24-09-2023
İsmet Berkan

‘Sinirlenen’ ve ‘Yalan söyleyen’ yapay zeka: Yoksa içine ruh mu üflendi?

‘Sinirlenen’ ve ‘Yalan söyleyen’ yapay zeka: Yoksa içine ruh mu üflendi?

Yaşanmış iki olay aktaracağım.

Birincisi, bundan 7 yıl önce, Güney Kore’nin başkenti Seul’deki Four Seasons Hotel’de yaşandı.

Google’ın sahip olduğu İngiltere merkezli müthiş yapay zeka şirketi DeepMind’ın ürettiği Go adlı oyunu oynayan yapay zeka, dünyanın en önemli Go oyuncusu olan Koreli Lee Sedol ile maç yapıyordu. 1 milyon dolar ödüllü bu maç 7 oyun üzerinden oynanacak, 4 oyun kazanan maçı da kazanmış olacaktı.

İlk üç oyunu AlphaGo adı verilen yapay zeka kazandı. Dördüncü maçta Lee Sedol taktik değiştirdi ve AlphaGo’yu hata yapmaya zorladı. Oyunun 87. hamlesinden itibaren AlphaGo tam anlamıyla ‘saçmalamaya’ başladı, hatta Go terimleriyle söyleyecek olursak ‘sinirlendi’ ve bu oyunu Lee kazandı.

Ama AlphaGo beşinci oyunda toparlandı, rakibini yendi. Yapay zeka için çok büyük bir başarıydı bu.

Fakat burada önemli olan, dördüncü oyunda yapay zekanın insana özgü olduğunu sandığımız biçimde davranması, yani sinirlenmesi. Bir makine ve onun içindeki bir dizi algoritmadan oluşan bir ‘şey’ nasıl olur da ‘sinirlenir’di? Bu sorunun cevabını bugün dahil bilmiyoruz. (Bu maçın müthiş güzel bir belgeseli var, buradan izleyebilirsiniz.)

İkinci olay Amerika’da yaşandı.

Amerikan Hava Kuvvetleri’nin insansız hava araçlarıyla hava savaşı yapmaya hazırlanan birimi, aynı anda birden fazla İHA’yı yapay zeka kullanarak uçurmak üzere ‘eğitiyor.’ (Bunun aynısını Türkiye’nin KızılElma’sı da yapacak.)

Bu eğitim için Amerikalı askerler bir simülasyon yapmaya karar verdiler. Simülasyonda İHA’lara bir görev verildi. Onlar bu görevi yapmaya uğraşırken merkezdeki insan komutan o görevi iptal etti. Ama İHA’lar bu iptal kararını tanımak istemedi, yine de görevlerine devam etmekte ısrarlı oldu.

İkinci, üçüncü simülasyonlarda da aynı şey oldu, İHA’ları yöneten yapay zeka görevini tamamlamakta o kadar ısrarlıydı ki, kendisine kumanda edenlerin emirlerini dinlememek için örneğin simülasyondaki haberleşme kulesini, yani kendi ordusuna ait bir yapıyı imha etti, böylece kendisine verilen emri ‘duymadığını’ iddia etme şansı elde etti. Sırf görevini tamamlamak uğruna komutanına yalan söyledi ve itaatsizlik yaptı.

Bu iki örnek olayda anlatılan, sinirlenmek ve yalan söylemek insana özgü davranışlar. Bir makinenin bir işi yapamadı diye sinirlenmesini veya işi yapmaması emredilince onu yapmakta ısrar edip yalan söylemesini beklemeyiz. Ama oldu.

Nitekim ChatGPT ile sohbet tecrübesi olanlarımız da biliyor zaten; bu yapay zeka da kendisine sorulan sorunun cevabını bilemediğinde ‘Bilmiyorum’ demiyor, onun yerine yalan bir cevap veriyor.

Bilgisayar bilimi ilk günden beri beyinle yarışıyor

Geçen hafta burada yapay zekanın büyük bir bilimsel buluş olmadığını ama çok önemli bir teknolojik ilerleme olduğunu anlatmaya çalıştım. Bugün ortaya çıkan bu teknolojiye sahip olmamızı sağlayan bilimsel gelişmeler 1940’larda başladı.

