‘IKEA köftesi’ az daha boğazımıza takılıyordu!
90'lı yılların en kült yazarlarından biriydi Charles Bukowski. Şimdi bir grafik romanın baş karakteri. Onun hayat hikayesini anlatan 'Bukowski', Karakarga Yayınları'ndan çıktı. Kitap yazarın hayatındaki önemli dönemeçleri, gelgitleri, sinematografik bir görsellik ve kurguyla sunuyor.
Evde, okulda şiddet… Sığınılacak liman olarak okuma eylemini ve kitapları gördü. Sonra da kadınları keşfetti. Yıllardır kendisini döven babasına ergenliğine ulaşıp az-biraz güç toplayarak karşılık verdiğinde sindiğini gördü korkaklığını da tescil etmiş oldu. Vurdu kapıyı, çıkıp gitti. Ailesiyle irtibatını da böylelikle kesmiş oldu.
Uyumsuzdu, sistemin kendisini teslim almasını istemiyor ve izin vermiyordu. İçki onun en büyük sırdaşı, yoldaşı, yâreniydi. Lakin hayatını idame ettirmek için iş bulması gerekiyordu ama kendisine sunulan seçenekleri ya beğenmiyor ya da kabul ettiklerinden birkaç gün sonra disiplinsizliği nedeniyle ayrılmak zorunda kalıyordu.
İçmenin yanı sıra yazmak da en önemli meşgalesi olmuştu. Nihayetinde geçmişte hep ilgi duyduğu ama ulaşamadığı bir noktayla arasındaki mesafe de sonlanmıştı; artık hayatına kadınlar giriyordu. Sevişiyor, kavga ediyor, terk ediyor, terk ediliyor, aldatıyor, aldatılıyordu.
Evlendi, boşandı, kız babası oldu, bir postanede çalıştı, yazdıklarından bazıları bir yerlerde yayımlandı, sonrasında arkasında güçlü bir destek buldu, tanındı, daha çok insana ulaştı, postanedeki memuriyetini bıraktı, sevildikçe sevildi, roman yazdı, okuma turlarına katıldı, daha çok sosyalleşti, hayatına daha çok kadın girdi, yeniden evlendi… Yazıdan, kadınlara olan ilgisinden ve içkisinden hiç vazgeçmedi…
1920’de Almanya’da hayata ‘merhaba’ diyen, Polonya kökenli bir ailenin çocuğuydu, iki yaşında Los Angelas’a taşındılar ve öyküsü Amerika’da biçimlendi. 1994’te de aramızdan ayrıldı. Tam adı Heinrich Karl Bukowski’ydi ama Charles Bukowski olarak tanındı, sevildi, popüler kültürün hafızasında yer etti. Aykırıydı, uyumsuzdu, kendi tanımlamalarıyla alkolün dibini buluyor, düzgün bir işte dikiş tutturamıyor, kazandıklarını at yarışlarında tüketiyordu.
Michele Botton’ın kaleme aldığı, Letizia Cadonici’nin çizdiği, Francesco Segala’nın da renklendirdiği ‘Bukowski’ adlı grafik çalışma da işte bu hayatın izlerini sürüyor. Karakarga Yayınları’ndan çıkan ve Ayla Meltem Görgün’ün çevirisiyle dilimize kazandıran bu kitapta yazarın inişli çıkışlı, sürekli uçlarda gezinen öyküsüne vâkıf olabilirsiziniz.
Bukowski bizde özellikle başrolünü Mickey Rourke ve Faye Dunaway’in paylaştığı, Barber Schroeder imzalı ‘Barfly’ (‘Bar Kelebeği’) adlı filmle tanınmıştı. Yazarın senaryosunu da kaleme aldığı, kendi hayatından notlarla dolu 1987 tarihli bu yapım Türkiye’de yanılmıyorsam 1989 Mart’ında gösterime girmiş, dönemin entelektüel camialarında büyük bir ilgiye mazhar olmuş, birçokları için Charles Bukowski ismi ‘rol modeli’ne dönüşmüştü. Bu ilgi karşılığını edebiyatta bulmuş, kitapları arka arkaya (Parantez Yayınları tarafından, Avi Pardo çevirileriyle) yayımlanmıştı. Kuşkusuz yerli entelijansiya açısından 90’ların en kült ismiydi o.
Dolayısıyla İtalyan kökenli üç sanatçının ortak çabasıyla inşa edilen ve ortaya çıkarılan bu grafik çalışmayı okurken öncelikle o dönemin refleksleri geldi aklıma. Söz konusu eser, yazarın hayatındaki önemli dönemeçleri, gelgitleri, dönüm noktalarını sinematografik bir görsellik ve kurguyla sunmuş.
Kitabı okuduğunuzda kafanızda Bukowski’ye ait birikmiş tortuların, esintilerin, izlerin karşılığını bulabiliyorsunuz. Eğer bu tür bir ön bilgi yoksa (ki belki de böylesi daha iyi), söz konusu eser size bir döneme damgasını vurmuş bir yazarın hayatını keşfetme fırsatını size sunuyor. Velhasıl ‘Kadınlar’, ‘Postane’, ‘Factotum’, ‘Hollywood’, ‘Ekmek Arası’, ‘Kasabanın En Güzel Kızı’, ‘Pis Moruğun Notları’, ‘Pulp’ vs. gibi kitaplarıyla tanınan özel sese ve ruha ilişkin kayda değer bir biyografik adım olmuş ‘Bukowski’, naçizane tavsiye ederim…