5. Gün
24 Temmuz 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Özel muhabirimiz Ali Naci Karacan bildiriyor: Lozan Antlaşması işte böyle imzalandı

Lozan Barış Konferansı’nın ikinci bölümünü baştan sona izleyen gazeteci Ali Naci Karacan, antlaşmanın imza törenini Akşam gazetesi için kaleme almıştı. İşte o metin.

Özel muhabirimiz Ali Naci Karacan bildiriyor: Lozan Antlaşması işte böyle imzalandı

23 Temmuz sabahı Lozan Palas’ta uyananlar bir gece içinde otelin barış şerefine gelin gibi donatıldığını görerek şaşakaldılar. Büyük girişten holün sonundaki pencerelere, koridorlara kadar her tarafa renk renk bayraklar asılmıştı. En göze çarpan köşelere dostluk belirtisi olarak kırmızı-beyaz bir Türk armasıyle mavili beyazlı bir Yunan arması takılmıştı. Camlı kapının etrafına, yolların kenarlarına, dans salonuna yeşil saksılar sıralanmış, somaki kalın sütunlara bayraklardan örülme çelenkler asılmıştı. Otel sahibi Mösyö Steiner, şişman göbeğiyle en önde ve beyaz önlüklü garsonlar arkada, herkeste bir gayrettir gidiyordu. Kimi iskemle taşıyor, kimi bayrak asıyor, kimi duvara dayalı bir merdivene tırmanıyor, kimi elektrik lambalarına abajur uydurmaya çalışıyor, hazırlık müthiş, barış imzalanıyor! 

Herkeste göze çarpan bir heyecan var. Konferansın önemli günlerinde olduğu gibi, gazeteciler koridorları doldurmuşlar, dolaşıp duruyorlar. Yabancı muhabirler ”Sevr” antlaşmasını imzalayanların adlarını soruyorlar, not alıyorlar, telgraf çekiyorlar; Türk muhabirler imza törenine ait tafsilat almaya çalışıyor, oraya koşuyor, buraya koşuyor, kaynaşıp duruyorlar. 

Bir gün önce Türkiye-Lehistan anlaşması imzalandı

Bir gün önce Türkiye-Lehistan antlaşması, büyük sadelik içinde, Lozan Palas salonlarında imzalanmıştı. Saat on buçukta, oteldeki büyük merasim salonunun geniş kapıları açılmış, bir taraftan İsmet Paşa ve arkadaşları, diğer taraftan Lehistan delegeleri, arkalarında ‘Caketatay’, salona girmişlerdi. Ortada büyük bir masa vardı. Bir buçuk aydan beri gürültüsüzce, sessizce hazırlanan Türk-Leh antlaşması masanın üzerinde duruyordu. Lozan görüşmelerinin ilk olumlu sonucu olan bu vesika, İsmet Paşa ile Leh delegelerinin dostça birer nutkundan sonra imzalandı ve her iki heyetin bir arada resimleri alındı. Lehistan’la Türkiye arasındaki bu imza merasimi, sanki devletlerle yapılacak asıl imza merasimine hazırlık gibi idi. Olay o kadar sükûnet içinde, öyle gürültüsüz ve vakur cereyan etmişti. 

‘Aman bir bilet de bana…’

Lehistan antlaşması şerefine verilen akşamki ziyafetten sonra, imza merasimine, daha büyük ilgi uyandı. 24 Temmuz 1923 saat birden itibaren otelin önünde, yavaş yavaş, birçok kadınlar, erkekler toplanmaya başladı. Herkes giyinmiş, davetiye kartını cebine koymuş, vaktin gelmesini bekliyordu. Davetiye kartını alamayanlar öteye beriye başvurup imza törenini görmek için bir çare arıyor, konferansla ilgisi olmayan birçok kimse ötekine berikine rica ederek, sanki tiyatroya gidiliyormuş gibi: 

”Aman bir bilet!” diye yalvarıyordu.

Fakat bilet bulmak imkânsız gibiydi. Konferans genel sekreterliği, yalnız heyet delegelerini, gazete muhabirlerini, bir de İsviçre Cumhuriyeti’nin ileri gelenlerini davet etmişti. Ne olur ne olmaz düşüncesiyle, belki bulaşık bir adam içeri girer endişesiyle, davet kartları tahdit edilmişti.