Bilgisayarların matematiksel teorisini ilk yapan insan Alan Turing adlı bir İngiliz matematikçiydi. Turing, yaptığı matematiğin en sonunda ‘düşünme’yi taklit ettiğini biliyor ve nihayetinde ‘düşünen makineler’ yapılıp yapılamayacağını merak ediyordu. O yüzden daha 1940’larda insanı çok iyi taklit eden bir makine ile gerçek insanı birbirinden ayırt etmeyi sağlayacak bir ‘test’ bile geliştirmişti.

Baktığınızda bilgisayar bilimi daha ilk doğduğu günden beri aslında insan beynine karşı yarış halinde. Dolayısıyla bugün insan düşüncesini ve duygularını üreten yer olan beyinle ilgili araştırmalarla bilgisayar bilimi araştırmaları büyük ölçüde iç içe geçmiş durumda.

O kadar ki, bazen beyni anlamak için bilgisayar terimlerine ve yöntemlerine başvuruyor araştırmacılar; bazen de bilgisayarları ilerletmek için beyindeki bazı mekanik fonksiyonları taklit etmeye çalışıyor.

İnsanı insan yapan şey: Bilinç

İnsan beyniyle ilgili çözülmeyi bekleyen çok sayıda bilinmeyen var. Bu bilinmeyenlerin herhalde en büyüğü, beynimizin yarattığı en karmaşık şeylerden biri olan ‘bilinç’ meselesi.

Bilinç öyle bir şey ki, tanımlanması bile zor. Bizim düşüncelerimiz, iç sesimiz, beynimizin içindeki sinema, duygularımız, soyut düşünme yeteneğimiz, hiç gözümüzle görmediğimiz soyut/kavramsal şeyleri gözümüzün önünde canlandırma becerimiz ve başka pek çok şey bilincimiz. Bazıları ‘ruh’ diyor, bazıları ‘Bir ben var bende benden içeru’ diyor; ‘benlik’ diyor, ‘id’ diyor, ‘ego’ diyor… Bunların ve saymayı unuttuklarımın hepsi birden bilinç işte.

Bilincin önemli bileşenleri arasında sinirlenmenin ve yalan söylemenin de bulunduğunu söylememe gerek yok sanırım, zaten anladınız.

Bilinç, bazılarımıza göre mistik bir şey, hatta ‘Tanrı tarafından içimize üflenen ruh’ bu.

Büyük soru: Bilinç neden var?

Tabii bu konu aynı zamanda bilimin araştırma konusu olduğu için bilimciler daha ölçülebilir şeylere bakmak yanlısı. Onlar ‘bilinç’in beynimizdeki elektro-kimyasal süreçlerle ‘ortaya çıktığını’ düşünüyor ve bu süreçleri çözümlemeye çalışıyor.

Bilime göre bilinç hiç öyle mistik bir şey değil. En yaygın teorilerden birine göre bilinç dediğimiz şey, bizim insan olarak yaşadığımız deneyimlerimizin toplamı. Felsefenin bu konuda özel bir dalı da var: İngilizce ismiyle ‘Theory of Mind.’ Veya ‘Akıl Teorisi.’

Noam Chomsky, Daniel Dennet gibi filozoflara göre bilinç hiç de öyle mistik bir şey değil. Aynı alanın bir çeşit ‘rock yıldızı’ olan Avustralyalı filozof David Chalmers’a göre ise bilinci tanımlamak meselenin ‘küçük’ boyutu, esas büyük soru ‘Bilinç neden var’ sorusu. Chalmers bu soru cevaplanmadan hiçbir yere varamayacağımız kanısında.

Bazılarımız, ‘Allah içimize ruh üfledi, o yüzden bilinç var’ deyip geçiyor ama bu bir cevap değil, sadece soruyu sormaktan vaz geçmek. Bazılarımız ise bilincin var olmasına neden olan evrimsel süreçleri çözmeye çalışıyor. Henüz bir yere varılmış değil, elde sadece bazı teoriler var. 

