Romantik bir ilişkiye suç ortaklığı eklenirse insanların psikolojileri nasıl değişir? Birlikte işlenen suç çifti neden birbirine yaklaştırır? İş bölümünde hangi kişilik özelliğine ne "görev" düşer, çift birbirini nasıl motive eder? Dolandırıcıklıkla suçlanan çiftlerin ruh hallerine ışık tutuyoruz.
Son haftanın magazin haberlerine bakınca Dilan-Engin Polat ve incelemeye alınan hesapları, çevrelerini dolandırıp Gürcistan’a kaçan Kıvanç- Beril Talu’nun yakalanma olasılıkları derken suç ortakları olan çiftlerin gündemde başı çektiğini görüyoruz.
Sadece bizim basınımızda değil, yurtdışında da dolandırıcı sevgililerin yakalanma ve mahkeme aşamaları gündemi çok meşgul ediyor. Elisabeth Holmes ve eski sevgilisi Sunny Balwani’nin Disney’de yayınlanan ‘The Dropout’ isimli TV dizisinde de gösterilen büyük bir dolandırıcılık hikayeleri var.
Holmes ve eski sevgilisi şirketleri Theranos’un Edison adı verilen ve parmaktan alınan birkaç damla kanı test edebilen bir cihazla yüzlerce potansiyel hastalığı taramanın bir yolunu bulduğunu iddia ediyor. Böyle bir teknoloji potansiyel olarak sağlık hizmetlerinde devrim yaratabilir düşüncesi ile çiftimiz yatırımcıları Theranos’a yaklaşık 1 milyar dolar aktarmaya ikna ediyor. Öyle ki yönetim kurulu eski ABD Dışişleri Bakanı George Shultz, eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, eski Savunma Bakanı William Perry, eski General Jim Mattis ve eski Wells Fargo Bank CEO’su Richard dahil olmak üzere siyaset ve iş dünyasından etkili kişilerle doluyor.
Walmart’ın kurucusu Walton ailesi 150 milyon dolar yatırım yapıyor, medya kralı Rupert Murdoch 120 milyon dolardan fazla para yatırıyor. Ancak teknoloji işe yaramıyor, yanlış teşhisler konuyor ve yatırımcılar paralarını kaybediyor. Sonunda her ikisi de hem Theranos yatırımcılarını hem de bu kan testlerine güvenen hastaları dolandırmaktan 10’un üzerinde ağır suçtan suçlu bulunuyor ve 11 ile 13 yıl arası cezaya çarptırılıyor. İlginç olanı ise mahkemede savunmalarını yaparken ikisinin de birbirlerini suçlamaları, hem de psikolojik ve fiziksel tacize varan iddialarla.
1967 yılı ABD yapımı sinema filmi ‘Bonnie ve Clyde’ hatırınızda mı? 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nın ABD’de yaşanan etkileri sırasında Clyde’ın bir araba çalmasıyla başlayan maceralar dizisi arabanın sahibinin kızı Bonnie’nin, Clyde’a aşık olmasıyla sürüyor. Bu aşk, ABD tarihinin en ünlü soyguncularının doğmasına yol açıyor. İkili eyaletler arasında gezerek sürekli banka soygunları yapıyor, cinayetler işliyor ama bütün bunların yanı sıra halkın gözünde kahramanlaşıyor.
Bütün bu örneklerde bir ortak nokta var: Suç ortağı sevgililerin davranışlarını karşılıklı olarak pekiştirmesi. Eşlerden her biri diğerini dolandırıcılık faaliyetlerini yürütme konusunda teşvik edip destekleyerek bir işbirliği ve ortak sorumluluk duygusu yaratıyor. Bu durum aralarındaki bağı güçlendiriyor ve eylemlerinin haklı olduğu inancını pekiştiriyor.
Dolandırıcılık genellikle kişisel kazanç için kasıtlı aldatmayı içeriyor. Çift, mali baskılar, açgözlülük veya belirli bir yaşam tarzı arzusuyla motive oluyor. Eylemlerini rasyonalize etmiş, bir amaca ulaşmak için (örneğin güllerle dolu lüks bir cip veya altın tozuyla içilen bir Türk kahvesi) bir araç olarak kendilerini haklı göstermiş olabiliyor.
Dolandırıcılık faaliyetlerinde bulunmak tipik olarak başkalarının refahını ve haklarını belirli bir düzeyde göz ardı etmeyi gerektiriyor. Çift, kurbanlarına karşı empatiden yoksun oluyor ve onları sadece sömürmek için bir fırsat olarak görüyor. Zaten kurbanları şaşırtan da bu. Yakın hissettikleri ve güvendikleri bir çiftten böyle bir darbe gelebilmesi. Okuduğumuza göre Talu çifti daha sonra reklam çekmek için bütçe isteyip sadece piyasadan değil, yakınlarından, ailelerinden ve çalışanlarından da para topluyor.
Çiftlerin arasında, bireysel güçlere ve rollere dayalı bir iş bölümü oluyor. Basında konuşulan örneklerde de bunu görüyoruz. Örneğin, eşlerden biri yakınlık kurma ve güven kazanma konusunda başarılı olabilirken, diğeri mali kayıtları manipüle etme konusunda yetenekli olabiliyor. Bu iş bölümü, dolandırıcılık planını en etkin şekilde yürütmelerine yardımcı oluyor.
