Kadıköy’den çıkışın anahtarı onda: Fatih Tekke
Türkiye, dünya üçüncüsü Hırvatistan'ı deplasmanda geçerken maça damgasını vuran orta saha İsmail Yüksek'ti. Karşısında Modric-Brozovic-Kovacic olan Yüksek, bundan 2 sene önce Gölcükspor'da fırsat arıyordu. Tıpkı 50'lerinde ünlü olup Oscar'a uzanan aktörler gibi...
Quentin Tarantino sinemasının parlayan yıldızı çoktur. Bunlardan biri de hiç şüphesiz Christoph Waltz. İlk olarak Inglorious Bastards’taki (Soysuzlar Çetesi) rolüyle ünlenen Waltz, film yayınlandığında 53 yaşındaydı. O yaşına kadar beyaz perdenin görece arka planında kalan isimlerinden olan Waltz yardımcı erkek oyuncu rolüyle Oscar’a layık görüldü. 21 yaşından itibaren sinema dalında her yolu deneyip yıllarca hayallerinden vazgeçmeyen Waltz’un tek başarısı bununla sınırlı kalmayacaktı…
İnanmak başarmanın yarısıdır klişesine inanır mısınız? Bazı mistik zaferler vardır çeşitli safsataların geçerlilik kazanmasına yol açabilecek. İsmail’inki biraz o hesap aslında. İnandı her şeyden önce, başaramamasına rağmen inandı elbette. Peki neden başaramadı? Neden bu kadar gecikti başarması? O başka yazının konusu elbette. Dünkü Hırvatistan galibiyeti sonrası İsmail Yüksek isimli yeteneğin futbol gurusu dolu ülkemizde -hani şu Arda Güler’i onlarca kişinin herketen önce keşfettiği Türkiye- 23 yaşına kadar keşfedilemeyişi akıllara geldi. Ancak dediğim gibi bu sosyolojik facia, başka yazının konusu.
Bu yazının konusu destanın sahibine ithaftan ibaret. 26 Ocak 1999 tarihinde dünyaya gelen Yüksek, İznik’te, doğduğu yerde topa vurmaya başladı. Bursa Yıldırım formasıyla Gölcükspor’un dikkatini çeken oyuncu 19 yaşında Gölcük’ün yolunu tuttu. Yaşıtlarının altyapı milli takımlarında oynamaya başladığı ve profesyonel sözleşmelerine çok daha üst seviyelerde imza attığı dönemde İsmail, TFF 3. Lig ekibiyle futbol yaşantısına resmi olarak atılıyordu. Ön libero olarak görev yapan İsmail, toplamda 50 maç oynadığı ve 10 gole imza attığı 2 sezonun ardından altyapı transferlerine önem vermeye başlayan Fenerbahçe’nin dikkatini çekti. Yalnızca 65 bin dolar karşılığında transfer edilen futbolcunun duyuru gönderisinde yer alan cümleler zamanında alay konusu olmuştu. Ağustos 2020’de resmi sözleşme imzalanan oyuncuyla alakalı “Birçok Süper Lig ekibinin peşinde olduğu…” ibaresi çok konuşuldu. O dönem kaç takımın peşinde olduğu tartışılır ancak artık birçok takımın peşinde olacağı, hiçbir Süper Lig kulübünün de bütçesinin yeterli olmayacağı açık.
Transfer edildiği dönemde 8-10 numara olarak ön plana çıkan genç oyuncu daha sonraki dönemlerde sırasıyla Balıkesirspor, Adana Demirspor ve Bursaspor’a kiralandı. Burada TFF 1. Lig şampiyonluğu tecrübesi de kazanan isim süreç içinde farklı mevkilerde oynadı. Jorge Jesus’un Fenerbahçe’nin başına geldiği 2022 yazında İsmail takımın ön libero yedeklerinden biriydi. Miguel Crespo’nun tercih edilmediği, Willian Arao’nun da kadroya katılmadığı süreçte oynanan maçlar onun için bulunmaz fırsattı. 23 yaşına gelmiş, kaba tabirle son kurşunlarını atıyordu. Fenerbahçe gibi bir yapıda belli bir yaşı geçtikten sonra kendini kanıtlayamayıp Süper Lig’in müzmin Anadolu takımı futbolcularından birine dönüşebilirdi. Ancak başta Jesus olmak üzere değişen bakış açısı hem Fenerbahçe hem de Türk futboluna kazandırdı. Portekizli futbol insanı belli tercihleri nedeniyle sık sık eleştirildi ancak Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi yolculuğundan eden Kadıköy’deki Dinamo Kiev maçında kırmızı kart gören İsmail’e şans vermekten vazgeçmemesi Türk futboluna enerjisi tükenmeyen bir 6 numara kazandırdı.