Bu arada ‘bilinç’ sadece insana özgü değil, doğada pek çok canlının da bilinci olduğunu biliyoruz.

Günün birinde bilinçli bir yapay zeka olabilir mi?

Meselenin felsefi boyutu çok büyük ve derin, o yüzden her yıl bu alanda onlarca kitap yayınlanıyor. Bu konunun bu kadar merak edilmesinin arka planında ise unutmayın ki yapay zeka araştırmaları ve bu alana yatırılan milyarlarca dolar var.

Günün birinde yapay zekanın bilinci olabilir mi? Yani duyguları olan, korkan, karşısındakini ezmeye çalışan, kendince bir yüksek ideale inanan ve bu uğurda çalışmaya başlayan, ağlayan, aşık olan, yalan söyleyen, kısacası kendi kişiliği olan bir yapay zeka ortaya çıkabilir mi?

Eğer bir gün böyle bir yapay zeka ortaya çıkacak olursa, o yapay zekanın insanlardan pek çok bakımdan daha üstün olacağını, çünkü aynı anda bütün insanlık bilgisinden haberdar olacağını görmemiz gerek.

İşte insanlardaki yapay zeka korkusunun ve şu an bir hayli ilkel versiyonlarına tanık olduğumuz konuşma robotlarında bile ‘bilinçli varlık’ görmelerinin temel sebebi bu. Kendi yarattığımız şeyin bizi geçmesinden ve yok etmesinden, hatta daha kötüsü köleleştirmesinden korkuyoruz.

‘Bilinç’ araştırmacıları arasında büyük bir kavga çıktı

‘Bilinç’ araştırmacıları arasında büyük bir kavga çıktı

Bu hafta ana yazıda bilinci tanımlamanın meselenin ‘küçük’ boyutu olduğunu söylüyorum ama bakın bu hafta çıkan büyük bir kavga bu ‘küçük’ boyut konusunda uzlaşmaktan bile ne kadar uzak olduğumuzu gösterdi.

Bilincin ne olduğuna ilişkin çok sayıda teori var. Bu teoriler arasında bir tanesi IIT adıyla biliniyor. Açık haliyle ‘integrated information theory’ yani ‘Bütünleşik enformasyon teorisi.’ Bu teori, insan beyninin gelen uyarımlarla elde ettiği ‘bilgi’yi işlemeye ve anlamlandırmaya çalışırken bir üst seviyeye çıktığını, bilincin de böyle meydana geldiğini söylüyor. 

Uzun yıllar içinde pek çok araştırmacının katkısıyla oluşmuş olan bu teoriye karşı 124 farklı araştırmacı hafta içinde bir mektup yayınladılar ve IIT’yi ‘sahte bilim’ olarak nitelediler.

Tabii kavga çıktı. Kavganın arka planında bundan birkaç ay önce yayınlanan ve medyada da geniş yer bulan bir araştırma sonucu yatıyor. Bu araştırmada IIT teorisi, rakip teorilerden biri olan GNW (global neuronal workspace) ile kıyaslanıyordu. Aslında araştırma iki teoriden birini ne doğruluyor ne de yanlışlıyordu ama sanki IIT daha öndeymiş gibi bir izlenim doğmuştu. Tepki işte buna.

Bilinç araştırmacıları arasında çıkan bu büyük kavga bile bize ‘bilinçli yapay zeka’dan ne kadar uzak olduğumuzu anlatıyor aslında.

Ama bilinci ne olduğu konusunda eğer aramızda anlaşamazsak, yarın karşımıza bilinçli bir yapay zeka çıktığında onu da tanımayabiliriz.

İklim krizinde Paris anlaşması ısınma limitini bu yıl geçmiş olabiliriz

İklim krizinde Paris anlaşması ısınma limitini bu yıl geçmiş olabiliriz

Ülkeler 2015 yılında Paris’te dev bir iklim anlaşması imzalamak için bir araya geldiklerinde, bu anlaşmanın küresel hava sıcaklığı artışı için koyduğu limit 1,5 derece Celciustu.

Yani, ülkeler küresel sıcaklığın o an bulunduğu noktadan en fazla 1,5 derece daha artmasına izin verecekler, bu arada aldıkları önlemlerle bir yandan sıcaklığı o seviyede tutarlarken bir yandan da sıcaklığı düşürmeye çalışacaklardı.

