Yoksulluk da zenginlik gibi çocuklara miras kalıyor
Vigdis Hjorth çağdaş Norveç edebiyatının en önemli yazarlarından biri. 2016’da yazdığı 'Miras' onu tartışmaların merkezine getirdi. Gerçeğe dayalı bir aile travmasını anlatan romanı, yazarın zaten bağlarını kopardığı ailesiyle başka bir krize daha neden oldu.
İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (ITEF)için İstanbul'a gelen Hjort ile 'Miras' vesilesiyle aileye rağmen hayatta kalmayı ve geçmişin yüklerini taşımayı konuştuk.
Dört çocuklu bir aile. Bergljot bir tiyatro eleştirmeni. Uzun süredir ailesiyle bağını koparmış, sadece abisiyle görüşüyor. Ailenin çocukları arasında bölüştürmesi gereken iki kulübe nedeniyle kardeşler birbirleriyle iletişim kurmak zorunda. Bir miras mücadelesi. Ama söz konusu miras iki kulübe değil. Ortada herkesin bildiği lakin konuşmadığı bir sır var. Bergljot’un uğradığı istismardan sonra ailesine rağmen sağ kalma, yaşamına sahip çıkma mücadelesinin hikâyesi.
Hjorth çağdaş Norveç edebiyatının en önemli yazarlarından biri. 2016’da yazdığı ‘Miras’ romanı onu tartışmaların odağı haline getirdi. Babasının istismarına uğrayan Bergljot’un hayatına nasıl devam ettiğini anlattığı romanın otobiyografik olup olmadığı çok uzun süre tartışıldı. ‘Miras’ın anlatıcısı Bergljot ile Hjorth’un benzerlikleri çok fazlaydı. Tartışmalar da buradan çıktı. Yazarın ailesine dair ayrıntıları, kurmaca bir eserde kullanması etik tartışmaları beraberinde getirdi. Hjort belki “Ben babamın istismarına uğradım” demedi hiçbir zaman ancak kendi hayatından kurmacaya aktardığı çok şey vardı. Tartışmalar alevlendi, Hjort’un kız kardeşi, yazarı narsist diye tanımladı, “dürüst olmayan otobiyografik öyküsüne” cevap olarak bir kitap yazdı. Anneleri ise kitabın uyarlamasını sahneleyen bir tiyatroya dava açtı, tazminat talep etti.
Hjort ise verdiği bir demeçte bir yazar olarak neyi yazıp yazmayacağına kendi hayatından yola çıkarak karar verdiğini, doğrudan ailesi hakkında yazmak istese isimlerini kullanmaktan çekinmeyeceğini söyledi.
Türkçeye geçen yıl ‘Miras’ adıyla Siren Yayınları etiketiyle, Dilek Başak çevirisiyle kazandırıldı bu roman. Yazarın Türkçe yayınlanacak ikinci romanı ‘Postane Günlükleri’nin hazırlıkları devam ederken Hjort, İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (ITEF) için İstanbul’a geldi. Biz de ‘Miras’ vesilesiyle aileye rağmen hayatta kalmayı ve geçmişin yüklerini taşımayı konuştuk.
Bir performans sanatçısı gibi Hjorth. Sohbet sırasında heyecanlanıyor, herhangi bir şey anlatırken aniden ayağa kalkıp söylediklerini canlandırıyor. Oturduğumuz kalabalık kafedeki diğer masalara aldırış etmiyor. Konuşma sırasında mimiklerini kullanmaktan, bahsettiği kişiyi taklit etmekten çekinmiyor. Çok hareketli ama tüm dikkati karşısındakinde. Onunla sohbet etmek aslında bir performans izlemek gibi.
Yazmaya 22 yaşında başlayan Vigdis Hjorth ile ‘Miras’ı konuşmaya başlıyoruz. “Ailemle ilişkimin sona ermiş olması, 30 yıldır görüşmememiz ve ülkedeki tartışmalar bir sır değil” diyerek başlıyor söze. Ona bu romanı yazma isteğinin kaynağını sorunca “Aile ilginç bir konu” diyor ve devam ediyor:
“Hayat ve sanat arasındaki bağla ilgileniyorum. Noel yemeklerini ya da özel günlerine gelmeyen biri olur daima. Amcam, teyzem nerede diye sorar ailenin çocuğu. Gelmeyen o kişi hakkında ya hiç konuşulmaz ya da hakkında bir şeyler anlatılmaya başlanır: ‘Alkolikti, manyaktı vs.’ İşte onların yokluğu, bilgi eksikliği, anlatılmayan hikayeleri, bu insanlar hakkında yazmayı gerektirir. Benim ilgilendiğim konu bu.”
