05-10-2023
İsmet Berkan

Dağlık Karabağ meselesi neden Avrupa’nın bir meselesi olsun?

Dağlık Karabağ meselesi neden Avrupa’nın bir meselesi olsun?

Dağlık Karabağ, neredeyse tarih boyunca sorun olmuş bir toprak parçası. Bugünkü modern Azerbaycan ve Ermenistan sınırları, 1. Dünya Savaşı’nın sonunda, Türkiye ile Ermenistan arasındaki savaşın ardından imzalanan Gümrü Antlaşması ve ardından Kızıl Ordu’nun hem Azerbaycan hem de Ermenistan’da duruma hakim olmasıyla birlikte de Sovyetler Birliği ile imzalanan Kars Antlaşması dahil bir dizi antlaşma ile belirlendi.

Savaşlarla ve olağanüstü kaotik dönemlerde belirlenen bu sınırlar içinde Dağlık Karabağ hep özel bir yer oluşturdu. Çünkü burası Azerbaycan toprakları içinde, yandaki haritada da görülebileceği gibi bir ‘ada’ gibiydi. Ermenistan, bu topraklarda yaşayan etnik Ermeniler’e dayanarak her zaman burada hak iddia ediyordu.

1990’da Sovyetler Birliği dağılıp Ermenistan ve Azerbaycan bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde de Dağlık Karabağ’ın bu özel statüsü devam ediyordu. Yani Dağlık Karabağ Azerbaycan toprağıydı ama içinde çok sayıda Ermeni de yaşıyordu.

90’ların başındaki ünlü Ermenistan-Azerbaycan savaşı aslında Dağlık Karabağ için yapıldı ve Ermenistan bu savaşta kendi ülkesiyle Dağlık Karabağ’ın arasını birleştirecek şekilde Azerbaycan topraklarını işgal etti. 30 yıl süren ve geçen yıl sona eren bu işgalde ciddi bir etnik temizlik yapıldı, Azerbaycan nüfusunun neredeyse üçte biri Azerilerin söyleyişiyle ‘kaçkın’ yani kendi ülkeleri içinde mülteci konumuna geldi.

Bu sorun 90’lardan beri çatışmasız biçimde çözülmeye çalışıldı, hatta Azerbaycan’ın kendi toprağından taviz verip Ermenistan ile Dağlık Karabağ arasında bir koridor oluşturulmasını teklif ettiği aşamalar bile oldu ama Ermeni tarafı barışa yanaşmadı. Ermenistan’ın son 30 yıldaki bütün ‘şahin’ yöneticilerinin Dağlık Karabağ kökenli isimler olması mutlaka bir kenara not edilmesi gereken bir bilgi. Dağlık Karabağ milliyetçiliği, Ermenistan’da çok etkiliydi.

2020’deki savaşta Ermenistan ağır bir yenilgiye uğrayıp Dağlık Karabağ ile arasındaki koridorunu kaybedince, savaş sonrası ateşkes anlaşmasının bir parçası olarak Azerbaycan yine de Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında bir karayolu bağlantısının kalmasını kabul etmişti.

Uzun zamandır kendisini ‘bağımsız bir cumhuriyet’ olarak tanıtan Dağlık Karabağ ise Ermenistan’ın yenilgisine rağmen yenilgiyi kabul etmedi, buradaki Ermeniler bir yandan kendilerine sözde bir ‘özerk yönetim’ kurup seçim bile düzenledi, bir yandan da silahlanmaya başladı. İşte Azerbaycan’ın geçen ay sadece 24 saat süren askeri operasyonu bu silahlı birimlere karşı yapıldı. Ermenistan o noktada askeri bir müdahalede bulunmayınca Dağlık Karabağ’daki Ermeni yönetimi çöktü, Azerbaycan operasyonu da 24 saatte başarıyla bitmiş oldu. Yani, 30 yıl sonra ilk kez Ermenistan Dağlık Karabağ uğruna savaşa girmedi ve aslında 30 yıl önce başlayan, 2020 sonrası bile tam olarak çözülemeyen sorun da tamamen çözülmüş oldu.

