Bu yazının konusu aklıma geldiğinde metrodaydım. Yazının ana fikrini oluşturan kısmı bir Twitter (X) penceresinde yazarak ayaküstü gönderiyordum ki, “Bir dakika ya dedim, ben bir yazarım, bunu niye tweet olarak atıyorum ki?” Böylece paylaşım yapmaktan vazgeçtim.
Adeta içgüdüsel olarak hemen o anda atmak istememin nedeni ise belliydi. Yazacağım olayla ilgili algı o sırada oluşuyordu ve ben de bu algı şelalesi içinde yerimi almalı, etkileşim fırsatlarını kaçırmamalıydım. Çünkü çağ algı yapma çağıydı. Nihayetinde paylaşım yapmadım ve hayatımdan hiçbir şey eksilmedi.
Bahsedeceğim konuyu tahmin etmişsinizdir. Hakem Halil Umut Meler’in, maç sonunda MKE Ankaragücü Kulübü Başkanı Faruk Koca tarafından yumruklanması konusu.
“Maşallah herkes Faruk Koca’yı kınıyor da her hafta, öyle ya da böyle algıyı yönetmek için hakemleri hedefe koyanlar, kınayanlardan farklı kişiler miydi? Şimdi kınayınca herkes temize mi çekilecek yani?”
Aşağı yukarı böyle bir tweet atacaktım.
Belki kuyruğuna birkaç şey daha eklerdim. Öylece akıp giderdi; etkileşimimi alır, kolektif algıya bir tuğla da ben koymuş olurdum.
Öyle yapmadım. Ancak bunu yapmamamın nedeni, ayaküstü bir yazı konusunu harcama endişesi değildi. Mesele, konunun sosyal medyanın bağlamı çökmüş ortamında, birkaç paylaşımla anlatılmayacak kadar derin olmasıydı.
6-7 yaşlarımdan bu yana futbol izlediğimi düşünürsek, 38-39 yıldır bu ortamın içindeyim.
Evet, çocukluk ve ilk gençliğimde de hakem hataları vardı. Hakemler hep tartışılırdı ama böyle, her hafta bir sonraki haftaya devreden gerilimli bir ortam pek hatırlamıyorum.
Video Assistant Referee yani VAR sistemi gelince, bu tartışmaların biteceğini düşünmüştüm. Tersine, katlanarak arttı.
Oysa önceki yıllarda sorunun kesin çözümü için hep gelmesi beklenen bir yenilikti bu. Geldi ama tartışmalar daha da arttı.
Çünkü VAR ile birlikte iyice yaygınlaşan ve hep gözden kaçırılan bir başka yenilik daha vardı: Sosyal medya ve onun hakikat sonrası ortamı.
Bu yenilik de futbol dünyasının jargonuyla söyleyelim “algı yapmak” diye bir başka tuhaflık ortaya çıkardı.
Teknik direktörsün, maç mı kaybettin? Hakemler üzerinden algı yap. Kulüp Başkanısın, işler kötü mü gidiyor? Hakemler üzerinden algı yap. Taraftarsın, takımın derbi mi kaybetti? Kulüp tarafından köpürtülen algıyı, paylaşımlarınla sen biraz daha köpürt. Hatta kulüp yönetimi bir açıklama yapmadıysa ya da zayıf bir açıklama yaptıysa, yönetimi daha öfkeli tepki vermesi için kışkırt.
Hakemlerin hiç hatası yok demiyorum kesinlikle ama bu hatalar üzerinden etkileşim ve algı tüccarlığı yoktu eskiden.
Bunun bir nedeni de endüstriyel futbol tabii. Bahsettiğim yıllarda futbol ortamında bu kadar para yoktu. Masum Spor Toto / Loto eğlencesinden başka da bir bahis olanağı yoktu elbette.
Şimdi bu endüstriyel ortamda, başarısızlığın faturası çok daha ağır. Bu da sosyal medyada algıyı sürekli kendi lehinize yönetmeyi gerektirir oldu. Sürekli bir “Ben işemedim, Miki işedi” hali.
Tekrarlıyorum: Hakemler hatasız, federasyon hatasız, o kurullarda kötü niyetli gruplar yok demiyorum. Bunlarla birlikte ama bunları da aşan bir algı tüccarlığı var.