İsmail, Fenerbahçe’nin kupa hasretine Türkiye Kupası’nı kazanarak son verdiği 2022-23 sezonunda 32 maçta forma giydi ve 1 gol, 1 asistle oynadı. Sezon bitimiyle Jesus ayrıldı. Yerine İsmail Kartal geldi. Fenerbahçe büyük oyuncu satışları yapınca kazanılan parayla olmadığı kadar iyi bir kadro kuruldu. Kadronun eksik parçalarından biri 6 numara olarak görünüyordu. Fred ve Szymanski’nin arkasına, Becao ve Djiku’nun önüne Premier Lig başta olmak üzere büyük liglerden oyuncu bakılıyordu. Süper takım hayaliyle yanıp tutuşan taraftar bu bölgenin de eksiksiz olmasını istiyordu. Miguel Crespo’nun sözleşme uzatıp uzatmayacağı belirsiz, İsmail ise yetersiz görünüyordu. Ben dahil olmak üzere konu üzerine kafa patlatan birçok kişi oyun kuruculuk konusunda mahir, futbol bilgisiyle takım savunmasına katkıda bulunabilecek bir ismin Fenerbahçe’nin kadro mimarisini kusursuz biçimde tamamlayabileceğine inanıyordu.
Son güne kadar transfer pazarında etkin olan sarı-lacivertliler bölgeye oyuncu almadılar. Sonuç olarak Miguel Crespo-İsmail Yüksek rotasyonuyla sezona başlanacaktı. Yüksek, sezonun ilk kısmındaki maçların büyük kısmında oynamış, yeni kadronun birbirine uyum aşamasında özellikle oyun kurulumu noktasında zorlanmıştı. Bu durum insanları endişeye sürüklüyordu. A Milli Takım’la beraber Japonya’ya karşı oynanan hazırlık karşılaşmasında bir futbolcuyu 70 metreye yakın kovaladıktan sonra ceza alanı içinde düşürmesi ve penaltıya sebebiyet vermesi, buna benzer hataları da düzenli olarak yapması eksikliği, tecrübesizliği olarak görünüyordu.
Öyle ya kendisini Türk futboluna kazandıran Jorge Jesus çok anlamlı bir ifade kullanmıştı: “Keşke İsmail’e futbol oynamayı birkaç sene önce öğretselerdi” Durum bundan ibaretti. İsmail’in gelişimi için biraz sabır gerekiyordu. Ancak o kadar da uzun bir süre gerekmeyecekti. Transfer sezonunun kapanmasıyla beraber üzerindeki baskıyı atan oyuncu, bilhassa Süper Lig’de 8+3 kuralının da etkisiyle formasını daha rahat ve özgüvenli biçimde sırtına geçirmeye başladı. Fenerbahçe’nin 16’da 16’lık kusursuz başlangıcında 14 maçta süre alıp 1 gol ve 2 asistle etkili olan 24 yaşındaki isim A Milli Takım’a seçilmeye devam etti.
İsmail için en büyük sınavlardan bir tanesi Hırvatistan maçıydı. Öyle ki karşısında son yılların Milli Takım futbolunda en kuvvetli orta sahası vardı. O orta saha ki Hırvatlara bir kez dünya ikinciliği bir kez de dünya üçüncülüğü olmak üzere altın çağını yaşatmıştı. Manchester City’den Mateo Kovacic, geçen sezona kadar Inter’de oynayan ve yaz aylarında Suudi Arabistan’ın yolunu tutan Marcelo Brozovic’le beraber yalnızca ülke tarihinin değil kıtanın son 10 yıldaki en iyi orta sahalarından olan maestro Luka Modric.
