Fransızca, Amin Maalouf’a teslim!
Raf Gezgini, bu hafta 2023 Nobel Edebiyat Ödülü'nün çiçeği burnundaki sahibi Jon Fosse'nin kitaplığına dalıyor; Türkçenin en önemli yazarlarından Yaşar Kemal'in doğum gününü kutluyor ve yeni çıkanlara bakış atıyor.
Geçen hafta yılın en heyecanlı haftalarından biriydi. Nobel Ödülleri sahiplerini buldu, bizim de gözümüz kulağımız perşembe günü açıklanan 2023 Nobel Edebiyat Ödülü’ndeydi. Ödül, bu sene Norveçli yazar Jon Fosse’nin oldu.
Raf Gezgini, 2023 Nobel Edebiyat Ödülü’nün çiçeği burnundaki sahibi Jon Fosse’nin kitaplığına dalıyor; Türkçenin en önemli yazarlarından Yaşar Kemal’in doğum gününü kutluyor ve yeni çıkanlara bakış atıyor.
Önce birçoğumuzun yeni tanıştığı yazara yakın markaj: İsveç Kraliyet Bilim Akademisi, Fosse’nin “Söylenemeyeni dile getiren yenilikçi oyunları ve düzyazıları için” Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görüldüğünü açıkladı. Neredeyse 40 yıldır yazan Fosse’nin eserleri 50’den fazla dile çevrildi, oyunları tüm dünyada binden fazla kez sahnelendi. Daha çok tiyatro metinleriyle tanınsa da şiir, roman, öykü gibi pek çok türde yazdı. Ama esasen tiyatro oyunlarıyla nam salmış bir yazar. Öyle ki adı Henrik İbsen ve Samuel Beckett’le beraber anılıyor. Ne yazık ki bu oyunların hiçbiri Türkçeye çevrilmedi. Romanları ise biraz da dolambaçlı; karakterler birbirine girip çıkıyor; romanları genellikle tek bir cümleden oluşuyor.
Fosse ile çiçeği burnunda Nobel Ödülü vesilesiyle tanıştı büyük bir çoğunluğumuz. Önceden keşfetmiş olanlar varsa ne âlâ. Her ne olursa olsun güzel haber: Monokl Yayınları, Fosse’nin üç romanını Türkçeleştirmişti. Ödüllerin açıklandığı gün 10Haber’e özel bir de müjde verdiler. Fosse’nin başyapıtı kabul edilen ‘Septoloji’ adlı romanını da Türkçe yayımlayacaklarmış.
Fosse’nin Türkçeye çevrilmiş ilk romanı ‘Sabahtan Akşama’(2016). Deniz Canefeni’nin çevirdiği roman, yazarla tanışmak için iyi ama zor bir başlangıç. Tam anlamıyla bir arayışın romanı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir arayış. Hayat, ölüm, sonlar, başlangıçlar üzerine sorular soruyor Fosse. Bu arada romana neden iyi ama zor bir başlangıç dedik, açıklayalım: Fosse sonu gelmeyen cümleleri, bol virgülleriyle meşhur. Sorular soruyor ya da sorduruyor Fosse. Ancak tüm bunları okura, halihazırda kendisinin bildiği cevapları dikte etmek için yapmıyor; hissediyorsunuz. Zira Fosse de bu sorulara yanıt arıyor ve bu hissi de samimiyetle aktarıyor. İştah açması niyetiyle kitaptan bir alıntı:
“Sahiden de hayat denildiği kadar karmaşık mıdır? Dün de dünden önceki gün de benzer veya biliniyor ise nedir bu hayatla ilgili alıp veremediğimiz? Olup biten her şey gözümüzün önünde gerçekleşmiyor mu? Gelecek hiç var olmadığına göre (belki de geleceğe dair sadece umut ve kaygı vardır) şimdiyle yetinmek zorunda değil miyiz ve devamında gelen başka bir soru: Şimdi denilen bir zaman dilimi hiç oldu mu? Yani şimdi’yle anlamlandırdığımız kavram ya da şey bir kandırmacadan başka nedir ki? Zira çoğu defa şimdi’yi geçmişin gölgesiyle karartmıyor muyuz ya da başka bir deyişle, şimdi’yi geçmişin ışığıyla aydınlatmıyor muyuz?”
Jon Fosse bu kez, bu dünyada yerlerini bulmaya çalışan iki sevgilinin aşk hikayesine konuk ediyor okuru. Aslında kendi hayatından yola çıkarak bir balıkçı kasabasındaki bir aşkı, bir cinayeti, bir cezayı ve bir sonu anlatıyor. Yazar, bu romanla 2015 yılında İskandinav Konseyi Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştı.
Jon Fosse, bir ressamın dünyasını kapılarını açıyor bu defa. Ressamın melankolik ve kırılgan dünyasındaki özel ışığı ve güzelliği sergiliyor. Melankoli I-II, dünyanın ve yaşamın gerçekliğine bir meydan okuma ve aynı zamanda düşlere, yanılsamalara, hayallere karmaşık bir övgü.