Çiftlerden birinin daha baskın veya kontrol edici bir rol üstlenmesi de alışılmadık bir durum değil. Kontrolü elinde bulunduran eş, başkalarını manipüle etme veya karmaşık finansal sistemleri yönetme konusunda daha becerikli olabiliyor ve bu durumda güç ve kontrol onda oluyor. Diğer eş daha destekleyici veya pasif bir rol oynarken, dolandırıcılık faaliyetlerinin planlanması ve yürütülmesinden sorumlu olabiliyor.
Dikkat, kontrolü bulunduran taraf her zaman erkek olmayabiliyor. Ayrıca her şey her zaman güllük gülistanlık da değil. Bazı durumlarda, kontrolcü eş manipülasyon, zorlama veya baskın bir kişilik yoluyla eşi üzerinde etki kurabiliyor. Duygusal manipülasyon, gözdağı verme veya kendine bağımlılık yaratma gibi taktikler kullanabiliyor.
Dolandırıcılık faaliyetlerinde bulunmak genellikle gizlilik ve gizlenme gerektiriyor. Çift, eylemlerini aile, arkadaşlar ve yetkililer de dahil olmak üzere diğerlerinden sakladıkları ortak bir gizlilik kültürü geliştiriyor. Bu paylaşılan sır, aralarındaki bağı daha da derinleştiriyor ve bir ayrıcalık duygusu yaratabiliyor.
Genellikle dolandırıcılığa karışan çiftler, aldatma ve tespit edilmekten kaçınma becerilerine aşırı güven duyuyor. Kendilerini yakalanmaya karşı bağışık hale getiren üstün becerilere veya bilgiye sahip olduklarına inanabiliyor. Bu aşırı güven, daha fazla risk almalarına ve dolandırıcılık faaliyetlerinde daha az dikkatli olmalarına yol açabiliyor.
Psikolojideki ‘Çıpalama önyargısı’ (Anchoring bias) bireyler karar verirken ilk bilgilere çok fazla güvendiklerinde ortaya çıkıyor. Dolandırıcılık bağlamında, çift ilk başarılarını veya olumlu sonuçları referans noktası olarak kullanabiliyor ve dolandırıcılık faaliyetlerine sonuçsuz bir şekilde devam edebileceklerine dair inançlarını sabitleyebiliyor. Bu önyargı, onları karşılaşabilecekleri potansiyel risklere ve olumsuz sonuçlara karşı körleştirebiliyor.Dolandırıcılık veya sahtekarlık faaliyetlerini içeren bir durumda eşlerden birinin bu işi bırakmak istemesi ancak bunu yapamayacağını hissetmesi de mümkün. Ayrılmak isteyen eş, ayrılmaya veya hileli faaliyetleri ifşa etmeye kalkışırsa kontrol eden eşin misillemesinden korkabiliyor. Fiziksel zarar görme, güvenliklerine yönelik tehditler veya diğer misilleme biçimlerinden endişe edebiliyor. Bu korku bir çaresizlik hissi yaratabiliyor ve durumdan ayrılmalarını zorlaştırabiliyor.
Duygusal manipülasyon yanı sıra , mali açıdan bağımlı olmak da özellikle geçimlerini sağlamak için dolandırıcılık faaliyetlerinden elde ettikleri haksız kazançlara bel bağlayan ya da kendilerine ait sınırlı mali kaynaklara sahip olan çiftlerde önemli bir sebep. Bu mali bağımlılık, ayrılmanın önünde önemli bir engel teşkil edebiliyor, çünkü mevcut yaşam tarzlarını kaybetmekten korkabiliyorlar.
Peki ya duygusal bağlılık? Sadakat, sevgi ya da bağımlılık duygusu nedeni ile bu eylemlerin yasadışı ya da etik dışı olduğunun farkında olsalar bile, eşlerine uyum sağlamaya ve onlarla birlikte hareket etmeye yönlenebiliyorlar.
Çiftler yakalanma durumunda birbirlerine karşı suçlama ve kızgınlık duyguları yaşayabiliyor. Karşılaştıkları sonuçlardan birbirlerini sorumlu tutabiliyor, bu da gergin etkileşimlere ve potansiyel çatışmalara yol açabiliyor. Eylemlerinin sadece başkalarına zarar vermekle kalmayıp aynı zamanda kendi geleceklerini de tehlikeye attığının farkına varmaları bu olumsuz duyguları yoğunlaştırabiliyor. Örneğin Holmes, Balwani’nin romantik ilişkileri boyunca kendisine psikolojik, fiziksel ve cinsel tacizde bulunduğunu iddia etti. Bu iddiaları karşı taraf yalanlamış olsa da rüzgarın nereden eseceğinin belli olmadığını gösteriyor.
Bize gelirsek Polat çifti yakalandı, henüz yargılama süreci başlamadı ama karşılıklı suçlamaların eli kulağında. Talu çifti henüz yakalanmadı. Haber bile alınamıyor. Talu çiftinin de yargılama sürecinde nasıl davranacakları merak konusu. Söz konusu merak duygusu bu çiftleri bir süre daha magazin gündeminin baş köşesine oturtacak görünüyor. Tabii ki merak kervanına yeni bir çift daha katılmazsa.