Yüzde 25 sınırının iki yıllık bilançosu: Sözde sadece yüzde 50 artacaktı ama kiralar yüzde 265 arttı
Alarm zilleri çalarken Türkiye yoluna hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir mi? Elbette edemez. Nitekim seçime kadar doları 20 TL’nin altında tutan iktidar seçimden sonra frenden ayağını çekti. Zaten o ayağını çekmese balatalar yanacaktı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun geçen hafta açıkladığı veri, “resmi” enflasyonun yeniden yükselişe geçtiğini gösterdi. Aylık enflasyon yeniden yüzde 4’e dayandı, manşet enflasyon baz etkisiyle gerilemeye devam etti ama gıda ve enerji fiyatlarını içermeyen, o nedenle trendi daha iyi gösteren “çekirdek” enflasyon yeniden artmaya başladı.
Hollanda bankası ING’nin ekonomik ve finansal araştırma bölümü, Seeking Alpha’da da yayınlanan incelemesinde enflasyondaki düşüş trendinin sona erdiğini söylüyordu. Bankanın yayınladığı notta dolar ve euroya dair öngörü de var: ING bu yılın dördüncü çeyreğinde doların 29 TL, euronun ise 33.5 TL’ye yükselmesini bekliyor.
“Dolar zaten mayıstan bu yana yüzde 30 yükseldi, niye daha yükselsin?” diye itiraz edenleri gibiyim. Cevap basit: Enflasyon nedeniyle.
Dolar bu yıl neden yüzde 30 değer kazandı? Çünkü geçen yıl enflasyon çok yüksekti, üretici fiyat enflasyonu bir ara yıllık bazda yüzde 130’un da üzerine çıkmıştı. Buna karşılık TL dolar karşısında o kadar değer kaybetmedi. Türk Lirası’ndaki değer kaybı oranı geçen yıl yüzde 30 civarında kaldı. Bu durum Türkiye’nin ihracatını vurdu.
Şöyle düşünün: İhracatçısınız ve maliyetleriniz yüzde 130’dan fazla artmış. Ne yapacaksınız? Zarar edecek değilsiniz ya tabii ki ürettiğiniz ürünün fiyatına zam yapacaksınız. Dolar TL karşısında enflasyon oranında yükselmiş olsaydı yaptığınız zam döviz cinsinden fark edilmeyecekti. Fiyatınız TL bazında yükselecekti ama döviz bazında aynı fiyatla satmaya devam edecektiniz.
Ama böyle olmadı. İktidarın seçim öncesinde doları kontrol etmek için Merkez Bankası rezervlerinden 200 milyar dolara yakın para harcaması sayesinde dövizdeki yükseliş enflasyonun çok altında kaldı. Bunun sonucunda Türk Lirası enflasyondan (bilhassa da üretici fiyat enflasyonundan) arındırılarak bakıldığında değer kazandı. Yani reel olarak değerlendi. Bunun sonucunda ihracat artış oranı yavaşladı. Hatta bu yılın ilk dört ayında Türkiye’nin ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre azaldı.
Yerli şirketler maliyetlerdeki artış nedeniyle sorunlar yaşarken ithalatın cazibesi (TL reel olarak değer kazandığı için) arttı. Bunun sonucunda Türkiye’nin dış ticaret açığı görülmemiş seviyelere yükseldi. 2022’yi 110 milyar doların üzerinde cari açıkla kapattık.
Evet, bunda altın ithalatındaki patlamanın ve Avrupa’nın durgunluğa girmesinin de etkisi vardı ama TL’nin reel olarak değerlenmesi de etkiliydi.
Dış ticaret açığı patlayınca cari açık patladı, mayıs ayı itibarıyla 60 milyar dolara dayandı. Bu, Türkiye’nin milli gelirinin kabaca yüzde 6’sı eder. Cari açığın milli gelire oranı yüzde 5’i geçtiğinde alarm zilleri çalmaya başlıyor.
Alarm zilleri çalarken Türkiye yoluna hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir mi? Elbette edemez. Nitekim seçime kadar doları 20 TL’nin altında tutan iktidar seçimden sonra frenden ayağını çekti. Zaten o ayağını çekmese balatalar yanacaktı.
Enflasyon yine yükseliyor. Nerede duracağını bilmiyoruz, yüzde 50’de mi, 60’da mı, daha yukarıda bir noktada mı? Ama bir şeyden eminiz: Enflasyondaki yükseliş geçen yılki filmin tekrarlanmasına neden olacak. Yerli sanayinin maliyetleri artacak, ihracata devam edebilmeleri için TL’nin er geç biraz daha değer kaybetmesi gerekecek.
Dolardaki yükselişin durması için enflasyonun durması gerekiyor. Enflasyonun durması için savurganlığın durması. Bunun ilk adımı, büyük Türk büyüğü sayın bürokratların Alman makam araçlarından inmesi olabilir. Ondan sonrası kendiliğinden gelir.
İtibardan tasarruf edilmedikçe, enflasyon artmaya devam ettikçe dolar da artmaya devam edecek.