İsmail, en iyi dönemlerinde toplam değeri 200 milyon euro’yu rahatlıkla aşacak bu orta sahaya karşı Salih Özcan’la beraber mücadele edecekti. Thomas Tuchel “Futbol bağlantılar oyunudur” der. Hırvat orta sahası işte bu tanımın tam karşılığı niteliğindedir. İsmail-Salih ikilisinin görevi bu bağlantıyı bertaraf etmekti. Sutalo ve Gvardiol gibi savunmacılarla orta saha arasındaki bağlantı Kerem-Barış Alper-Hakan üçlüsünün tükenmez enerjisiyle yaptığı baskıyla kırılıyordu. Ancak topun bu kısma geçtiği dönemde de Hırvatlar karşılarında 16 numaralı bir duvarla karşılaşıyorlardı.
İlk yarıda Salih’in asisti ve Barış Alper Yılmaz’ın olağanüstü bitiriciliğiyle gelen gol sonrası maç planı gereği topu daha çok rakibine bırakan Milli Takım’da bilhassa son yarım saatte direnç noktası orta sahanın arka tarafı oldu. Maç boyunca büyük efor sarfeden Salih-İsmail ikilisinin son bölüme yakıt sağlaması mühimdi. İsmail bunu yaptığını neredeyse her tehlikeli anda gösterdi. 85. dakikada yerini Kaan Ayhan’a bırakan oyuncu bu süre içinde 16 kez ikili mücadele kazandı. 12 kez sahipsiz top kazanan İsmail iki istatistiğin birinde 15 diğerinde 10’u geçen 2024 Avrupa Şampiyonası Elemeleri’ndeki ilk oyuncu olmayı başardı. 85 dakika boyunca 8 top kapan 24 yaşındaki yıldız tek başında Hırvatların toplamından daha fazla top kapmış oldu. İsmail ayrıca Brozovic-Modric-Kovacic üçlüsünün toplamından (13) fazla ikili mücadele kazanarak adeta orta sahayı tek başına domine etti.
İsmail, pek çok kişinin beklemediği bir seviyeye çıktı. Onun bu performansı tek maçlık olmaktan uzak. Zira 18 aydır gözler önünde yükselen bir çıtası var. O çıtayı nerede durduracağını kendisi belirleyecek. Her ne kadar geç olsa da belki de tam zamanında çıktı karşısına; hem Milli Takım’ın hem de Fenerbahçe’nin. Mahmut Tekdemir sonrası o bölgede bocalayan A Milliler için Salih’le beraber güzel bir tampon görevi görecek. Genç oyunculardan elde ettiği bonservis bedelleriyle ekonomik refaha doğru yelken açan Fenerbahçe’ye de yeni bir gelir kapısı olacak. Sezon başı itibarıyla orta sahanın 6 aylığına da olsa kendisine emanet edilmesini riskli bulan benim gibilerse şimdi onun bu yükselişinin tadını çıkarıp yükselişiyle gurur duyacaklar.
Öyle ya bu tarz yükselişler hayal kurup kurduğu hayale sadık kalan herkesin karşısına çıkmasa da karşısına çıkanın değerlendirdiği fırsatlardan ileri geliyor. Aynı Christoph Waltz’un başına gelen gibi dikenli yollardan yürüyüp güllerin kokusuna bir sinema dehasının verdiği fırsatla erişmek gibi. Bugünden bakınca Jesus bir futbol dehası mı tartışılır ancak Tarantino’nun sinemada bir usta olduğu, Waltz’un onun Inglorious Bastards’ı ve Django’suyla beraber Akademi’de en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. Ödül almamış olsa da bana göre en iyi performansını verdiği filmlerden biri de Hateful Eight’ti (Nefret Sekizlisi). İsmail henüz kariyerinin ilk Oscar’lık performasını koydu. Bu performans, casting ekiplerince yani scoutlarca yakından takip edildi. O da artık Waltz’un Tarantino’nun radarına girdiği gibi büyük futbol dehalarının radarına girdi. Daha önünde Oscar değerinde çok maç, kazanılacak çok madalya var…