye yapılacak gibi duruyor.
Arkada ikinci dalga var: Moldova, Ukrayna gibi ülkeler…
Ve tabii bir de 2005 yılından beri sözde tam üyelik müzakeresi yürüten, bu müzakeresi önce Kıbrıs sebebiyle fiilen duran, sonra 2018’de demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarında yaşanan gerilemeler nedeniyle resmen de duraklatılan Türkiye.
Fırsat penceresi mi dediniz?
Burada bir Türkiye parantezi açmak gerek:
Daha önce burada AB’nin 2030 genişleme perspektifinin Türkiye açısından bir ‘fırsat penceresi’ yarattığını yazdım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da New York’ta yaptığı konuşmalardan birinde aynen bu ‘fırsat penceresi’ tabirini kullandı.
Ancak tabii ortada gerçek bir fırsat penceresi olabilmesi için, bu fırsatı yaratacak bir perspektif ve uygulamanın da bulunması gerekiyor.
Avrupa, demokrasisiz Türkiye’den neredeyse memnun, çünkü…
Oysa gerek Ankara’da, gerekse galiba Türkiye’nin tamamında, ‘Biz bizden istenen her şeyi yapsak, Kıbrıs’ı tanısak, hatta ağzımızla kuş tutsak bile Avrupa bizi içine almayacak’ karamsarlığı epey bir yerleşmiş durumda. Avrupa bu karamsarlığı dağıtacak en ufak bir imada dahi bulunmuyor, eskiden ‘Türkiye’nin yeri Avrupa’dır’ diyen siyasetçiler bile konuşmuyor.
Sanki Avrupalı siyasetçiler Türkiye’nin demokratik değerlerden ve evrensel hukuktan uzaklaşmasından neredeyse memnunlar, böylece başka gerekçe üretmelerine gerek kalmıyor, ‘Türkiye Avrupa değerlerine uymuyor’ deyip kestirip atabiliyorlar.
Türkiye, adı Türkiye olduğu ve nüfusu müslüman bir ülke olduğu için mi Avrupa’nın dışında tutuluyor yoksa demokrasi kalitesinde yaşadığı gerileme, hukuk devletini kısmen askıya alması nedeniyle mi Avrupa’ya uzak tartışması sabahlara kadar yapılır. Bir nevi tavuk-yumurta tartışması bu.
Kavala kararının uygulanmamasını hayal etmek bile zor
Kesin olan bir şey var: Türkiye, Osman Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını uygulamak zorunda; uygulamamanın bedeli her bakımdan çok ağır olur, hele hele Batıdan fon akımı beklenen bu günlerde Kavala kararının uygulanmayıp Avrupa Konseyi üyeliğimizin askıya alındığını görmeyi hayal etmek bile kolay değil.
Her neyse, ben Türkiye parantezini yeniden açmak üzere kapatıp Avrupa Birliği’nin genişleme perspektifi konusuna geri döneyim:
4 vitesli Avrupa mı dediniz?
Bu sabah Hürriyet gazetesinde, gazetenin Brüksel muhabiri Güven Özalp’in bir haberi var. Konu, meseleyi yakından izleyenler için sıkıcı derecede tanıdık aslında ama belli ki AB bu konuya geri dönme hazırlığında.
Hatırlayın, Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un girişimiyle bir ‘demokratik Avrupa’ toplantısı yapıldı. Şimdi Güven’in haberinden anlaşılıyor ki, Fransa tarafının bu AB’yi şu veya bu yolla genişletme perspektifine Almanya da katkı sağlamaya karar vermiş ve iki ülke ortak bir rapor hazırlamışlar.