Yalnız o da beraberinde bir büyük insani sorunu getirdi. Bu kez Dağlık Karabağ’dan göç etme ve ciddi acılar çekme sırası, orada yaşayan 120 bin Ermeni’ye gelmişti. Fiili bir etnik temizlikti bu, Azerbaycan birkaç kez o Ermenilere gitmemelerini söylediyse de bölgeden 100 binden fazla Ermeni’nin ayrıldığı hesaplanıyor. Bu tabii çok büyük bir acı. İnsanlar doğup büyüdükleri toprakları kendilerini güvende hissetmedikleri için terk ediyorlar.

Bu büyük insani sorun kaçınılmaz biçimde uluslararası güçlerin ve dünya kamuoyunun ilgisini buraya çekti.

Ermenistan ile Rusya, Azerbaycan ile Rusya, Ermenistan ile Türkiye, Azerbaycan ile Türkiye, Türkiye ile Rusya arasında son derece karmaşık ilişkiler var. Bu ilişkilerin bir bölümü de Dağlık Karabağ sorununda düğümleniyor.

Bütün bu karmaşık ilişkiler yetmiyormuş gibi meseleye bir de Fransa ve Almanya da müdahil olmak istedi, bugün İspanya’da bir zirve yapılacaktı Dağlık Karabağ ile ilgili olarak. Masanın bir tarafında Avrupa Birliği, Fransa ve Almanya oturacak, diğer taraftaki Ermenistan ve Azerbaycan’ı barıştırmaya çalışacaktı. Sözde ‘hakem’ olacak Avrupa ülkeleri ve AB, aslında Ermenistan’ı şimdiden haklı, Azerbaycan’ı ise haksız ilan etmişlerdi bile. Azerbaycan masada Türkiye’nin de olmasını istedi, Avrupa bunu kabul etmeyince Azerbaycan zirveden çekildi.

Mesele aslında şu: Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki bir sorun, neden Almanya ve Fransa’yı ilgilendirir?

‘İnsani sebeplerle’ diyebilirsiniz belki ama pozisyon maalesef o değil. Ermenistan ile Azerbaycan arasında belli bir aşamaya gelmiş olan barış görüşmeleri devam ediyor, hatta bu görüşmeler AB gözetiminde de yapılıyor. Şimdi, bu iki ülke arasındaki sorunda açıkça taraf olduğunu beyan etmiş olan Fransa’nın yanına Almanya’yı da çekerek rol kapmaya çalışması, hatta belki Azerbaycan’a çözüm dayatmaya kalkışması, öyle sıradan bir olay değil.

Sonuç olarak İlham Aliyev dün doğrusunu yaptı, İspanya’daki zirveyi iptal etti. Tayyip Erdoğan ise ‘hasta’ olduğu gerekçesiyle İspanya gezisinden vazgeçti. Bilmiyorum Fransa ile Almanya şimdi ne kazanmış oldu…

Üç çocuk öldü, öldükleriyle mi kalacaklar? Hiç mi ihmal yok?

Üç çocuk öldü, öldükleriyle mi kalacaklar? Hiç mi ihmal yok?

Pazartesi günü öğleden sonra saatlerinde İstanbul Sancaktepe’de yaşayan Sağın ailesinin üç çocuğu, 7 yaşındaki Berat, 9 yaşındaki Baran ve 11 yaşındaki Batuhan evlerinin önünde sokakta oynuyorlardı.

Oyun bu, koşarak evlerinin önünde uzaklaştılar. Sonradan bir iş yerinin güvenlik kamerasından saptandı, saat 17.30 sıralarında koşuyordu çocuklar. Bu onların son görüntüsü oldu. Akşam eve gelmediler.

