11-10-2023
İsmet Berkan

Türk lirası ucuz mu? Dolar düşer mi?

Türk lirası ucuz mu? Dolar düşer mi?

Amerikan yatırım bankası JP Morgan da benim gibi düşünüyor, ‘TL zaten çok ucuz, daha fazla devalüasyon olmayabilir’ diyor ve yatırımcılarına TL almaları tavsiyesinde bulunuyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de dün Turkuvaz Medya’nın Ankara bürosuna ziyarette bulundu, burada A Haber kanalına çıktı ve döviz fiyatının daha fazla artması için sebep göremediğini söyledi. Bakana göre Türkiye ‘Reel faiz patikası’na girmiş durumda.

Peki ama sahiden TL olması gereken değerden daha mı ucuz? Bu sorunun cevabına yakından bakmaya çalışalım:

Biz tabii 2018’den beri ara ara öyle hızlı ve yüksek devalüasyon (yani TL’nin hızlı değer kaybı) dönemleri yaşadık ki, doğal olarak ‘Yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın garantisidir’ diye düşünüyor ve doların fiyatının TL’ye göre daha da artacağını direkt olarak varsayıyoruz. Son 5 yıldır bu varsayımlarımız bizi hiç yanıltmadı.

Ama tabii, tersi de olabilir. Yani bir gün gelir, doların fiyatı artmamaya başlar, hatta belki bir ölçüde düşebilir bile.

O yüzden para piyasaları, yani TL ile başka para birimleri arasındaki farklardan para kazanmaya çalışan piyasalar bu aralar çok dikkatli. JP Morgan gibi önerilerini doğrudan söyleyenler de var, sessiz kalıp izlemeye çalışanlar da.

Gelin TL’nin değeri konusunda bazı temel şeylere yakından bakalım.

Paranın değerini neler belirler?

Bir ülke parasının değeri diğer ülke para birimlerine karşı nasıl belirlenir? Daha doğrusu şu: TL’nin değeri mesela dolara karşı nasıl belirleniyor?

Bunu belirleyen birkaç paralel mekanizma var. 

En temelde enflasyon var. Türkiye’de bir enflasyon yaşanıyor, eh ABD’de de enflasyon var. Bu ikisi arasındaki fark kadar TL’nin değer kaybetmesi zaten eşyanın tabiatı gereği.

İkinci mekanizma TL ve dolar için alınan temel faiz oranı. TL’de faiz çok düşük, hatta negatif seviyede olunca enflasyon da yaşanan TL’den kaçılması, buna karşılık Amerika’da faiz artınca dolara yönelinmesi yine eşyanın tabiatı gereği bir şey. İnsanlar TL’den kaçıp dolara yöneldiğinde TL değer kaybediyor. TL’nin fiyatını arttırmanın yolu faizi arttırmak.

Üçüncü mekanizma arz-taleple ilgili. Türkiye her ay neredeyse 30 milyar dolarlık ithalat yapıyor. Ortalama olarak her gün 1 milyar dolarlık ithalat ihtiyacı var yani. Bu ihtiyaç kısılmadıkça, her gün en azından ithalatçı için 1 milyar dolar bulmak gerekiyor. Bu günlük kaba ortalamayla 1 milyar doların yine kabaca 800 milyonu ihracattan, turizmden vs geliyor, kalan 200 milyon dolar ya Merkez Bankası rezervinden ya da dış borçtan gelmeli. İşte dolar arzındaki bu sıkışıklık da doları pahalılaştırıyor.

Bize özgü iki mekanizma

2018’den beri yaşadığımız bir özel tecrübe, ülkemizde bir dördüncü mekanizmanın daha doğmasına neden oldu, o da Tayyip Erdoğan’ın ekonomi politikalarına olan güvensizlik. Öyle akıl dışı dönemlerden geçtik ve bu akıl dışılıklardan bugün dahil hala daha tam kurtulamadık ki, çok ciddi güvensizlik devam ediyor. ‘Erdoğan her an Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan’ı işten atabilir, faizleri yeniden yüzde 8’e indirebilir’ diye düşünüyoruz hepimiz kafamızın arkasında. Tayyip Erdoğan’ın bunu yapmayacağına inanmamız bir hayli zaman alacak. İşte bu güvensizlik de TL’nin değerinin düşmesine, doların fiyatının ise artmasına neden oluyor.