İsmet Paşa ve Türk heyeti

Saat ikiye doğru Lozan Palas’ın kapısından Mont Benan parkının önündeki heykele kadar iki sıra otomobil dizildi. Kapının önü mahşer gibiydi. Herkes çıkışı, delegelerin otomobillere binişini, gidişi bekliyordu. Holde danışmanlardan, uzmanlardan, muhabirlerden geçilmiyordu. Saat üçe on kala İsmet Paşa, Hasan Bey, Rıza Nur Bey, asansörle indiler. Üçünün de çehrelerinde hiçbir heyecan belirtisi fark edilmiyordu. Sanki yine Uşi Şatosu’na, konferansa gidiyorlarmış gibi sakin ve tabii, etraftakileri selamlıyarak yürüyorlar; bir dakika sonra önüne küçük Türk bayrağı takılı otomobil halk safları arasında yürümeye başladı. Lozan Palas’tan üniversiteye kadar büyük köprünün ve caddelerin iki tarafını halk kaplamıştı. Birbiri ardısıra harekete geçen otomobillerin uzun hattı bu kalabalığın meraklı gözleri önünde bir alay halinde süzülmeye başladı.

Mahşeri bir kalabalık yollarda

Üniversitenin bulunduğu meydana gelindiği zaman İzmir’e Yunan askerinin ayak bastığı gün Sultanahmet meydanında yapılan mitingin kalabalığını hatırlatan bir manzara karşısında kalındı. Evlerin pencerelerine, damlara, sarayın etrafındaki bahçelere, yollara, her tarafa arka arkaya dört beş sıra kalabalık toplanmıştı. Ripon meydanının etrafı da insan yığınlarıyla çevrilmişti. Köprünün sonundan Üniversitenin mermer merdivenlerine kadar yolun iki tarafına polisler sıralanmıştı. 

İsmet Paşa’nın otomobili saat üçe beş kala Rumini sarayının kapısında durdu. Merdivenlerin üzerinde başları silindir şapkalı protokol memurları, federal meclisi üyeleri, askeri kişiler Türk delegeler heyetini karşıladılar. Bir anda, birçok fotoğraf makinesi objektifi İsmet Paşa’ya çevrildi. Geniş mermer merdivenlerin üzerinde Türk başdelegesinin ve barış mücadelesi arkadaşlarının yüzlerce resmi çekildi. 

Lozan’ın en güzel binası

Rumini sırayı, geniş bir meydana bakan, etrafı bahçelik, Lozan’ın en güzel, en göze çarpan binalarından biri idi. Mermer merdivenleri çıkıp da oradan etrafa bakıldığı zaman bahçelere, damlara, pencerelere, yollara sıralanan halk, caddenin ta sonundan itibaren bir kordon gibi uzanan otomobil dizisi, birbirinden dörder adım ara ile dizilmiş lacivert elbiseli polisler, sonra sarayın eşiğindeki silindir şapkalı İsviçre Federal Meclisi üyeleri teşrifatçılar, fotoğrafçılar, gerçekten tarihi bir imza töreni için olağanüstü bir dekor vücuda getirmekte idi. 

Şapkaların bırakılacağı vestiyere kadar her şey belli

Üniversitenin dış merdivenleri çıkılarak büyük kapıdan girildikten sonra, yine merdivenler devam ediyordu. Bu merdivenlerin dönüm yerinde, beyaz, geniş, güzel bir avlu, avlunun ortasında bir şadırvan, şadırvanın içinde bir timsah heykeli vardı. Sağda şapkaların ve bastonların bırakılacağı delegelere ayrılmış vestiyer, solda muhabirlerle diğer davetliler için başka bir vestiyer, imza töreninin yapılacağı salonun bir tarafında delegelerin gireceği kapı, diğer tarafında uzmanlarla muhabirlerin gireceği kapı ayrılmış, birinin üzerine (A), diğerinin üzerine (B) işaretleri konmuş, herkesin davet kartına şapkasıyla bastonunu bırakacağı vestiyerin yeri, gireceği kapının harfi, oturacağı kanepenin numarasına kadar her şey yazılmıştı. 

Şadırvanın, iki tarafında ve merdiven başında, iki heykel gibi, yeşilli beyazlı bir mili kıyafet içinde iki İsviçreli nöbet bekliyordu. Herkesin gözü, merdivenleri çıkarken, önce bunlara ilişiyor, bunların yanından geçilerek yukarı salona gidiliyordu.