Septoloji’yi Türkçe okumak için ne kadar bekleyeceğiz, şimdilik bir şey söylemek mümkün değil ancak yazarın yazdığı en uzun metin olan bu romanı da biraz anlatalım. Roman, Tanrı hakkında çok düşünen ve alkolle mücadele eden bir sanatçının kendiyle konuştuğu monolog şeklinde. Fosse’ye göre ‘Septoloji’ bugüne kadar yazdığı tüm oyunları ve romanlarından birçok unsur taşıyor. Kitabın her bölümü, aynı cümleyle açılıyor ve aynı dua ile sona eriyor.
Bu kitabın yazarın hayatında önemli bir yeri var zira Fosse çok uzun bir süre boyunca kaygılarından kurtulmak için içki içmiş. 2012 baharında birkaç ay boyunca 24 saatlik içme seansları sonrasında durması gerektiğini fark etti. 2012 de ise içkiyi bıraktı ve Katolik yaşam tarzını benimsedi. O günleri, “Evet, bu bir değişiklikti. Ben sorumluluğu aldım ve geminin rotasını değiştirdim” diyerek anlattı.
Türkçenin en önemli yazarlarından Yaşar Kemal 6 Ekim 1923’te açtı gözlerini bu dünyaya. 100. yaşını kutluyoruz bu yıl usta yazarın. İster 40 dile çevrilen, yazarın ismi geçince hemen akla gelen ‘İnce Memed’i, ister Yaşar Kemal’in doğup büyüdüğü Osmaniye’nin Hemite köyündeki Esme’nin hikâyesini anlattığı ‘Yılanı Öldürseler’i ya da Yaşar Kemal’in tefrika edilmeden doğrudan kitap olarak yayımlanan ilk romanı ‘Kuşlar da Gitti’nin sayfaları arasında kaybolun. Belki eliniz yazarın öykü türündeki ilk kitabı ‘Sarı Sıcak’a kayar ya da belki Ahmet ile Gülbahar arasındaki efsanevi aşkı anlatan ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ne gider.
Hafta başında kitaplarını Fransızca yazan Lübnan doğumlu, yazar Amin Maalouf, kariyerinde yeni bir sayfa daha açtı. Yazar, Fransız dilinin hal ve gidişatıyla ilgilenen Académie Française’in yeni daimi sekreteri seçildi. Maalouf, 5 Ağustos’ta hayatını kaybeden tarihçi- yazar Hélène Carrère d’Encausse’nin 1999’dan beri sürdürdüğü görevini devraldı.
1976’dan bu yana Fransa’da yaşayan Maalouf’un kitapları 40’tan fazla dile çevrildi. Yazarın ‘Afrikalı Leo’, ‘Semerkant’, ‘Işık Bahçeleri’, ‘Empedokles’in Dostları’, ‘Doğu’dan Uzakta’ ve ‘Doğunun Limanları’ başta olmak üzere Türkçeye çevrilmiş pek çok kitabı bulunuyor. Bu vesileyle uzaktan da olsa Maalouf’u tebrik etmek isteyenler olursa, yazarın kitaplığına bakış atabilir. Bizim önerimiz ‘Işık Bahçeleri’ olsun.
Farklı kültür ve inanışlara ilgi duyanların severek okuyabileceği bir kitap ‘Işık Bahçeleri.’ Sosyal bilgiler dersinde Uygurlar’ı işlerken kulağımıza çalınan Maniheizmi hatırlar mısınız? İşte ışık bahçeleri Maniheizmi ve önderi Mani’yi anlatıyor. buruk sonları, geçmişe takıntısı ve akıcı diliyle kalbimizi çalan Maalouf bir kere daha bildiği sularda yüzüyor. İşin içine tutkunu olduğumuz romantizmini de katmayı ihmal etmiyor tabii. kitap Mani’nin doğumundan ölümüne kadar yaşamının tüm evrelerini, ailesini, yakınlarını ve yaşadıklarını anlatıyor. Tüm bunları öğrendikçe Mani’nin hoşgörüsüne, bilgeliğine ve bazen sabırları zorlayan tevazusuna şaşırmamak mümkün değil. insan düşünmeden de edemiyor, “mani kadar hoşgörülü olmak mümkün mü, içindeki ışığı aramak için yanlış yüzyılda mıyız, karanlığın devri hiç bitmeyecek mi” vs vs… velhasıl bu Maalouf harikası düşündürüyor, Mani’yi araştırmaya itiyor, “Kral Şahpur kimdi, dur bi bakayım” dedirtiyor, meraklısına tavsiye edilir.