Yine bize özgü bir başka durum: Türkler az tasarruf eden, elindekini harcamayı seven bir millet. Olduğu kadarıyla tasarruflarımızın bankalarda duran kısmının yarıdan epey fazlası ise ya doğrudan döviz cinsinden hesaplarda duruyor ya da dövize endeksli KKM hesaplarında. Bu, Türklerin kendi paralarına duydukları güvensizlik. O güvensizlik bir günde oluşmadı, arkasında uzun yılların tecrübesi var, güven ise çok ama çok daha yavaş oluşuyor. 2018’den beri kaybedilen güveni hesaplamak bile zor. İşte bu da, Türkiyeli para sahiplerinin doların fiyatının hep enflasyondan daha fazla yükseleceğine dair bir beklentiye sahip olduklarını gösteriyor. Yani bizim beklentimiz de çoğunlukla TL’nin değer kaybedeceği yönünde.

Son yazdığım iki mekanizmayı, yani siyasi güvensizlik ve elde dolar tutma alışkanlığını şimdilik bir kenara bırakıp bizim Merkez Bankası’nın uzun yıllardır tuttuğu ‘reel efektif kur endeksi’ne bir bakalım.

TL’nin değeri 100 olacağına 55, işçi ücreti 100 olacağına 41!

Merkez Bankası bu endeksin tüketici fiyatları enflasyonuna dayalı kısmında 2003 yılının başını baz almış, yani endeks değerine 100 demiş. Bir anlamda o gün TL ile doların değerinin arasında enflasyon farkı olmadığını varsaymış.

Son olarak Eylül ayında açıklanan değere göre endeks 55,52 seviyesinde. Yani salt enflasyon açısından bakıldığında TL olması gerekenin neredeyse yarısı değerde, 100 olması gerekirken 55,52’de. Neden böyle? Bunda siyasi güvensizlik ve elde dolar tutma alışkanlığı önemli rol oynuyor.

Merkez Bankası bir de işgücüne yapılan ödemeleri baz alarak da reel efektif kur endeksi tutuyor. Orada durum çok vahim. Banka 2003’ün Aralık ayında işçi ücretlerini döviz kuru bakımından 100 kabul etmiş. Bu rakam 2022’nin Aralık ayında 41,54’e düşmüş durumda. Yani işçilere ödenen ücretler, dolar bazında 20 yılda 100’den 41,54’e düşmüş. Normalde bu denli yüksek bir gerileme olduğunda ihracata çalışan sektörlerin maliyetleri çok düşer, bu sayede döviz gelirleri artar, bu artış da dövizin fiyatı düşürür veya artmasını engeller, o yolla işçi ücretleri de dolar bazında artmaya başlar.

Ama bizde öyle olmamış, işçi ücretleri 2018’den beri düzenli olarak geriliyor, 2022 felaket bir yıl olmuş. (Sonradan yapılan asgari ücret artışlarıyla bu endeks rakamı yükselmiş olmalı ama hala 2020-21 seviyesini geçtiğini sanmıyorum.)

Güvensizlik yüzünden

Bu ikinci endeks de bize, TL’nin değer kaybında ana faktörün enflasyondan çok diğer faktörler ama en önemlisi siyasi güvensizlik olduğunu gösteriyor. Çünkü siyasi güvensizlik, ilk başta saydığım üç ana mekanizmadan döviz arzı bölümünü de sınırlıyor. 

Güvensizlik mesela ihracatçının döviz gelirini yurt dışında tutmaya başlamasına neden olabiliyor, bu döviz arzını sınırlayınca Merkez Bankası ihracatçıya ‘Dövizini bende bozdurmak zorundasın’ diye kural getiriyor, o kural güvensizliği daha da arttırıyor ve zincir böyle gidiyor. Ülkeye daha az döviz girince TL değer kaybediyor.

Gördüğünüz gibi JP Morgan aslında kağıt üzerinde haklı. TL, olması gereken değerin çok altında, yani ucuz.

‘Reel faiz patikası’ ne demek?

Ama aynı JP Morgan, ‘Daha fazla devalüasyon artık olmaz’ derken ama bir kumar oynuyor: Mevcut ekonomik politikaların kesintiye uğramayacağına, Mehmet Şimşek-Gaye Erkan ikilisinin ‘rasyonelleşme’ adımlarını tamamlayacağına inanıyorsanız bu kumarı oynamak insana çok para kazandırabilir. Ama tutmazsa ve kur bir daha sıçrarsa da çok büyük para kaybettirebilir.

Şimdi, JP Morgan’ın bu doğrudan çağrısına aslında Hazine Bakanı Mehmet Şimşek de destek verdi, üstelik geleceğe dönük olarak ‘Reel faiz patikası’na girildiğini söyleyerek.

‘Yani bugün reel faiz vermiyoruz ama gelecekte vereceğiz’ diyor bakan.

Yatırımcının bu söyleme inanıp inanmayacağını, Türkiye’nin ortodoks politikalarda kalacağına güvenip güvenmeyeceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Burada Merkez Bankası faizleri kuşkusuz önemli ama esas bakılması gereken yer banka mevduat faizleri ve Hazine’nin iç borçlanma faizleri olacak.