İstismarı yazmaya karar vermek iyileşmenin adımı mıdır, yazar ne kadar tarafsız kalabilir, kurgu gerçekten ne kadar ödünç alır; gerçek kurguya nasıl yön verir, bunları yazmak ne kadar zorlar yazarı? Tüm bu sorulara büyük bir soğukkanlılıkla cevap veriyor Hjort. Önce yayınlanmış 20 romanına güvenerek, “Yazma konusunda çok deneyimim var” diyor. Sonra ailesiyle 30 yıldır tüm bağlarını koparmış olmanın kendisine bir avantaj sağladığını söylüyor. Bu bağı koparanın sadece kendisi değil, aslında onlar olduğunu da vurgulayarak.
Roman, Norveç’te yayınlandıktan sonra ülkede yarattığı tartışmanın yanı sıra Hjort’un zaten görüşmediği ailesiyle yeni bir krize daha neden oldu. Kız kardeşi Helga Hjort bu romanda anlatılanların uydurmacadan ibaret olduğunu söyledi ve karşı bir roman (‘Özgür İrade/Free Wild’) daha yazdı.
Kız kardeşinin kitabını okuyup okumadığını sorduğum Hjort, “Tabii ki” diyor ve romanı nasıl bulduğunu anlatmaya başlıyor:
“Kız kardeşim, romanımın aileyi mahvettiğini söylemeye çalışıyor. Ama aslında aile uzun zaman önce mahvoldu. Eğer aile mahvolmasaydı, belki de bu romanı yazmak benim için çok daha zor olurdu. Çünkü aileyi mahvetmekten korkardım. Ama çoktan mahvolmuştu, yazmak kolaydı.”
Ayrıca kardeşinin önceki romanına göre daha başarılı bulduğunu, bir önceki gibi “sıkıcı” olmadığını söylüyor:
“Kız kardeşim çok öfkeli olduğu için iyi bir roman olduğunu düşünüyorum, çünkü çok öfkeli olduğunuzda iyi yazarsınız. Onun romanında mutlu, sorunsuz bir aile var. Çok iyi bir anne ve baba. Ancak sorunlu, histerik, alkolik bir kız kardeş var. Ailedeki tüm sorunları da o yaratıyor. Fakat o romanda bir eksiklik var. Soru sormuyor. Sorması gereken bir soru var: Böylesine güzel bir ailede neden bir kardeş sorunlu?”
Peki ‘Miras’ hangi soruları soruyor, nasıl cevaplar buluyor? Yazmaya her zaman kendiyle ilgili bir sorun ya da bir ikilemle başladığını söylüyor Hjort. Fakat ekliyor:
“Eğer birçok insanın aynı veya benzer bir şey olduğunu düşünmeseydim, asla yazmam. Bu iki romanda da ailelerimizle neden çatışma içinde olduğumuzu, farklı hikayeleri, nedenleri ve ailelerin hayatımızdaki yokluğunun bizi nasıl etkilediğini araştırdım buna bir cevap arıyorum.”
Çocukluktan sıkışıp kalmak? O dönemki travmalardan kurtulmak özgür kalmak mümkün mü?“Hayır, bundan asla kurtulamazsınız. Her zaman taşımanız gerekiyor” diyerek net bir cevap veriyor Hjort ve devam ediyor:
“Aileden bir sorun alırsınız. Ve onunla ne yapacağınızı bilemezsiniz. Evet, yarım kalmış acıyı miras alırsınız. Kendi acınızı çözmeyi bilmediğiniz için, belki bilinçsizce çocuklarınıza verirsiniz. Onlar acıyı ve sorunları miras alır. Birilerinin bagajı küçüktür. Taşıması kolaydır. Bazılarının bagajı ise çok daha büyüktür. Ve hayatınızın çoğu, yorgun olmamak veya incinmemek için bagajınızı taşımanın yollarını bulmaya çalışmakla geçer. Kimileri bununla başa çıkmanın yolunu bulabilir. Ama her ne olursa olsun taşımanız gerekiyor.”
Şimdi, çocukluğu hakkında ne hissettiğini merak ettiğim Hjort, “Aile hakkında iki roman yazdım” cevabını vermekle yetiniyor. Naçizane buradan başa çıkmanın yollarını aradığını ama hâlâ o bagajları taşıdığını düşünüyorum.