Anne baba hemen polise gitti. Konu komşu bütün mahalle ayaklandı çocukları aramaya başladı. Kötü haber çarşamba sabaha karşı saatlerinde geldi. Yakındaki bir inşaat çukurunda birikmiş olan suda boğulmuştu üç kardeş.

Bir ailenin bir anda üç çocuğunu birden kaybetmesi, tarif edilemez bir acı. Üstelik aynı aile 2018 yılında bir başka çocuklarını hastalık sebebiyle kaybetmiş. 5 yıl önce 7 çocukları vardı, bugün dördünü kaybettiler. İnanılmaz bir şey, o acıyı anlamaya imkan yok sahiden.

Fakat bu ölümler, yani 7 yaşındaki Berat, 9 yaşındaki Baran ve 11 yaşındaki Batuhan’ın ölümü öyle ‘kaza’ denip geçilecek, ‘kader’ denip kabullenilenecek bir şey değil. Ortada çok büyük bir ihmal ve sorumsuzluk var.

Bu çocuklar o inşaat alanına nasıl girdiler? İnşaat alanında hiç mi önlem yoktu? İnşaatın bekçisi yok muydu? Yağmurla içine su dolup göle dönüşmüş olan inşaat çukurunun nasıl bir tehlike oluşturduğuna belediye hiç mi bakmamıştı?

Sancaktepe’nin Belediye Başkanı Şeyma Döğücü isimli bir hanım. Bugünkü Hürriyet’te sözlerini okuyunca tüylerim diken diken oldu. “Burası bir yerleşim alanı değil. Etrafı sacla çevrili. Çocuklar sacları ayırarak buraya girmiş. Şantiye alanını incelettim. İhmal ve iş güvenliği alanında zafiyet görünmüyor. Burası çoluk çocuğun oynadığı, vatandaşın geçtiği bir alan değil. Gerekli inceleme devam ediyor, sürecin takipçisiyiz” demiş. Kendisi hükmünü vermiş bile, bundan sonra hangi ‘sürecin takipçisi’ olacak çok merak ettim.

Umarım savcılık bu olayı soruştururken Şeyma Döğücü’yü de soruşturulanlara dahil edecek ve o inşaatın sahibiyle birlikte onun da ihmali olup olmadığına dikkatle bakacak.

Merkez Bankası bunu 2 yıl önce söyleseydi, 128 milyar dolar efsanesi olur muydu?

Merkez Bankası bunu 2 yıl önce söyleseydi, 128 milyar dolar efsanesi olur muydu?

Bugün Sabah gazetesinde bir haber var, başlığı aynen şu: ‘Algı operasyonlarını bitirdi! ‘128 milyar dolar nerede’ sorusuna öyle bir yanıt verdi ki…’

128 milyar dolar sorusunun ne olduğunu bilmeyen yok. Merkez Bankası’nın sattığı rezerv miktarı. Soruya yanıt veren ise önceki gün Meclis’te milletvekilleri tarafından sorguya çekilen bugünün Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan.

Peki ne demiş Gaye Erkan? Dediği aynen şu: ‘TCMB’nin 128 Milyar Dolar rezerv kullanımı soruluyorsa bu dönemde ülkenin dış yükümlülüklerindeki değişim ile yerleşik kesimlerin dış varlıklarındaki artışa bakarsanız bu soruya cevap aramazsınız. Rezervler, kurda oynaklığı önlemek, piyasa manipülasyonları ile suni devalüasyonla ülke ekonomisini krizi sürüklemenin önüne geçmek, ithalatçıların ihtiyaç duyduğu dövizi temin etmek yani cari açığı finanse etmek ve içerdeki hanehalkı ile firmaların döviz taleplerini karşılamak için mevzuata uygun daha doğrusu tüm dünyada olduğu gibi TCMB işlemleri ile piyasa satılmıştır.’

