30-09-2023
İsmet Berkan

Harari geldi, hepimizi yeniden korkuttu ve gitti

Harari geldi, hepimizi yeniden korkuttu ve gitti

Bu yıl cumhuriyetimizin 100. yılı. Cumhuriyetle yaşıt az sayıda kurumumuzdan biri olan Türkiye İş Bankası, kendi şanına yaraşır biçimde bu 100. yıl kutlamalarına başladı. Dün tamamlanan ‘Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış Konferansı’ bu yolda bankanın attığı ilk adımlardan biriydi.

İki günlük konferansta çok sayıda önemli isim konuşma yaptı ama galiba herkesin gözü, ‘konferansın rock starı’ İsrailli antropolog Yuval Noah Harari’nin üzerindeydi.

‘Sapiens’ adlı olağanüstü güzel antropoloji kitabının dünya çapında elde ettiği popüler başarıyla yıllar önce ‘rock star’ mertebesine yükselen Harari, bir süreden beri insanlığın geçmişiyle değil geleceğiyle meşgul. 

Çünkü geçmişi çok güzel yazdı, bitirdi, kendini tekrar etmeden söyleyecek fazla bir şey kalmadı. Gelecek ise kaçınılmaz biçimde getirdiği belirsizlikler nedeniyle oldukça münbit bir alan.

Uzun zamandır yazıyor ve konuşuyor, Harari’nin gelecek beklentileri genellikle karamsar. Bu korkutucu ve karanlık gelecek beklentisini de kendine özgü ustalığıyla gayet ikna edici anlatıyor. 

Örneğin Harari’nin artık çok meşhur olan ‘Gelecekte bir işe yaramazlar sınıfı oluşacak’ beklentisi, aslında şimdiden neredeyse gerçekleşmiş durumda. ABD başta gelişmiş Batı ülkelerinde orta sınıfların uğradığı yaygın refah kaybı, onların sahip oldukları yetenek ve becerilerin giderek ‘işe yaramaz’ olmasıyla doğrudan bağlantılı.

Bakın, teknolojiyle ekonomik verimlilik ilişkisi konusunda dünyanın en büyük otoritelerinden biri olan Prof. Dr. Daron Acemoğlu bile, yapay zekanın insanların işlerine ve gelirlerine darbe vurmasından duyduğu endişeyi yazıyor, bu endişeyi giderecek kimi öneriler getiriyor.

Bundan 200 yıl önce Batıda sanayi devrimi başladığında, yeni yeni ortaya çıkan kapitalizmin en çok ihtiyaç duyduğu şey emekti. O yüzden önce Britanya adasında, sonra Avrupa kıtasının neredeyse tamamında köyler boşaldı, ortaya dev sanayi şehirleri çıktı.

Ama hemen ardından ‘verimlilik’ hesapları başladı ve sanayide makineleşmeyle birlikte karamsar senaryolar konuşuldu. İnsanlar aç kalacaktı, onların yerini makinalar alıyordu.

Her teknolojik atılım akla önce bunu getirdi o zamandan beri: İnsanların işini makinalar yapmaya başladıkça insanlar işsiz kalacak, ‘işe yaramaz’ olacaklardı, eyvah ne yapacaktık…

Günümüze bakın. Online alışveriş, hizmet sektörünün bir bölümünü işsiz bırakıyor. Mağazalardan ve tezgahtarlardan almak yerine bilgisayar ekranından almayı seçtiğiniz her ürün, bir çalışanı işsiz bırakıyor olabilir.

Ama buraya kadar olanı daha sıradan bir öykü, o yüzden pek konuşmuyoruz. Esas konuşmak istediğimiz konu ise neredeyse tamamen bilinmez olan, içerdiği ağır matematik yüzünden zaten toplumun ezici çoğunluğu açısından sihirbazlıktan farkı olmayan yapay zeka. En çok ondan korkuyoruz.

