Bu hafta, Cemil İpekçi’nin sevgilisini CNN International’den öğreniyor; Hulusi Akar’ın 15 Temmuz gecesi zabıtlara alınmaya ‘i’ harfiyle başlayan tepkisinin sırrına eriyor; serpme kahvaltının Amerikan tarzı ‘brunch’ı geride bırakıp bırakmayacağını tartışıyoruz... Daha fazlası da var.
Bu sayfanın adı “Küçük Güzel Şeyler Dükkanı..”
Bir bakkal mı derseniz, evet mahallenin bakkalı…
Pazar gününün en renkli tek kişilik gazetesi bu.
Siyasetten sıkılan…
Kılıçdaroğlu kalacak mı gidecek mi falı açmaktan bıkan…
15 Temmuz’dan başka şeyler de okumak isteyen varsa…
Buyurun…Küçük Güzel Şeyler Dükkanımız bu Pazar ve her Pazar açık…
Cemil İpekçi bu ülkenin, artık sayısı iyice azalan renkli sanatçılarından biri…
Kendine has bıyığı, lafını esirgemeyen dili, giyim tarzı ve hayata bakışı ile “Unique” bir şahsiyet o…
Seviyorum ben böyle insanları…
Uzun süredir onunla ilgili fazla bir haber göremiyordum.
Dün sabah görünce sevindim.
Hem de CNN International’da…
CNN’nin ilgiyle izlediğim “Quest; World of Wonder” isimli bir programı var.
Sunucusu CNN’nin en ünlü starlarından biri olan Richard Quest…
Bu haftaki programı, Antalya ve Bodrum’a ayırmış.
Programın bir bölümünde, artık Bodrum’da yaşayan Cemil İpekçi ile konuşuyor…
Program sayesinde Cemil İpekçi’nin Bodrum’daki evini ilk defa gördüm.
Oturdukları yerin duvarlarına baktığım zaman aklıma şu soru geldi:
Yoksa Cemil İpekçi Budist mi oldu?
Çünkü arkasındaki raflar ve duvarlar onlarca küçük Buda heykeli ile dolu.
Bir de Zeki Müren’le birlikte çektirdiği fotoğraf var ki tam bir pop kültür tarihi belgesi.
Arşivlik yani…
1960’lı yıllardan beri Bodrum’da yaşıyormuş.
“Çünkü burası bir özgürlük vahası” diyor ve ekliyor:
“Burada çırılçıplak denize girsen, kimse dönüp bakmaz..”
Halk bakmaz ama, son günlerde ilçelerde konser yasaklatan “Kasaba Ahlak zabıtaları” ne yapar bilmem.
Biri CNN’nin starı, öteki Türk giyim ve tasarım sektörünün renkli starı…
Çok rahat bir sohbet izliyoruz.
Cemil İpekçi her zamanki bildiğimiz rahatlığı ile anlatıyor:
“Artık belli bir yaştayım. Kocam yok…Karım da yok…Sevgililerim de yok…”
Bir an duraklıyor ve cümlesini tamamlıyor:
“Artık benim tek sevgilim burası…Bodrum…”
Sonra birlikte sokağa çıkıyorlar.
Bodrum’un Halikarnas tarafında sahilde dolaşırken İpekçi bilgi veriyor:
“Evvelden bu yürüdüğümüz yer deniz ve kumsaldı. Sonra dolduruldu bu hale geldi.”
Richard Quest soruyor:
“Bunu görünce ne hissediyorsunuz?
Cemil İpekçi çok muzip ve zeki bir cevap veriyor:
“Aynaya bakarken ne hissediyorsam onu hissediyorum. Aynaya bakınca yüzümdeki kırışıklıkları, boynumdaki sarkmaları gördüğümde ne hissediyorsam onu hissediyorum. Biraz hüzün yani…”
Çok sıcak, samimi ve muzip bir cevap değil mi…
Richard Quest’in Antalya’da en uzun takıldığı yer ise, bir nehrin kenarındaki restoran.
Türk usulü serpme kahvaltısı ile ünlü bir yermiş.
Ben serpme kahvaltı denen ve pek haz etmediğim şeyi ilk defa Rahmetli Süleyman Demirel’in başbakanlığı sırasında onun evinde görmüştüm.
Masanın üzeri, bir santim boş kalkmayacak şekilde dolmuştu, tabağımı, çatal bıçağımı koyacak yer bulamamıştım.
Bir de bu kahvaltılarda küçücük çatal bıçak getirmiyorlar mı, deliriyorum.
Şimdi bakıyorum, İstanbul, Çeşme, Bodrum, Fethiye, Kaş, Kalkan, Antalya, her yerde bu serpme kahvaltıdan geçilmiyor.
Amerikan icadı Brunch’tan hiçbir zaman haz etmedim, serpme kahvaltıyı da hiç anlamıyorum.
Ama CNN International’da bunu görünce anladım ki, dönerin hamburgeri yenmesinden sonra Baba usulü serpe kahvaltı da Amerikan Brunchını masadan silebilir.
CNN International’ın “Antalya-Bodrum” programında baş aktör herhalde Maça Kızı’nın sahibi Sahir Erozan’dı…
Richard Quest Antalya’dan Bodrum’a deniz uçağı ile geliyor ve denize inen uçağın kapısında onu Sahir Erozan karşılıyor.
Bodrum’u o anlatıyor, Yalıkavak Marina’yı o gezdiriyor.
Bu arada annesi Ayla Erozan’ın da fotoğraflarını görüyoruz.
Çok çekici bir kadınmış…
Bodrum Marinasını da gezmeleri iyi olurdu diye düşünüyorum.