‘Borges Sicilya’da, Alejandro Luque’un, Jorge Luis Borges’e duyduğu hayranlığın epik ve sanatsal bir vesikası. İspanyol gazeteci ve yazar Luque, üç arkadaşı ve araçları Eureka ile çıktığı yolculukta, Borges’in Sicilya’nın muhtelif yerlerinde çekilmiş fotoğraflarının izini sürüyor.Alejandro Luque, Borges’in adımlarını takip ederek hayatı, tarihi, doğayı, sanatı, onun zengin muhayyilesiyle seyrediyor. Palermo, Cefalù, Siraküza, Bagheria, Selinunte gibi şehir ve kasabalardan geçilerek yapılan yolculukla Sicilya, Borges’i yansıtan bir ayna oluyor adeta.
Güney Koreli yazar Yun Ko-eun’un ‘Afet Gezgini’, Seul’deki ‘tuhaf’ bir turizm şirketiyle tanıştırıyor okuru. Bu şirket alışılagelmişten farklı bir programa sahip: nükleer salınım, sel, deprem, volkan, çölleşme, kasırga, savaş, tsunami ve akla gelebilecek her türlü afetten etkilenen bölgelere geziler düzenliyor. Yona ise afet bölgelerine turlar düzenleyen bir turizm şirketi olan Jungle’da on yıldır koordinatörlük yapıyor. Yona’nın yaşamı ve seçimleri üzerinden ilerleyen, sürprizli bir roman ‘Afet Gezgini’. Edebiyat eleştirmeni A. Ömer Türkeş ise bu hafta 10Haber’de kaleme aldığı yazısında bu romana dair merakları artırarak “bu yılın en iyilerinden birisi” diyor.
İletişim Yayınları dünya edebiyatının en özgün kalemlerinden Nabokov’un ‘Terra Incognita’ adlı kitabını yayımladı. Nabokov’un öykülerinin bir araya geldiği bu kitap, Vladimir Nabokov’la tanışmak isteyenler için iyi bir fırsat sunuyor.O halde Nabokov hakkında kısa bir bilgi: İlk dokuz romanını Rusça yazdı, daha sonra İngilizceye geçti. Nabokov’un ‘Lolita’sı (1955) en meşhur romanı olarak biliniyor. Lakin ‘Terra Incognita’ yazarla tanışmak için iyi bir başlangıç.
Medeniyet tarihinin benzersiz bir yorumu ve türümüzün nasıl hayatta kalacağına dair bir öngörü. ‘Dayanıklılık Çağı’nda Jeremy Rifkin bizi geçmişte, günümüzde ve gelecekte bir yolculuğa çıkarıyor. Yazar Jeremy Rifkin, içinde bulunduğumuz yeni çağda verimli ekonominin yerini uyumlu ekonomiye bırakacağını iddia ediyor. Yeni nesil büyümedense gelişmeye, finans merkezlerindense ekoloji merkezlerine, üretkenliktense yenilenebilirliğe, küreselleşmedense globalleşmeye, jeopolitiktense ekoloji politikalarına, temsili demokrasidense vatandaş meclislerine önem veriyor.
Yapı Kredi Yayınları, 1927-1940 yılları arasında yazılmış ve ilk kez 1983’ten sonra çıkan öykü kitaplarında yer almış Memduh Şevket Esendal öykülerini bir araya getirdi.
‘Çoksatan Kiracı’ ve ‘Kelebek Evi’ romanlarının yazarı Katrine Engberg, Kopenhag polisiyesi serisine gerilim ve muamma dolu ‘Rıhtım’ ile devam ediyor. Bu kez odakta kayıp bir çocuk var: Varlıklı bir ailenin on beş yaşındaki çocuğu Oscar Dreyer-Hoff kaybolduğunda, herkes bunun her zamanki kaybolmalarından biri olduğunu ve yirmi dört saat içinde ortaya çıkacağını düşünür. Ancak saatler ve günler geçtikçe aile daha da telaşlanır ve dedektif Jeppe Kørner ve Anette Werner Oscar’ın hayatını daha derinlemesine araştırmaya başlar. Aileye kötü niyetli notları kim gönderiyordur? Oscar’ın en yakın arkadaşı hangi sırları saklamaktadır? Ve limanda gerçekten neler olmaktadır?
Küçük bir taşra kentinde sakin bir pazar günü iki arkadaş, Bérenger ile Jean bir kafenin bahçesinde oturup laflamaya başlarlar. Birden, gittikçe artan bir gürültü duyulur: Hızla gelip gözden kaybolan bir gergedanın çıkardığı sestir bu. Sonra bir başka gergedan aynı hızla geçip gider. Mahallenin sakinlerinden bir ev hanımı, yaşlı bir beyefendi, bir mantıkçı,kafenin sahibi ve garson kız büyük bir şaşkınlık içinde olup biteni anlamaya çabalar, birtakım sorulara cevap bulmaya çalışırlar. Kısa süre içinde kentte gergedanların sayısının arttığı görülür, ancak bunlar kente dışarıdan gelmiş gergedanlar değildir, halk gergedanlaşmaktadır. Eugène Ionesco’dan acımasız bir konformizm ve totalitarizm eleştirisi. Ayberk Erkay çevirisiyle, YKY tarafından yayınlamlandı.