Nitekim İş Bankası’nın davetlisi olarak gelen Harari de bu korkularımızı gıdıkladı. Örneğin şöyle bir şey söyledi:

‘Yapay zekâ yepyeni finansal cihazlar geliştirebilir, bunlar insanların anlayabileceğinin ötesinde olabilir ve 20 yıl sonra hiçbir insan, finansal sistemin nasıl işlediğini anlayamayabilir. Tamamen yapay zekâya güvenmek zorunda kalabiliriz. 2007-2008’de Wall Street’te birkaç deha yeni finansal cihazlar icat etti. Kimse anlamıyordu, kimse regüle etmedi. Birkaç yıl sonra hepsi çöktü. Yapay zekâya finansal sistem üzerinde artan bir güç verirsek belki birkaç yıl her şey iyi gidebilir, sonra çökebilir ve kimse ne olduğunu anlayamaz. Bu başka alanlarda da olabilir. Öyle bir noktaya geliriz ki kendi yaşadığımız süre içinde dünyayı hiç anlamayabiliriz. Sistemler bizlerle ilgili kararlar almaya başlayabilir. Bizim korkmamız gereken gelecek bu.’

Şimdi bu sözlerin neresini düzeltmeli bilemedim. 2007-08’de ‘kimsenin anlamadığını’ söylediği icat, risk yönetimini tamamen insan duygularından arındıran algoritmik işlemlerdi. Diyelim bir hisse senedi veya tahvil alıyor fonunuz ve bu alımda bilgisayara bir risk katsayısı giriyorsunuz, örneğin ‘Hisse değeri yüzde 10 azalırsa sat’ veya ‘Değeri yüzde 15 artarsa sat’ gibi. Bu noktaya geldiğinde de algoritma o kağıdı elden çıkarıyor. Bunu daha ilk anda herkes anladı ama anlamak başka soğuk savaş bitti diye işsiz kalan fizikçi ve matematikçilerin geliştirdiği bu algoritmayı aynen taklit etmek başka… Bugün Türkiye’deki aracı kurumlar ve bankalar dahil dünyada herkes o algoritmaları kullanıyor. Birisi bunu Harari’ye söylese iyi olur.

Öte yandan başta finansal sistem olmak üzere bütün sistemlerin sokaktaki insanın anlayamayacağı kadar karmaşıklaştığı son derece doğru. Ama hepimizin her şeyi bütün detayına kadar bilmiyor olmamız ondan korkmamızı gerektirmiyor. Örneğin insan eline ve gözüne göre çok daha hassas hareket edip beyin ameliyatı yapan robotlar var. MR veya Tomografiye bakıp ameliyat yapılacak beyin bölgesini haritalıyor, sonra da ameliyatı yapıyor. Elbette insan gözetiminde yapıyor bunu ama aslında insanın hiçbir zaman yapamayacağı bir işi beceriyor. Şimdi becerileri bizden daha yüksek diye o robottan korkalım mı?

‘Sistemler bizlerle ilgili kararlar alabilir, bizim korkmamız gereken gelecek bu’ demiş Harari ama korkarım onun gelecek dediği şeyi insanlık uzun zamandan beri zaten tecrübe ediyor. Soğuk savaş döneminde, diyelim Sovyetler Birliği ABD’ye nükleer füze saldırısında bulundu, havada 70 füze ve her füzeden ayrılacak 70’er tane ayrı başlık var. Bunların hepsini birden havada vurmanız imkansız, içlerinden bazılarını seçmelisiniz. Ama vakit o kadar kısıtlı ki seçimi siz yapmıyorsunuz, sizin adınıza algoritma, yani yapay zeka yapıyor. Bazı şehirlere nükleer bomba düşüyor, bazılarına düşmüyor ve kime düşmeyeceğine bir ‘sistem’ karar veriyor.