Bu ‘128 milyar dolar nerede’ sorusunu evet CHP bir ara belden aşağı bir yöntemle, o paranın çalındığını ima ederek de sordu ama aslında daha ilk günden beri Merkez Bankası’ndan ve hükümetten cevaplaması istenen şey tam da geçen gün Gaye Erkan’ın söylediği şeydi. Bu para, kur daha fazla artmasın diye piyasayı baskılamak için satılmıştı, ama Merkez Bankası da, o dönem Meclis’te çok uzun bir izahatta bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, ‘Kuru baskılamak için sattık’ dememişti. Kurun baskılandığını kabul etmemişti. Oysa bakın Gaye Erkan gayet rahat biçimde, sağır sultanın bile duyduğu basit gerçeği söyledi işte: ‘Rezervler, kurda oynaklığı önlemek, piyasa manipülasyonları ile suni devalüasyonla ülke ekonomisini krizi sürüklemenin önüne geçmek…’ için satılmıştı.

O dönemde ‘Merkez Bankası kurun seviyesine müdahale etmez’ yalanını sürdürmek için bu basit gerçek açıklanmadı diye doğru bu 128 milyar dolar efsanesi. Çünkü bu kadar (hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasına göre 164 milyar dolar) satıldığı halde kur da öyle baskılanabilmiş falan değildi.

Ama o efsane yüzünden bugün bile Merkez Bankası rezervi ne zaman eksilse hemen ‘Banka yeniden arka kapıdan döviz satıyor’ lafları başlıyor. Oysa eğer bankalar Merkez Bankası’ndan dolar satın almak istiyorsa ne yapacak Merkez Bankası, satmayacak mı? Başlıca görevi o ihtiyaç duyulan doları temin etmek değil mi?

Suriye’ye hava harekatı mümkün mü?

Suriye’ye hava harekatı mümkün mü?

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün oldukça önemli bir ön alıcı hamle yaptı, pazar günü yaşanan terör saldırısının iki failinin birden Suriye üzerinden Türkiye’ye girdiğini söyleyerek bu ülkedeki PKK/YPG hedeflerinin tamamının bundan böyle ‘meşru hedef’ olduğunu söyledi.

Türkiye’nin üç gündür Kuzey Irak’a hava harekatları yapmakta olduğunu dikkate alacak olursak, ilk beklenti Suriye’deki PKK/YPG tesislerinin de bir cezalandırma operasyonuyla vurulacağı oluyor doğal olarak.

Peki vurmak mümkün mü? Suriye söz konusu olduğunda Türkiye’nin elinin Kuzey Irak’taki kadar serbest olmadığını biliyoruz. Çünkü Suriye hava sahası, Irak hava sahasına benzemiyor. Burada Rusya’nın mutlak bir hakimiyeti var, sadece Rusya da değil, bu ülkede bir de Suriye’nin kendi hava savunma sistemleri de duruyor.

Örneğin İsrail bir seferinde hava saldırısı için Rusya’dan izin aldığı halde Suriye’nin kendi hava savunma sistemi İsrail uçaklarına ateş açtı, hatta İsrail bir F-35 uçağını bu saldırılarda kaybetti.

Türkiye ise İdlib’de yaşanan son savaşta bile uçaklarını Suriye hava sahasına sokmadı, Türk sınırı geçilmeden atılan füzelerle Suriye’deki hedefleri vurdu.

Mesele sadece Suriye ve Rusya da değil. Bir de Amerikan ordusu var sahada ve onların da kendilerine göre bir hava savunma sistemine sahip olduklarını, hatta bu sistemlerin bir kısmını PKK/YPG’ye tahsis ettiklerini varsaymak çok yanlış olmayabilir.

Hakan Fidan, sözünün ciddiyetiyle tanınan bir aktör. O yüzden, onun ‘Suriye’deki PKK/YPG hedefleri meşru hedeftir’ sözlerini öyle boş bir tehdit olarak söylemediğini varsaymalıyız. Kaldı ki aynı sözleri daha sonra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler de söyledi, unutmayın.