Gazze için diplomasi sonuç alacak gibi durmuyor

Gazze için diplomasi sonuç alacak gibi durmuyor

İsrail, bugün beşinci gün olmasına rağmen hâlâ ülke içine sızan Hamas militanlarını etkisiz hale getirebilmiş değil. Öte yandan Gazze üzerindeki İsrail saldırısı da aralıksız devam ediyor. Hamas daha dün yine çok sayıda roketi İsrail kentlerine gönderdi.

Bu şartlar altında, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok Arap lider ve dünya liderinin Gazze için yürütmeye çalıştığı diplomasi ve krizi yumuşatma telkinleri pek sonuç alacak gibi durmuyor.

Ortada son derece eşitsiz bir savaş var. Ve bu savaşta Batı medyasının yayınladığı İsrailli sivillere ilişkin görüntü ve haberler, bir anlamda İsrail’e Gazze’deki 2 milyon 300 bin sivile ayrım gözetmeksizin saldırma meşruiyeti veriyor. En azından Batının gözünde bu böyle.

Maalesef gözümüzün önünde, hatta TV canlı yayınında karşılıklı katliamlar izliyoruz. Bir yanda otobüs durağında otobüs beklerken, evinde otururken veya festivalde dans ederken öldürülen İsrailliler, bir yanda Gazze’de açlığa, susuzluğa, işsizliğe mahkumken bir de kafasına bombalar yağan milyonlar.

Bu yaşadığımız şiddet sarmalı ve vahşet kısa zamanda duracak gibi değil.

Ekonomide durgunluğun ayak sesi mi?

Ekonomide durgunluğun ayak sesi mi?

Türkiye’de istihdam piyasası bir yandan çok canlı bir yandan da son derece oynak. Ülkemizde temmuz ayında şaka değil tam 318 bin kişilik yeni istihdam yaratılmıştı. Haziran ayında da yaratılan yeni istihdam 151 bin kişiydi. Ama gelin görün ki Ağustosta birden bire bu rakam 1000 kişiye, evet sadece bin kişiye düşüverdi.

Neden böyle oldu? Herkesin aklında ekonominin yavaşlamaya başlaması var. Sahiden Mehmet Şimşek’in vergi ve faiz artışları ile kredi hacmindeki daralma şirketler kesiminde bu ölçüde bir yavaşlamaya mı neden oldu? Düşünün bir ekonomi bir ay önce 318 bin yeni iş yaratmış, ertesi ay ise neredeyse durmuş.

Daha ilginci, Ağustosta 23 bin erkek işini kaybetmiş ama 24 bin kadın işe girmiş. Yani istihdamdaki bu son derece sınırlı artış da kadınlardan kaynaklanmış.

Tabii korkutucu ihtimal istihdam kaybının başlaması. Durgunluğun esas kötü sonucu bu olabilir.

Eylül ayına ilişkin rakamları önümüzdeki ay göreceğiz ama eğer istihdamda gerileme başladıysa, Mehmet Şimşek’in geleceğiyle ilgili endişelenmeye başlayabiliriz. Seçime doğru gidilirken işsizliğin artması Tayyip Erdoğan’ın hiç hoşuna gitmez çünkü.

Sinan Ateş cinayetinde gidilmesi gereken nokta

Sinan Ateş cinayetinde gidilmesi gereken nokta

Neredeyse unuttuk, Ülkü Ocakları’nın eski başkanı Sinan Ateş’in Ankara’da öldürülmesiyle ilgili soruşturma aslında kapanmış değil.

Şimdi öğreniyoruz ki, cinayetin azmettiricileriyle ve cinayeti işleyen kişinin Ankara’dan kaçırılmasıyla ilişkisi olduğu düşünülen eski MHP milletvekili Olcay Kılavuz da savcılığın ‘şüpheli’ listesinde yer alıyormuş.

Kılavuz, cinayet işlendiği sırada milletvekiliydi, o yüzden işlem yapılamamıştı. Şimdi o sıfatını kaybettiği için hakkında işlem yapılması, en azından ifade vermeye davet edilmesi beklenmeli.

Sinan Ateş cinayeti siyasi sebeplerle mi işlenmiştir bilemem ama cinayette rol alan isimlere ve şüphelilere bakınca bu cinayetin her tarafından MHP üyelerinin ve MHP’ye yakın isimlerin çıkması, en azından bu parti açısından hoş olmayan bir görüntü oluşturuyor.

Evet parti belli ki Olcay Kılavuz’u bu sebeple milletvekili yapmamış ama bu işlerin ‘Kol kırılır yen içinde’ anlayışıyla çözülmek istenmesi ne kadar doğrudur bilemedim.

MHP’nin bir kurum olarak bu cinayetle ilgili kamuoyuna bir şeyler söylemesi gerekmiyor mu?