Bu rapora göre AB’ye iç içe geçmiş dört çembere benzeyen bir yapı kazandırılması düşünülüyor. Merkezdeki çemberde Euro’ya, yani para birliğine de dahil AB üyeleri yer alacak. İkinci çemberde AB’ye üye ama Euro’ya dahil olmayan ülkeler ile üyeliği görünür gelecekte olan ülkeler olacak. Üçüncü çemberde demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi ilkelere bağlı ama AB’ye üye olmayan, buna karşılık AB ortak pazarına entegre veya entegre olmak isteyen ülkeler yer alacak. Son çemberde ise demokrasi ve insan hakları da rafa kalkacak, AB ile jeostratejik ortak olacak ‘Avrupa siyasi topluluğu’ üyesi ülkeler bulunacak.
Türkiye hangi çembere düşer?
Bu raporun önerileri tümüyle hayata geçecek olsa, Türkiye normalde ikinci çemberde yer alabilecekken ta dördüncü çembere düşüyor, biraz gayretle belki üçüncü çembere girebilir gibi duruyor.
Ancak hemen karar vermemek lazım. Baktığınızda bu dört çemberi veya vitesi düşünmeye zorlayan birkaç unsur öne çıkıyor.
Avrupa’yı mecbur eden 4 şey
Bu unsurlardan birincisi, kuşkusuz Avrupa coğrafyası. Koca kıtada birliğe üye olmayan ülkelerin varlığı haritada ortada delik izlenimi bırakıyordu.
Özellikle Sırbistan’ın birliğe üye yapılacak olması, Avrupa’nın yüzyıllardır devam eden ve Avrupa’yı Rusya etkisine açan Ortodoks mihverinin zayıflatılması bakımından önemli.
Tam buradan ikinci önemli unsura geçmek gerek: Avrupa’nın eski güvenlik kaygısı Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesiyle yeniden depreşmiş durumda.
Üçüncü unsur yine güvenlikle ilgili: Avrupa’nın çok ciddi bir yasadışı göçmen sorunu var. Baktığınızda çoğu Avrupa ülkesi önümüzdeki dönemde göçmen kabul etmek zorunda ama bu göçmenleri seçerek almak istiyorlar ve yasadışı göç büyük bir tehdit.
Dördüncü unsur ekonomi. Avrupa ülkeleri, Çin ve ABD ekonomisiyle tek tek değil ancak bir araya gelerek rekabet edebileceklerini görüyorlar. Bir yandan ABD ve Çin’le boy ölçüşebilir bir iç pazar entegrasyonu yaratmak, bir yandan da birlik sayesinde sinerji oluşturup dış pazara ulaşmak için büyümekten başka çareleri yok, çünkü nüfusları yetmiyor.
Türkiye’nin AB’ye sunabileceği çok şey var
Buradan dönelim yeniden Türkiye’ye…
AB’yi genişleme kararına zorlayan dört unsurdan söz ettim. Bu unsurlardan üç tanesine Türkiye çok ciddi katkı sağlayabilir. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ne zaman AB ile ilgili konuşsa hemen sözü buna getirerek ‘AB bize ihtiyaç duyuyor’ diyor.
Hiç kuşkusuz Türkiye’nin de AB’ye ihtiyacı var. Özellikle ekonomik olarak. Gümrük Birliği Türkiye’nin ihtiyacını bir ölçüde karşılıyor ama günümüzün keskin rekabet şartlarında ne Avrupa ile ne de Çin ve ABD ile rekabet edebiliriz. Kendi büyük iç pazarımızla övünüyoruz ama bu iç pazar bizden çok Çin’e ve Avrupa’ya hizmet ediyor son birkaç yıldır.
Güvenlik açısından NATO son derece önemli ama tek başına yetmeyebiliyor. Bakın göçmen sorunu konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Milyonlarca Suriyeli göçmeni geri gönderebilmek için Avrupa desteğine ihtiyacımız olacağı çok açık.
O bakımdan, önümüzdeki yıllarda yeniden bir Türkiye-Avrupa Birliği pazarlığı başlaması kaçınılmaz duruyor. Tarafların pazarlık pozisyonları da belli.
Ama sanmıyorum ki Türkiye hukuk devleti ve demokratik standartlar konusunda olduğu yerde durmaya devam edip pazarlık yapabilsin.