Fakat bu hafta Birleşmiş Milletler’in açıkladığı bu rapor, Paris İklim Anlaşması’nın koyduğu ve 2050 için öngördüğü hedefin bu yıl aşılmış olabileceğini, dünyamızın daha şimdiden 2015 yılına göre 1,5 derece Celceiustan fazla ısınmış olabileceğini söylüyor.

Tabii bu sıcaklık artışıyla bağlantılandırılan bir dizi felaket senaryomuz var. Eğer sıcaklık 2 derece artarsa ne olacak, 2,5 derece artarsa ne olacak yoğun biçimde çalışılmış konular ve dünyamızın 2050’ye kadar bekleyecek, ülkelerin harekete geçip karbon salımlarını azaltmasını ve kesmesini umacak zamanı kalmadığını da anlıyoruz.

Büyük felaketlere şimdiden hazır olmaya çalışmakta fayda var. İnsanlık için bugünden sonrası pek bir karanlık gözüküyor.

Evet, bu yılın IgNobel’leri belli oldu: Jeologlar neden kayaları yalarlar?

Evet, bu yılın IgNobel’leri belli oldu: Jeologlar neden kayaları yalarlar?

Her yıl ödül töreni Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir ‘imkansız araştırmalar’ Nobel ödülü var biliyorsunuz. IgNobel adı verilen bu ödülleri bu yıl kazananlar belli oldu.

Ödül kazanan araştırmalar ve başlıkları şöyle:

Kimya/Jeoloji: Jan Zalasiewicz, jeologların neden kayaları yaladığını açıkladığı için.

Edebiyat: Chris Moulin, Nicole Bell, Merita Turunen, Arina Baharin, ve Akira O’Connor, insanların çok çok çok çok çok defa tekrar eden kelimelerin okuyuculara ne hissettirdiğini araştırdıkları için.

Makine Mühendisliği: Te Faye Yap, Zhen Liu, Anoop Rajappan, Trevor Shimokusu ve Daniel Preston, ölü örümcekleri canlandırıp onların kollarıyla bir şeyler tutmayı araştırdıkları için.

Kamu sağlığı: Seung-min Park, insan dışkısını araştıran bilgisayarlı tuvalet için.

İletişim: María José Torres-Prioris, Diana López-Barroso, Estela Càmara, Sol Fittipaldi, Lucas Sedeño, Agustín Ibáñez, Marcelo Berthier ve Adolfo García, tersten konuşmada ustalaşmış insanların beyin aktivitelerini araştırdıkları için.

Tıp: hristine Pham, Bobak Hedayati, Kiana Hashemi, Ella Csuka, Tiana Mamaghani, Margit Juhasz, Jamie Wikenheiser ve Natasha Mesinkovska, insan burnunun iki deliğindeki tüy sayısının eşit olup olmadığını kadavralar üzerinde araştırdıkları için.

Beslenme: Homei Miyashita ve Hiromi Nakamura, elektrik verilmiş yeme çubuklarının ve içecek kamışlarının yiyeceklerin tadını değiştirip değiştirmediğini araştırdıkları için.

Eğitim: Katy Tam, Cyanea Poon, Victoria Hui, Wijnand van Tilburg, Christy Wong, Vivian Kwong, Gigi Yuen ve Christian Chan, öğrencilerin ve öğretmenlerin can sıkıntısını araştırdıkları için.

Psikoloji: Stanley Milgram, Leonard Bickman ve Lawrence Berkowitz, ta 1968 yılında geçerken yukarıya doğru bakan başka insanları görenlerin kaçının yukarıya doğru baktıklarını araştırdıkları için.

Fizik: Bieito Fernández Castro, Marian Peña, Enrique Nogueira, Miguel Gilcoto, Esperanza Broullón, Antonio Comesaña, Damien Bouffard, Alberto C. Naveira Garabato ve Beatriz Mouriño-Carballido, okyanus suyundaki değişimlerin hamsilerin çiftleşme davranışlarına etkisini araştırdıkları için.