Yüksek faizde dünya dördüncüsü olduk
Merkez Bankası'nın yarınki faiz kararının öncesinde yapılan piyasa anket sonuçlar ile yabancı banka raporlarında artan riskler nedeniyle artan faiz artış beklentisi açıkça gözüküyor. Tahminler ağırlıkla Merkez Bankası’nın 5 puanlık artış yapacağı yönünde.
Artan küresel riskler ve ülkeye sermaye akışındaki gecikme, yarın açıklanacak Merkez Bankası faiz kararının önemini daha da artırdı. Artan enflasyon beklentileri ve büyüyen riskler, tahmin ve değerlendirme raporlarındaki faiz artış beklentisini de artırmış gözüküyor.
Karar öncesi yapılan piyasa anket sonuçlar ile yabancı banka raporlarında artan riskler nedeniyle artan faiz artış beklentisi açıkça gözüküyor. Tahminler ağırlıkla Merkez Bankası’nın 5 puanlık artışla yüzde 35’e çıkacağına işaret ediyor.
Bu ayki toplantıda 2,5 veya 3 puanlık artışla yetinilmesini bekleyen piyasa oyuncuları da var. 2,5 puanlık artış bekleyenler, Kasım ayında da aynı oranda artış bekliyorlar. Bunlar 2,5 puanla yetinilebileceğini söylerken şimdi 5 puan diyorlar. 3 puanlık artış bekleyenler ise Bakan Şimşek’in “reel faize yaklaşıyoruz” sözü ve yüzde 33’lük hedefi hatırlatıp, bu oranda artış beklediklerini söylüyorlar.
Buna karşılık ağırlıklı faiz artışı beklentisi 5 puan. Ekonomi yönetiminin yeniden olumlu şok vermek için 5 puanlık artışın üzerine çıkacağını, 10 puanlık artış bile olabileceğini söyleyenler de var. 5 puanlık artış bekleyenlerin bir bölümü yüzde 35’de durulacağını tahmin ederken, bazıları ise 35’e çıkıldıktan sonra 2,5 veya 5 puanlık bir artış daha bekliyorlar.
Faiz kararı öncesi ikinci Değerlendirme Notu’nu dün yayımlayan TEPAV ise politika faizinin değişen koşullara göre yüzde 40’a çıkması gerektiğini belirtti. TEPAV enflasyon hedeflerinde değişiklik ihtiyacına değinirken, 12 Kalkınma Planı hedeflerindeki enflasyon hedeflerinin iyimserliğine değindi. Son beklenti anketinde göre piyasanın 2023 yılsonu beklentisinin yüzde 68, 12 ay sonraki beklentinin yüzde 45 olduğu hatırlatıldı. İsrail-Filistin gerilimi, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki yükselmeye, CDS primindeki artışa dikkat çekilerek, “Yaşanan gelişmeler sonucunda küresel risk alma iştahının azalması halinde Türkiye’ye ve benzer ülkelere yönelik sermaye akımlarının azalması beklenir. Uç bir olumsuz olasılık ise net sermaye çıkışı yaşanması ihtimalidir” denildi.
Notta Türkiye’nin hem 2022’de hem de bu yılın ilk sekiz ayında cari işlemler açığından doğan finansman ihtiyacını “normal” yollardan karşılayamadığı, finansman sorununun uygulanmakta olan ekonomi programının kısa vadeli amaçlarına ulaşabilmesi için çözmesi gereken iki temel sorundan birincisi olduğu kaydedildi. Uluslararası koşulların finansman sorununu daha da ağırlaştırma ihtimali bulunduğu kaydedilerek, “Bu durum, karar alıcıların ve uygulayıcıların, Mayıs seçimleri sonrası başlayan, “Ekonomide Rasyonele Dönüş Programı” olarak adlandırılan süreci yeni adımlarla güçlendirerek sürdürmelerini zorunlu kılıyor. Böylelikle, yakın coğrafyada yaşananların olumsuz etkilerini sınırlamak ve uygulanmakta olan ekonomi programının istikrarı sağlayıcı adımlarını yapısal tedbirlerle de desteklemek mümkün olabilir” denildi.
Politik baskı altında kalmaları halinde makroekonomik dengelerin bozulmasına yol açan Merkez Bankası gibi kurumları bağımsız kılacak, verimliliği artıracak, yeşil dönüşüm sürecini hızlandıracak, eğitimin niteliğini yükseltecek ve adil ve hızlı çalışan bir hukuk sistemi oluşturacak yapısal düzenlemeler yapılması gerektiği de belirtildi. IMF’in de son raporda uyardığı gibi, uygulanan ekonomi programının, kısa vadeli amaçlarına ulaşabilmesi için yüksek bütçe açıklarını azaltmak gerektiği kaydedildi. Hedefler ve beklentilerin 2024 yılsonu yüzde 33’lük enflasyon hedefini ister istemez sorgulattığı belirtilen raporda, son bir ay içinde özellikle büyük uluslararası finans kurumlarından, uygulanan ekonomi programının istikrarı sağlama adına olumlu olduğunu belirten ama sürdürülebilirliği hakkındaki tereddütlerini yansıtan açıklamalar geldiğine dikkat çekildi. Bu açıklamaların, ekonomi politikası karar alıcıları ve uygulayıcıları ile yapılan temaslar sonrasında duyurulduğuna da vurgu yapıldı.
Bir önceki notta politika faizinin önden yüklemeli olarak enflasyon hedefi yüzde 33’ün üzerine çıkması gerektiğini söyledikleri hatırlatılan yeni notta “Özetlediğimiz son gelişmeler ışığında, beklenen enflasyona göre politika faizinin hızlı bir şekilde reel pozitife dönmesi gerekiyor. Dolayısıyla yüzde 33’ün artık enflasyonla mücadele açısından düşük bir alt sınır olarak kaldığını vurgulamakta yarar var. Bu çerçevede, politika faizi önden yüklemeli olarak en az yüzde 40 düzeyine çıkmalı” denildi.
Bu arada salt politika faizinin düzeyinin değil, mevduat ve kredi faizlerinin de de politika faizinin düzeyi ile uyumlu olmalarının önemine dikkat çekilen Notta, yerleşiklerin yabancı para cinsinden mali varlıklara olan taleplerinin azalmasının, para politikasının ve ekonomi programının başarı şansını güçlendireceğinin altı çizildi. Mevduatın ağırlıklı olarak üç aya kadar vadede toplandığı ve üç ay sonrası için tahmin edilen enflasyonun yüzde 65’in üzerinde olduğuna dikkat çekilen notta, “Hem politika faizinin düzeyini belirlerken hem de faiz dışındaki araçların tasarımında bu gerçeği hatırlamakta yarar var” denildi.
Kolaylaştıracak basit adımları da ihmal etmemek gerektiği, bu kapsamda Temmuz-Eylül 2023 döneminde açıklanan enflasyon değerlerinin, “resmi enflasyon” tanımlamasının ortadan kalkması açısından olumlu bir katkı sağladğı hatırlatıldı. Bu sürecin devamını doğrudan sağlayacak asıl adımın ise TÜİK’in kurumsal yapısının bağımsızlık yönünde değiştirilmesi olacağı, benzer bir adımın Merkez Bankası açısından da atılırsa, bunun Türkiye’nin risk priminin daha da hızlı düşmesini sağlayacağı kaydedildi.
Bence riskler arterken bunu telafi edecek bir “güven yastığı” nız yoksa, bu boşluğu gidermek için daha fazla faiz artışı ve maliyet zorunlu hale geliyor.