Çünkü Bodrum Marina, bütün Akdeniz’deki en güzel şehir içi marinalardan biri diye düşünüyorum.
Hürriyet’ten Fatih Çekirge’yi kutlarım…
15 Temmuz’un yıl dönümünde en ilginç mülakatı o yaptı ve Hulusi Akar’la konuştu.
Akar son zamanlarda 15 Temmuz gecesi ile ilgili bir çok iddianın hedefi haline geldi.
Hürriyet yazarına o geceyi anlatmış.
Ancak söylediklerinde bilmediğimiz fazla bir şey yok.
Sadece bir “Sık ulan şerefsiz” bölümü var ki, işte Çekirge’ye onun için teşekkür ettim.
O gece şöyle bir olay olmuş.
Darbecilerden biri dönemin Genelkurmay Başkanına “Dediğimizi yapmazsan sıkarım” demiş.
Bunun üzerine Akar, “Sık ulan şerefsiz” diye cevap vermiş.
Bu cümle darbe davası zabıtlarına da geçmiş.
İşte tam bu noktada Fatih Çekirge “Ancak” diyerek çok ilginç bir ayrıntı veriyor.
Hulusi Akar aslında hiddetle “Sık ulan İ…” demiş.
Yani karşısındaki darbeci FETÖ subayına “İ” harfiyle başlayan o kelimeyi söylemiş.
“İ”, argoda “LGBT” sözlüğünde yer alan bir kelime…
Sokak dilinde “LGBT kişisi” demek.
Allahtan o günlerde Türkiye bugünkü kadar homofobik değilmiş.
Bugünkü homofobik Türkiye’de olsaydı, o subay kendisine böyle seslenen Genelkurmay başkanına, dediğini yapmadığı için değil ama sırf bu kelime için sıkardı vallahi…
Allah korumuş Hulusi Paşa’yı…
Son bir nokta…
Fatih Çekirge yazısında Hulusi Paşa’nın başka şeyler de anlattığını ama bunları yazamayacağını söylüyor.
Bence Hulusi Akar asıl onları anlatmalı.
Bunları biliyoruz zaten…
Soruyu biraz daha genelleştirerek şöyle de sorabilirim:
Bu sezon Türkiye’nin Süper Lig mi daha heyecan verici olacak? Suudi Arabistan’ın Pro-League’i mi…
Kendi cevabımı vereyim.
Türkiye’de Süper Ligi izlemeyeceğim.
İddiam da şu;
Bu sezon Suudi Arabistan Ligi seyretme keyfi bakımından bizimkinden daha heyecan verici olabilir.
Fransız Le Monde gazetesi haftalık magazin dergisinin kapağını Suudi Arabistan futboluna ayırmış.
Başlığı da şöyle:
“Suudi Arabistan’ın Yumuşak Güç Operasyonu…”
Suudi Prensin bütün dünyada spora anormal yatırım yapmaya hazırlandığını anlatıyor.
Şimdi Suudi Pro League’e bakalım.
Kızıl Deniz kıyısındaki Cidde’nin takımı Al-İttihad…
Bir çok maçını 55 bin seyirci önünde oynuyor.
En büyük rakibi Başkent Riyad’ın takımı Al-Hilal…
Bir lig düşünün…
Ronaldo Al-Nassar takımında…
Real Madrid’den ayrılan Benzama Al-Ittihad’da…
Ben Pro League’de takımımı seçtim.
“Halkın takımı” olan Al-İttihad…
Yani Suudi Arabistan’ın Manchester United’i…
Geçen hafta Milliyet’te sessiz sakin bir görev değişimi oldu.
Mete Belovacıklı genel yayın yönetmenliğinden ayrıldı, yerine CNN’deki programlardan tanıdığımız Özay Şandır geldi.
Mete Belovacıklı başarılı bir genel yayın yönetmeniydi bence.
Bütün zorluklara rağmen seçim öncesinde Milliyet’in yayın çizgisini olabildiğince dengeli götürdü.
Özay Şandır da Türk televizyonlarında az sayıda dikkate alınacak tartışmacıdan biri.
O nedenle onun için konuşan kafa demiyorum.
Duyduğuma göre gazetede güzel bir devir teslim yapılmış.
Mete’in gazetecilik kariyerine dijital yeni medyada devam edeceğine ve güzel işlere imza atacağına eminim.
Özay Şandır’a da başarılar diliyorum.
Bu arada ilginç bir şey öğrendim.
Mete Belovacıklı Milliyet genel yayın yönetmenliği görevimde 7 yıl kalmış.
Abdi İpekçi’den sonra bu görevi en uzun yapan genel yayın yönetmeni olmuş.
Milliyet kurulduğu günden itibaren büyük genel yayın yönetmenleri gazetesi oldu.
Kimler oturmadı ki o koltuğa Abdi İpekçi’den sonra…
Doğan Heper, Umur Talu, Yalçın Doğan, Ufuk Güldemir, Derya Sazak, Mehmet Yılmaz, Fikret Bila…
Yani o koltukta 7 yıl kalabilmek başlıbaşına bir başarı…
23 Kasım 2024 - Hadise’nin yeni şarkısıyla gelen eski Türkiye özlemi: ‘Biz bizeydik nostaljisi’
22 Kasım 2024 - Ufuk Uras’a sordum: Devlet beye o soruyu sordun mu?
20 Kasım 2024 - Son anket: Türk halkı böyle bir Milli Eğitim Bakanı istemiyor
19 Kasım 2024 - Yılın son profil analizi: Hakan Fidan’a elini veren kaç parmağını kaybeder?
17 Kasım 2024 - İşte o ünlü adamın aynı anda idare ettiği altı kadının isimleri