Tam o sırada kitabı Türkçeye çeviren Başak, elinde simitle geliyor. Bu ikilinin ilk karşılaşması. Hjort ayağa kalkıyor tüm neşesiyle sarılıyorlar. Başak, romanı ilk okuduğunda çok etkilendiğini belirterek başlıyor söze. Hjort’u bir arkeologa benzeterek geçmişini incelikli bir şekilde kazıdığını bunu da büyük ustalıkla yaptığını söylüyor. “Böyle bir olayı, bir yaşam öyküsünü anlatmak çok yapışkan bir melodrama dönüşebilir. İçten olmakla kibar olmak arasında her zaman bir mesafe var” diyen Başak birkaç kere okuduğu Miras’ı en az beş kere daha okuyabileceğini de söylüyor.
‘Miras’ ilk sayfasından itibaren ailede yaşanan gerilimi hissettiriyor ancak okura tüm yaşananları bir çırpıda anlatmıyor. Yazar, o gerilimi roman boyunca kat kat inşa ederek anlatıyor. Hjort’un incelikli üslubu da kitabı elinizden bırakmanıza izin vermiyor. Kitapta dikkat çeken bir şey daha var.
Evet, Bergljot babasının istismarına uğruyor ancak belki de en büyük öfkesi annesine. Yaşadıklarını anlattığında ailede abisi dışında kimse ona inanmazken kardeşleri ve özellikle annesi anlattıklarını ilgi çekme çabası olarak görüyor, ona inanmıyor. Ve bir daha hiç açılmayacak bir şekilde kapıyı kapatıp çıkıyor. Bergljot’un babasından çok annesine öfkeli gibi hissettiğimi söylediğimde Hjort anlatmak istediğinin bu olduğunu, hislerimde yanılmadığımı söylüyor. Babanın bir şekilde utandığını, acı çektiğinin görüldüğünü ancak annenin sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandığını, annenin cümlelerini taklit ederek anlatmaya başlıyor:
“Berkiout’un babası acı çekiyor, utanıyor. Ama anne, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyor. Bu daha fazla acı verici, daha çok sinir bozucu. Çünkü seni anlamıyor. ‘Noel’e gelmek ister misiniz?’ diye soruyor. Bazen konuşabileceği halde susanlar daha fazla öfkelendirir.”
Yaşadıklarını anlatmak, romanın yayınlanmasından sonra ailesiyle yaşadığı kriz ve daha fazlası… Bu romandan sonra Hjort’un hayatında ne değişti? Gülerek, “İyi para kazandım” diyor ve devam ediyor:
“Ailemin tepkisine şaşırmadım. Beni şaşırtan şey çok daha genel ve ağırdı. Deneyimlediğimiz şeyleri yazamayacağımızı söyleyenlerin olmasına çok şaşırdım. İnsanlar otomatik olarak bunu otobiyografi olarak okuyorlardı. Ama bu ailem yüzündendi. Gazetelere gidip “Bu biziz, ama biz öyle değiliz. Çok daha nazik biriyiz.” dediler. Bu tartışmayı onlar başlattı, şaşırmıştım. Edebiyat yaşadıklarından harekete geçerek yaptığın bir şey değil mi zaten?”
Ve bir kez daha romana, Bergljot’a dönüyor. Bu romanın otobiyografik olup olmadığı tartışmalarına cevap olarak yorumlayabileceğimiz bir şey söylüyor:
“Gerçeklik yorucu olabilir. Bazen ilginç ama genelde yorucu. Her gün farklı bir gerçeği çözmelisiniz. Gerçekle başa çıkmalısınız. Bu yolu izlemek gerekiyor gibi geliyor bana. Ve bu dünyada hep bir anlık varız. Tek bir anlık. Ve hala hızlıca geçmesini istiyoruz, o an çok sıkıcı geliyor. Otobüs bekliyoruz gelmiyor, saate bakıyoruz geçmiyor. Acele ediyoruz, zamanın hızlıca geçmesini istiyoruz. Kendimde değiştirmeye çalıştığım şey bu. Bir şekilde, bu varlıkta, bu yaşamda dinlenmeye ve sabırsız olmamaya çalışıyorum. Anın içinde olmalısınız. Ölmekten korkuyoruz ama yine de acele ediyoruz. Bu Bergljot için büyük bir sıkıntı. Benim için de öyle. Ortak noktamız bu.”