Korku ticareti çok kârlı bir iş. Yuval Noah Harari, iyi bir antropolog olduğu için kendisinin bugün yaptığının bundan 12-13 bin yıl önce yaşamış ve tanrılarla ilişki içinde olduğu söyleyip geleceği görebildiğini iddia eden kahin şamanın yaptığından hiçbir farkı olmadığını da biliyor olmalı.

Gelecekten korkmayanlar da var, bakın İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran ne diyor?

Gelecekten korkmayanlar da var, bakın İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran ne diyor?

İlginç bir tezat aslında. Yuval Noah Harari’den önce ‘Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış Konferansı’nda konferansı düzenleyen Türkiye İş Bankası’nın Genel Müdürü Hakan Aran konuştu.

İki konuşma öz itibarıyla birbirinin tam tersi yöndeydi. Harari geleceğe ilişkin korku ve endişelere ağırlık verirken Hakan Aran tam tersine gelecekten korkmadıklarını anlatıyordu.

Esasen bu tamamen bir bakış açısı sorunu. Harari’nin sırtında yumurta küfesi yok; bundan 50 yıl sonra ona kimse ‘Ama senin öngörülerin tutmadı’ demeyecek. Buna karşılık Türkiye İş Bankası gibi bir devi yöneten Hakan Aran’ın sırtında yumurta küfesinden çok daha fazlası var.

Şöyle düşünün: Bir banka nedir? Bina mıdır, isim midir, içindeki bilgisayarlar ve onların üzerinde çalışan algoritmalar mıdır? Para kasaları mıdır? Para mıdır? Yarattığı güven midir? Evet, bunların hepsi çok önemlidir ama en önemlisi şu: Bir banka, içinde çalışan insanlardır.

Bankanın içinden orada çalışan insanları çıkarın, diğer saydığım bütün önemli şeylerin hiçbirinin önemi kalmaz.

Genel Müdür olmazdan önce bankanın dijital kısmını yöneten Hakan Aran bakın ne diyor:

‘Teknolojiyi insanın yerine konumlandırmayı aklımızdan geçirmedik. Çünkü bugün yapay zekâ teknolojileri konuşulduğunda en kolay olan teknolojiyi getirip, sayınızı azaltmak ve kurumun verimliliğini artırmaktır. Biz zor olanı seçtik. Dönüşümü insanla yapacağımıza inanıyoruz. İnsansız bir dönüşümün tatsız, yavan ve üstelik de mümkün olmadığını düşünüyoruz. Yeni teknolojileri insanlarımızın kabiliyetini artırmak, onların daha hızlı, daha kapsamlı, daha düşük maliyetlerle hizmetler almasını sağlamak ve ülke ekonomimiz için sürdürülebilir değer yaratmak için kullanılması gerektiğine inanıyoruz. İnsanlarımıza teknolojiyi, yeniliği kullanmayı, veriyle çalışmayı öğreteceğiz, sürekli gelişeceğiz. Bu dönüşümün Türkiye’de öncüsü olacağız.’

Gelecekten korkmamak böyle bir şey.

Şu festival  olmasa özgürlükçülüğü ne güzel savunurduk…

Şu festival  olmasa özgürlükçülüğü ne güzel savunurduk…

Antalya Altın portakal Film Festivali, Antalya’nın CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek tarafından iptal edildi. Festivali iptale götüren süreci bir kez daha tekrarlamayayım, merak eden 10Haber’de Olkan Özyurt’un kaleminden okuyabilir.

Mesele şu: Antalya şehri ve belediyesi, arkası tamamen boş bir mahalle baskısına mağlup oldu. Pardon düzeltiyorum, mahalle zorbalığına teslim oldu.

Festivali iptale vardıran filmin FETÖ propagandası olduğu iddiası bir zırvadan ibaret. Hayır, filmde öyküsü anlatılanlar FETÖ’cü değil, aksine sol görüşlü insanlar. Onbinlerce FETÖ’cü ile onları yan yana getiren şey paylaştıkları mağduriyet sadece.

