İnsan kimdir – ya da kim değildir?

İnsan yalnızca doğada var olan bir şey ya da endüstriyel bir ürün olmadığından onun  ne  olduğundan bahsedemiyoruz. Doğru soru, onun  kim  olduğudur. Buna rağmen birçok insan kendisinin  kim  olduğu sorusuna  ne  olduğunu söyleyerek yanıt veriyor, doktorum, polisim vs diyor.

10 Temmuz 2023

İnsan bir şey, bir nesne olsaydı bu sorumuz bir anlam ifade eder ve onu bir nesneyi tanımlar gibi tanımlayabilirdik. Oysa insan yalnızca doğada var olan bir şey ya da endüstriyel bir ürün olmadığından onun  n e  olduğundan bahsedemiyoruz. Doğru soru, onun  k i m  olduğudur.

Buna rağmen birçok insan kendisinin  k i m  olduğu sorusuna  n e  olduğunu söyleyerek yanıt veriyor. İşçiyim diyor, doktorum, mühendisim, mimarım diyor. Aslında  k i m  olduğunu söylerken toplumsal işlevinin  n e  olduğundan bahsetmiş oluyor ve bu kendisinin aslında  k i m  olduğunu hiçbir şekilde anlatmıyor.

İnsan bir nesne değil, bir canlıdır – elbette bir canlı da yerine göre bir nesnedir ama bu, bu yazının konusu değildir – ve her canlı gibi sürekli bir  d ö n ü ş ü m  içindedir. Hayatının herhangi bir noktasındayken olduğu kişi, gelecekte olabileceği ve olasılıkla olacağı kişi değildir. 

Bu anlamda insanın kim olduğunu söylemek kolay olmasa da hiçbir şey söylenemez de değildir – bu noktada Parmenides’e değil de Herakleitos’a daha yakın olduğumu söyleyebilirim. En azından şu denebilir; insan düşünebilme yetisi sayesinde – ve aslında yüzünden –, yalnızca gereksinimlerini doyurmakla yetinen bir canlı, bir  V a r l ı k  değil de bir  V a r o l a n d ı r – Heideggerci anlamda yani, ama bunun ne olduğunu sonraya bırakalım. Düşünme insan için, hayvanda olduğu gibi yalnızca istediğini elde etmekte kullandığı bir araç değil, aynı zamanda kendisinin ve çevresinin  v a r o l u ş  gerçeğini kavramasına yarayan zihinsel bir eylemdir – ve bu aynı zamanda insanın cezası gibidir de. Yani insan yalnızca zekâya değil, akla da sahiptir. Aklın en önemli işlevi de hakikati bulmaktır – eğer bir hakikat varsa elbette, burada da Nietzsche’ye bir selam göndermek zorundayım.

Ayrıca ve oysa insan, özel yaşamında çoğunlukla akla uygun davranmayı bir kenara bırakıp açgözlülüğünün ve kendini beğenmişliğinin doğrultusunda hareket eder. Daha kötü olanı, devletlerin de böyle hareket ediyor olmasıdır. Çünkü bütün devletleri bu özelliklere sahip insanlar yönetir.

İnsanın kim olduğunun yanıtı,  k i ş i  o l m a  deneyimlerinden geçer – bu yazılarda derdimiz  Y e n i  İ n s a n ı  tanımlamaya çalışmak, bu nedenle de insan ve kişi kavramları özel bir önem sahip. Bu nedenle de bu soru bence şöyle değiştirilmelidir: “Bir insan olarak ben kimim?” İnsanların çoğu bu soruya kendilerinin toplumsal rollerini dillendirerek yanıt verirler. “Ben öğretmenim,” “Ben müdürüm,” gibi. Oysa onların ne iş yaptıkları bize, aslında kim olduklarıyla ilgili olarak hiçbir şey söylemez.

İnsan iki çeşit dürtü ve tutku tarafından belirlenir, yönlendirilir. Bunlardan biri  b i y o l o j i k  kökenlidir ve temel olarak bütün insanlarda aynıdır: Hayatta kalma isteği, yani açlık ve susuzluğun doyurulması, güvenlik, belli bir sosyal yapı ve kısmen de cinsellik. Diğeri biyolojik kökenli değildir ve insanlar arasında farklılıklar gösterir, farklı sosyal yapılardan oluşur: Sevgi, sevinç, dayanışma, haset, nefret, kıskançlık, yarışmacılık, açgözlülük vb. Biyolojik kökenli olan tutku ve dürtülerin aksine bunlar belli  s o s y a l  y a p ı l a r ı n  eseridir ve onların birbirleriyle etkileşiminden doğar.