Böylece başta Twitter (X) olmak üzere, hemen hemen her maç sonrası kulüplerin resmi hesaplarından ergen gibi açıklamalar yapılıyor.
Ben bir Beşiktaş taraftarıyım ama bu öfkeli taraftar gibi açıklama yapma alışkanlığını, kendi desteklediğim takımı da ayırmadan, dört büyük, Anadolu Kulübü şu bu demeden tüm takımlarda gözlemliyorum.
Sponsoru, anlaşma yenilemeyen Anadolu kulübünün, kaç yıllık sponsorunu sosyal medyadan hedef göstererek taraftarların önüne attığını bile gördüm.
“Madem elimde sosyal medya diye bir araç var, öyleyse bunu neden kitlemi konsolide veya tahrik etmek için kullanmıyorum?” işi bu ve fakat bunun çok tehlikeli olduğunu herkesin anlaması lazım.
Bunun yerine, şimdi herkes olayı kınayarak sorumluluğu üzerinden atma telaşı içinde. Olay sönümlenip hayat normale döndüğünde, aynı açıklamalar, aynı basın toplantıları yine yapılacak. Herkes bir kere kınadı ya, hepimizin içi rahat şimdi.
Önceden futbol ortamında şiddet yok muydu diyeceksiniz? Daha fazlası vardı.
Evet, benim internetsiz çağda geçen çocukluğumda maç çıkışı ya da öncesinde ölümle, yaralamayla sonuçlanan, şimdi çok örneğine rastlamadığımız büyük kavgalar olurdu.
Holiganlık diz boyuydu ama bunun nedenleriyle, şu anki çatışmanın nedenleri aynı değil.
O zamanki şiddet ortamı, kitlelerin deşarj olma ihtiyacının fanatizmle başka bir boyuta geçmesiydi.
Kulüp yönetimleri, bizzat bunu kontrol altına almaya çalışan taraftaydı. Şu anki çatışma ortamını yaratan ise başarısızlığın sorumluluğunu üzerinden atmaya çalışan yönetimlerle taraftarların karşılıklı etkileşimi.
Elbette, sosyal medyanın taraftar psikolojisine etkileri de var şimdiki çatışma ortamında.
Sosyal medya algoritmaları, taraftarları bir yankı odası içinde daha da öfkeli ve irrasyonel hale getiriyor.
Zaten biliyorsunuz, algoritmalar öfkeli akış seviyor. Çünkü insanlar öfkeli olduklarında daha fazla paylaşım yapıyor, okuyor ve sosyal medyada daha fazla vakit geçiriyor.
Böyle olduğunda da daha fazla veri bırakıyor ve daha fazla reklam görüyor.
Taraftarlar, başarısız yönetimler veya teknik kadrolar yerine en azından birkaç hafta daha hakemlere öfkelenirse, yönetimler de kazanıyor.
Futbolun büyüyen ekonomisi, federasyon gibi düzenleyici kurumlar dahil her kurumu tartışılır hale getiriyor ve sorumlulukları artırıyor kesinlikle.
Buna karşılık, son olayla birlikte, asıl konuşmamız gereken şey öfke ticareti. Bir kulüp başkanına, taraftarlarının gözü önünde parmak sallayan Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı da bundan azade değil. Ancak görmemiz gereken daha açık gerçek şu ki, herkes bu öfke ticaretinin tarafı ve o son yumruğa kadar alan razı, satan razıydı.
Ninelerimiz, dedelerimiz ne güzel söylemiş “kınama evladım, başına gelir.”
Bir yumrukla yani en zayıf halkanın kopmasıyla başlayan kınama yarışı, benim aklıma bu eski sözü getirdi.
Hakem yumruklama olayını böyle kıtıpiyos kınamalarla geçiştireceksek, bir sonraki şiddet olayına dek ertelemekten başka bir şey yapmış olmayacağız.
Sadece yumruklayanı tutuklayıp takımını cezalandırdığımızda da iş bitmeyecek.
Sosyal medyadan başlayıp tribünlere ve saha içine kadar yansıyan bu öfke ticaretinin tüm taraflarının, kendi sorumluluğunun farkına varması ve hesap vermesi gerekiyor.