Festivalin iptali ile 14 Mayıs’taki seçimin muhalefet tarafından neden kazanılamadığı arasında bire bir ilişki var aslında.

CHP bıraksanız kağıt üzerinde demokrasiyi ve özgürlükleri savunmak, hukuk devletini yeniden ihya etmek konusunda mangalda kül bırakmaz, öyle eser savurur.

Ama mesele bu özgürlükleri, demokrasiyi, hukuk devletini gerçekten savunmaya gelince susar oturur, tereddüte düşer, ‘Bunu söylersek bize kızarlar mı’ diye düşünmeye başlar.

Yarım hamilelik olmayacağı gibi, özgürlükleri, demokrasiyi, hukuk devletini savunmanın da yarımı olmaz.

Tam da bu yüzden, Türkiye’nin meselesi iktidar değil muhalefet partileri, en çok da CHP.

Böyle bir muhalefet varken iktidar kendi otoriterliğini geliştirmekte az bile yapıyor. Kendisi sürekli korkan muhalefet iktidar üzerinde denetleyici olabilir mi?

Kaç ailenin evine ayda 44 bin lira giriyor?

Kaç ailenin evine ayda 44 bin lira giriyor?

Türk-İş’in uzun yıllardır yaptığı bir araştırma, açlık sınırı ve yoksulluk sınırını ölçmeye çalışıyor. Bu araştırmanın dün açıklanan son verisine göre eylül ayında 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 43 bin 433 liraya yükseldi.

Önümüzdeki yılın mart ayı sonunda göreceğiz 2023 yılı için hane halkı gelirleri araştırmasını ama ben şimdiden söyleyeyim: Türkiye’deki ailelerin epey bir çoğunluğunun aylık geliri 44 bin liranın altında.

TÜİK’e göre Türkiye’de 24 milyondan fazla ‘hane’ var. Elbette bu hanelerin tamamı 4 kişilik değil ama Türkiye’de zaten ortalama hane büyüklüğü 3,17 kişi ve bütün hanelerin yaklaşık yarısı anne baba ve çocuklardan oluşan en azından 4 kişilik haneler.

Öte yandan aynı TÜİK’e göre geçen yıl Türkiye’de ortalama hane halkı kullanılabilir geliri 98 bin 416 lira oldu. Bu yıllık gelir, yani ayda 8 bin 200 lira. Bu ortalamanın bu yıl Türk-İş’in eylül için belirlediği yoksulluk sınırı olan 44 bin liraya yükselebilmesi için ortalama aile gelirinin 5 kattan fazla artması gerekiyor ki hepimiz biliyoruz öyle bir gelir artışı yaşanmadı.

Türkiye’de feci bir yoksullaşma yaşanıyor. Rakamlar bunu açıkça gösteriyor.

Hala 8,5 milyar dolar dış ticaret açığı

Hala 8,5 milyar dolar dış ticaret açığı

Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarını için en kritik ekonomik sorunu, verdiğimiz dış ticaret açıkları.

Dün kesinleşmiş Ağustos rakamları açıklandı. Dolar kurundaki sıçramaya rağmen ithalat beklendiği kadar hız kesmiş değil; 20 milyar doları aşkın ithalat yaptık bir ayda, dış ticaret açığımız 8 milyar doların hayli üzerinde.

8 aylık dış ticaret açığı 82,3 milyar doları bulmuş durumda. Yılı 120 milyar dolar civarı bir dış ticaret açığıyla bitirecek gibi duruyoruz.

Cari işlemler dengesi açığı da doğal olarak yüksek olacak.

Cari açığın ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz: Yurt dışından borçlanma ihtiyacının, başkasının parasını harcama ihtiyacının artacak olması.

Bir ülke bu yolla ancak fakirleşebilir, zenginleşemez.