İsmet Paşa salona giriyor, bütün gözler onda

İsmet Paşa salona girdiği zaman herkeste bir heyecan belirdi. Bütün gözler hemen kendisine döndü. 

Lozan barış antlaşmasının imza edileceği yer, yüksek tavanlı, geniş bir salondu. Sol tarafta bahçeye bakan geniş pencereleri, sağ tarafta koridora açılan iki kapısı vardı. Salonun solunda, daha çok mahkemelerde görülen uzun, yuvarlak, yüksek bir kürsü göze çarpıyordu. Davetliler, danışmanlar, muhabirler, kanepelere yerleşmişler, yüzlerini bu kürsüye çevirmişlerdi. Kürsüye baktığınız zaman sıra ile sağ tarafta İsmet Paşa, Rıza Nur Bey, Hasan Bey, Amerika delegesi Mister Grew yan yana oturuyorlardı. Bunların arkasında ikinci sırayı Bulgar delegeleri teşkil ediyordu. Kürsünün sol tarafında yine sıra ile Sir Horas Rumbold, General Pellé, Marki Garroni (Marki Garroni antlaşmayı imza için o gün İtalya’dan gelmişti). Mösyö Montanya birinci sırayı teşkil ediyordu. Japon delegesi, Mösyö Venizelos, Mösyö Diyamandi ve diğer bir Romen delegesi de ikinci sırada oturuyorlardı. Bunların yanında Belçika ve Portekiz delegeleri vardı. Kürsünün aşağısında, karşılıklı oturan Türk delegeleriyle İtilaf devletleri delegelerinin arasında, üzeri koyu renk bir kadife ile örtülmüş büyük bir masa ve bu masanın üzerinde parşömen kağıda basılmış, kenarlarından kırmızı kordelalar sarkan antlaşma metinleri, protokoller göze çarpıyordu. Kürsünün iki yanındaki basamaklar üzerinde ise, iki tören hademesi, kımıldamadan duruyorlardı. 

Salonun sağ tarafında bir nevi balkon teşkil eden yukarı kısmında, birçok kadın ve erkek, konferans dışındaki davetliler bulunuyordu. 

İsmet Paşa’nın arka tarafına rastlayan yerde ise, bir loca vardı ki, içinde Vaud Kantonu Emniyeti Umumiye Müfettişi Mösyö Jecqiard oturuyordu.

Rumini Sarayı’nın büyük salonunda, duvarlara ve tavanlara işlenmiş, Hıristiyan medeniyetinin safhalarına ve İsa’nın hatıralarına ait tablolardan başka dikkate değer bir şey yoktu. Ceviz kürsü, ceviz kanepeler, ceviz pencereler ve krem perdeler, bu salona koyu bir renk veriyorlardı. 

Mevhibe Hanım da konuklar arasında

İsmet Paşa her zamanki vakur, ciddi duruşu ile, istediğini yapmış, hakkını almış bir insan sükûnet ve soğukkanlılığıyla bekliyordu. Yüzündeki daimi aydınlık, gözlerinin her zamanki siyah ve zeki parlayışı, bugün daha çok dikkate çarpıyordu. İsmet Paşa’nın eşi, davetliler arasında, ön sırada yer almışlardı. Türkiye başdelegesinin yanında Rıza Nur Bey, ciddi bir yüzle etrafa bakıyor, Hasan Bey, Mister Grew ile konuşuyor, genel sekreter Mösyö Massigli’nin ortadaki masa üzerinde antlaşmaları ve ekleri sıralamasına dikkat ediyor ve gözlerinde merak okunuyordu. 

Bir tarafta Türkiye, karşısında bütün dünya

Bir tarafta Türkiye ve karşısında yedi devletin delegeleri… Başta İngiltere, yanında Fransa, onun yanında İtalya, arkalarında Japonya ve Japonya’nın yanında silinmiş gibi Yunanistan (Venizelos), Romanya, Belçika… Sağ tarafta tek başına Türkiye, sol tarafa bakınca bütün dünya! İşte her şey elinden alındığı halde nihayet varlığı pahasına savaşan, kanını akıtan ve savaşı kazanan yeni Türk Devleti ve işte onu mahvetmek için yüz yıllardan beri uğraşan Batı âlemi! Genel savaşın meşhur ”üçler itilâfı” ve ona takılı ”küçük itilâf manzumesi”, Balkan devletleri… Fakat artık gülmüyorlardı. Artık ”mütehakkimane” durum almıyorlardı. Hatta hüzünlü, kederli görünüyorlardı. 

