Yeni bir muz cinsi bulmak için büyük yarış var
İster Amerika’da olun, ister Almanya’da, ister Japonya’da, ister Türkiye’de: Bakkala, markete, manava gidip aldığınız muzların hepsi tek bir ağaçtan geliyor. 19. yüzyılda Büyük Britanya’da Lord Cavendish’e hediye edilen bir ağaçtan.
Aslında o ağacın (ve şimdi hepimizin yediği) muzunun lezzeti o kadar da güzel değil. O yüzden dünya 60’lı yıllara kadar bir başka ağacın, adı “Gross Michel” olan ağacın meyvesini yiyordu. O muz kabuğu bugünkü muzlardan daha sarıydı; içindeki şeker miktarı da daha fazlaydı, yani çok daha lezzetliydi.
Ama Gross Michel adlı (bu ismi bir Fransız Katolik misyonerden alıyor) muzun köküne kıran girdi. Gerçekten öyle oldu. Bir mantar ağacın kökünü öldürdü; salgın halinde dünyadaki bütün muz tarlalarına yayıldı ve sonunda çaresiz devasa muz endüstrisi bu ağaçları söktü, yerine de mantara dayanıklı Cavendish’leri dikti. Muzumuz lezzetinden kaybetti ama hiç değilse dünya muzsuz kalmadı.
Ne Gross Michel ne Cavendish kendi kendilerini çoğaltabilen, yani üreme yeteneğine sahip ağaçlar. Bu ağaçları tarımcılar bitkilerle uğraşanların çok iyi bildiği “kökleme” yöntemiyle çoğaltıyor. Yani bir sağlıklı dalı kesiyor, toprağa dikiyorlar. O yüzden söylüyorum; yediğimiz bütün muzlar aynı genetiğe sahip, aynı muz. Tek bir canlının milyonlarca klonu.
Tam da bu sebeple bunlardan biri bir mikroptan etkilenince hepsi o etkiye açık hale geliyor. Zamanında Gross Michel’in başına gelen felaket bundan birkaç yıl önce Cavendish için de başladı. Muz tarlalarında yeni bir mantar tarlalarında yayılıyor. Dünya büyük telaş halinde bu muzu kurtarmaya veya yerine alternatif yeni bir muz bulmaya çalışıyor.
Dünyada aslında oldukça fazla sayıda muz çeşidi var. Hepsi de insan eliyle üretilmiş. Bilim insanları ilk muzun yedi bin yıl kadar önce bugünkü Yeni Gine’de ehlileştirildiğini düşünüyor. O zamanın insanları bu ağacı diğer ağaçlarla eşleyerek bir ehlileştirme yapmış ve yenebilir bir meyvenin ortaya çıkmasını sağlamışlar. O zamanlar muzların çekirdeği de varmış. Yani muz kendini çoğaltabiliyormuş. Ama çekirdeği olan muzları yemek hemen hemen imkansız.
Şimdi var olan diğer muz çeşitlerinden bir yandan bugünün endüstriyel üretimine uygun lezzetli yeni bir muz çıkarmaya çalışıyor botanikçiler, bir yandan da muzun uzak atalarını saptamaya.
Muz bitkisi umulmadık derecede çok çeşitli aslında. İçinde kahverengi kabuklu olan da var, başka renkte olan da. Amaç ortaya yeni veya daha yenebilir lezzetli muz çıkartmak ve bunlara yeterli genetik zenginlik sağlayıp o bitkinin kolay hasta olmasının önüne geçmek.
Fakat muzun uzak atası olan en az üç türü muz genlerine bakarak belirleyen botanikçiler bir türlü o ataları bulamıyor. Bunları bulmanın önemi şu: Mevcut yenebilir muzların tamamı kısır bitkiler aslında. Halbuki o genetik zenginliği yaratmak içim kendi tohumu (çekirdeği) olan bitkilere ulaşmak gerekiyor.
Bu üç uzak ata bulunamayınca çaresiz Güney Pasifik’te hala rastlanan vahşi muz ağaçlarına yönelmiş botanikçiler. Yani yedi bin yıl önceye geri dönmeye çalışıyorlar; başarabilirlerse muz bitkisini yeni baştan “ehlileştirecekler.” Vahşi bitki veya bitkilerden hareketle ortaya çekirdeksiz kısır yeni bir muz çıkaracaklar.
Muz endüstrisi çok büyük bir endüstri, bir zamanlar Amerikalı şirketlerin üretim yapmak için devasa alanlar kiralamasından ötürü bazı Orta Amerika ülkeleri “Muz Cumhuriyeti” diye anılırdı, çünkü şirket parayı döküp ülkeyi satın alırdı neredeyse.
Şimdiki yarış da kolayca tahmin edilebileceği gibi para için. Yeni muzu ilk icat eden, ilk endüstriyel ekime müsait muzu ortaya çıkaran sırf patentiyle bile büyük para kazanacak.
Büyük muz yarışı devam ediyor.