Politika faizi geçen hafta 650 baz puanlık artırımla politika faizini yüzde 15'e çıkarıldı. Yakın tarihte ikinci en yüksek oranlı artırım 2018 Eylül ayında 17.75’ten yüzde 24’e yükseltilmesiyle gerçekleşmişti. Erdoğan o gün de Cumhurbaşkanı'ydı ve faizin enflasyonun nedeni olduğunu savunuyordu.
Merkez Bankası geçen hafta 650 baz puanlık artırımla politika faizini yüzde 15 seviyesine çıkarıldı. Yakın tarihte ikinci en yüksek oranlı artırım 2018 yılının Eylül ayında faizin yüzde 17.75’ten yüzde 24’e yükseltilmesiyle gerçekleşmişti. Recep Tayyip Erdoğan o gün de Cumhurbaşkanı’ydı ve o gün de faizin enflasyonun nedeni olduğunu söylüyor, düşük faizi savunuyordu.
Eylül 2018’deki karar sonrasında dolar kuru 6.45 TL seviyesinden aynı gün içinde 6 TL’ye sert düşmüş; takip eden aylarda kur 5.50 seviyelerine kadar gerilemişti. Enflasyon tam bir yıl sonra tekrar tek haneye düşmüş ve cari denge sorunsuz yönetilebilmişti.
Geçen haftaki karar sonrasında ise piyasa algısı olumsuzdu ve Türk Lirası’nda perşembe günü yüzde 6’ya yakın değer kaybı yaşandı. Değer kaybı cuma günü ve dün de sürdü.
İki dönemin ve kararların karşılaştırması, ekonomi politikalarının yönü ve olası senaryolar açısından ipuçları verebilir.
Eylül 2018’de parasal sıkılaştırma tek seferde ve güçlü biçimde gerçekleştirilmişti. Politika faizi beklenen enflasyona göre sıkıydı. Karar metninde ve sonrasındaki iletişimde gerekirse ilave sıkılaştırma yapılabileceği ifade edilmişti.
Geçen haftaki kararda yüksek artışa rağmen politika faizi hem gerçekleşen hem beklenen enflasyon açısından cılız kaldı. Açık ki, resmi enflasyonun yüzde 40’lar düzeyinde olduğu bir ortamda yüzde 15 politika faizi bir sıkılaştırmaya işaret etmiyor. Merkez Bankası bu kez kademeli artışlarla süreci zamana yaymaya karar vermiş ve bunun da iletişimini yapmış durumda. Ancak piyasa beklentilerinin üst bandında bile gerçekleşse yapılacak artışların yeterince sıkılaştırıcı olma ihtimali düşük. Bu arada olası kur hareketleri ve diğer enflasyonist baskılar enflasyonu daha da yukarıya çekebilir.
Bir başka önemli bir nokta: 2018’de resmi enflasyon verilerine güven bugünkü kadar ortadan kaybolmuş değildi. Bu şartlarda sadece resmi enflasyonu dikkate alan bir sıkılaştırmanın başarı şansı çok yüksek değil.
Eylül 2018’deki karar sonrasında parasal sıkılık düzeyinin bir süre korunacağı mesajı verilmişti. Nitekim ilk faiz indirimi Temmuz 2019’da olmuştu.
İki dönem arasındaki en büyük benzerlik, yerel seçim etkisiydi. Bugün olduğu gibi o gün de ufukta yerel seçim vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu nedenle 625 baz puanlık artırımdan bir süre sonra faiz indirimi istemeye başlamıştı. Merkez Bankası bu çağrılara uymayınca bu kez Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ve BDDK koordineli biçimde bankacılık sektörüne mevduat ve kredi faizlerinde gayri resmi tavan oranlar dikte etmeye başlamıştı. Bu da yeterli gelmeyip özellikle yabancılar açısından ters tepince yabancılar için swap (para takası) kısıtları getirilmiş; bunlar da yetmeyince rezerv satışları gündeme gelmişti. Nitekim o dönemde yine kamu bankalarından yapılan döviz satışlarıyla Merkez Bankası’nın swap hariç rezervi tarihte ilk kez eksiye inmişti.
2018 deneyimi bize şunu gösteriyor: Güçlü bir faiz artırımının gerçekleştirilmesi kadar istikrarın sağlanması ve beklentilerin çıpalanması için parasal sıkılaşmanın belli bir süre korunması da gerekiyor. 2018 örneği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir sabrının olmadığını göstermişti.
Geçen hafta 650 baz puanlık faiz artırımı yapan ve yeni artırımların yolda olduğu sinyalini veren Merkez Bankası acaba bu olası baskıyı/talebi hesaba kattı mı? Seçim yaklaştıkça üzerinde faiz indirimi baskısının ve krediler yoluyla bir genişleme/gevşeme döneminin başlatılması baskısının başlayacağının farkında mı? Stratejisini buna göre oluşturdu mu?
Öte yandan 2018 yılında makro ekonomik dengeler çok daha güçlüydü. Cari denge daha iyi, bütçe daha güçlü, ülke rezervleri daha sağlamdı. Bugün bunların hiçbirisi yok. Ayrıca 2018’e göre aşırı müdahaleci yaklaşımla getirilen çok sayıda düzenlemenin altında ezilen bir finansal kesim var. Kurumsal firma bilançoları da o döneme kıyasla çok daha yıpranmış ve sıkıntılı durumda.
2018 yılındaki faiz artırımının hemen akabinde o dönemki ekonomi yönetimi bir program ortaya koymayı taahhüt etmişti. Bir süre sonra da Yeni Ekonomi Programı açıklanmıştı. Ancak piyasalar hem programı hem uygulamaları yetersiz bulunca yüksek faiz seviyesine rağmen Ocak 2019’dan itibaren çalkantı başlamıştı. Bugün de piyasa güçlü, detaylı bir program ve bir yol haritası bekliyor.
Güçlü para politikası adımlarını gerektiren şartlar da iki dönem açısından çok farklı: 2018 yılında yeni yönetim modeline geçişin getirdiği stres ABD kaynaklı siyasi gerilimle (Rahip Brunson krizi) tetiklenmiş ve bir kur şoku yaşanmıştı. 625 baz puanlık faiz artırımı kur şokundan kısa süre sonra, bir ay içinde yapılmış ve güven tekrar kazanılmıştı.
Bugün yaşanan krizin temelinde ise bilinçli bir siyasi tercih ve Erdoğan’ın ısrarla uygulattığı bir ekonomik model var. Bu sebeple piyasa aktörleri açısından güveni tesis etmek 2018’e göre çok zor. Özetlemek gerekirse, 2018 tecrübesi ile yaşadığımız dönemi karşılaştırırsak şu yargılara varmak mümkün:
Bu kriterler ışığında baktığımızda iyimser olmak güç. Merkez Bankası 2028’deki gibi tek seferde güçlü faiz artırımı yerine kademeli artış stratejisini seçerek ciddi bir risk üstlendi. İletişim performansı hem Mehmet Şimşek hem Merkez Bankası cephesinde çok zayıf. Hem Bakan Şimşek hem Merkez Bankası Başkan Hafize Gaye Erkan aradan geçen süreye rağmen kamuoyu önüne çıkmış değil.
Umarım geçmişten dersler alınır ve en kısa sürede doğru adımlar atılır. Aksi halde Türkiye ekonomisi giderek Arjantin’e benzeyecek gibi görünüyor.