Sonuç olarak insan evladının eylemlerindeki ana motivasyon her zaman  i ç g ü d ü l e r i  değildir. Tabii ki insan davranışlarında açlık ve cinsellik gibi içgüdülerin önemli ölçüde motive edici bir etkisi vardır. Ama insan, kendisinin ve içinde bulunduğu topluluğun hayatta kalması ciddi bir tehdit altındaysa biyolojik güdülerin, içgüdülerinin etkisini daha çok hisseder. Ama insanı, toplumsal bir hayvan olan insanı –  V a r o l a n  – daha çok motive eden tutkular hırs, haset, kıskançlık, intikam arzusu gibi  g ü d ü l e r d i r  ve bunlar belli toplumsal yapılanmalardan kaynaklanır ve beslenir. Bu tutkular o kadar güçlüdür ki, çoğu kez hayatta kalma içgüdüsüne üstün gelirler. İnsanlar nefret ve hırsları gibi olumsuz, sevgi ve sadakat gibi olumlu duyguları için ölümü göze alırlar örneğin. Yani biyolojik olmayan güdüler, biyolojik olan güdülere üstün gelir.

İnsanın en korkunç tutkusu, başka bir insanı kendi erk isteği doğrultusunda sömürme, kullanma dürtüsüdür ve bu  k a n i b a l i z m i n  uygarlaşmış biçimidir maalesef. Oysa arkeolojik ve antropolojik çalışmalardan biliyoruz ki, avcı toplayıcı atalarımızın zamanında bir insanın diğerini sömürmesi toplumsal hayatın esas belirleyicisi değildi. Günümüz insanı için böyle bir şeyi, sömürünün, suiistimalin yokluğunu, hayal edebilmek bile mümkün değildir. Ama mülkiyetin olmadığı, her şeyin herkes için yeteri kadar var olduğu zamanlarda bir insanın diğerini sömürmesi de, elbette, gerekmiyordu. Ne zaman ki tarım toplumuyla birlikte  m ü l k i y e t  ve  a t a e r k i  devreye girdi, bir insanın ötekini sömürmesi ve köleleştirmesi de başladı. Ve insanın tanımı da değişti. Feodalizmle birlikte soylular sınıfı doğdu, soylu olmayanlar köleleştirildi, işçiler ve kadınlar insan olmaktan çıkarıldı.

Ne zaman ki bir insan, daha güçlü olan diğeri için bir sömürü aracı olmaktan çıkacak, insanın kanibalistik tarihi son bulacak, ancak ondan sonra insanın insanca yaşamı başlayacak. Ama bunun için insanın  y a l n ı z c a  kendisini ve kendisi gibi olanı sevmekten vazgeçmesi gerekir. Kim ki yalnızca bir kişiyi sever, aslında hiç kimseyi sevmiyordur – buna hayvanları da dahil etmek gerektiğini söylememe bile gerek yok sanıyorum.

Yukarıdaki insan tanımının transhümanizmle olan bağını düşündüğümüzde görmemiz gereken şey, narsizmin özel olandan kolektif olana dönüşüyor olduğudur. Kolektif narsizm birey olarak varolma yetisinin beklenmedik bir hızla azalmasıyla birlikte ortaya çıkan  y o k o l m a  korkusunun bir sonucudur. Kolektif narsizm, bireysel büyüklenmeciliğin yeterli gel-e-mediği bir dünyada, iç içe geçerek, yani ‘ben’lerden oluşmayan bir b i z  inşa ederek hayatta kalabilme uğraşının kaçınılmaz sonucudur. 

B i z  olmak  b e n  olmanın bir alternatifi değil de doğal bir sonucu olamadıkça, insanın  k i m ’ l i ğ i  silinecek ve  t r a n s  bir  i n s a n  zorunlu olarak ortaya çıkacaktır. 

 

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.