Sanki Japon delegeye ‘Siz de gelin’ demişler, o da gelmiş

Sir Rumbold’un sağ gözünde bir monokl var. Yüzü kıpkırmızı, boyuna terliyor, ikide bir mendiliyle yüzünü siliyor. General Pellé, bir kâğıt gibi beyaz çehresiyle, uzun boylu Sir Rumbold ile şişman yapılı Marki Garroni arasında bir hayalete benziyor. Marki Garroni ise, kanepesine yerleşmiş, toplu avurtları, yumuk gözleriyle bir Sinyor gibi rahat, ne memnun, ne kederli, kayıtsız görünüyor. Bu konferans ile yalnız antlaşmaya imzasını atmak istediği için ilgilendiği hissini veriyor. Japon delegesinin her zamanki esmer, çekik gözlü çehresinde, bugün de dikkate değer bir şey yok. Sanki; ”Siz de gelin!” demişler ve o da gelmiş. Arkasına bol gelen elbisesi içinde, zayıf yapısı ile bu Uzakdoğu diplomatı, belirsiz bir hayal etkisi yaratıyor. İtilaf Devletleri delegeleri içinde en ilgiyi çeken yine Venizelos… Arkaya çekilmiş, kanepesine yan oturmuş, her tarafı süzüyor ve ‘talihin bu garip tecellisi’ karşısında, önünde oturan İngiltere İmparatorluğu delegesine, insana öyle geliyor ki, sanki garip bir küçümseme ile bakıyor. Her hareketinde, her bakışında, önündekileri, yanındakileri ”yok!” farzeden bir lâkaydi göze çarpıyor. 

Hokka geliyor, tören başlıyor

Saat üçü beş geçe, İsviçre hükümeti adına konfederasyon Reisi Mösyö Scheurer, reis vekili sıfatıyla Mösyö Şvarts ile Mösyö Chultess, önlerinde beyaz mantolu, elinde, içine kalem konmuş hokka taşıyan bir tören hademesi, içeri girdiler. Ayağa kalkıldı. Bu üç kişi kürsünün önüne geldiler ve oradaki üç koltuğa yerleştiler. 

Bir anda, o kürsü, İsmet Paşa, karşısındaki devletler, sonra arka arkaya sıralara dizilmiş İsviçre ileri gelenleri, uzmanlar, danışmanlar, muharirler, bütün o salon, bu üç şahsın heyet halinde salona girişi, kalemleri ve hokkayı getiren beyaz mantolu Huissier, her şey, sanki muhteşem oranlara ulaşarak büyük bir heybet aldı. Bu heybetli dekor ortasında, derin bir sessizlik arasında, İsviçre Federal Meclisi Reisi ayağa kalktı ve ağır bir sesle, antlaşmaların, sözleşmelerin, beyannamelerin, protokollerin adlarını saydıktan sonra: 

”Efendiler, buyurunuz, imza ediniz!” diye delegeleri imzaya çağırdı. Sesinde, karar tebliğ eden yüksek bir hâkim edası vardı.

Bu toplantı cihan ölçüsünde bir millî davanın hüküm tebliği oturumu gibi heyecan verici bir manzara göstermekte idi. 

İsmet Paşa, antlaşmayı Mustafa Kemal’in gönderdiği altın kalemle imzaladı

Reisin imzaya daveti üzerine, konferans genel sekreteri Mösyö Massigli yerinden kalkarak İsmet Paşa’ya doğru geldi, kendisini selamladı ve: 

“Buyurunuz, evvela zatı devletiniz imza edeceksiniz” dedi.

Bu ilk imza devletler tarafından Türkiye’ye karşı bir şeref olarak takdim edilmekte idi. Türkiye Devleti Başdelegesi İsmet Paşa, yerinden kalktı, oradaki masaya doğru yürüdü ve masanın tam ortasına gelince durdu. Sağ elini “Jacquette à taille”ının iç cebine götürerek oradan renkli bir mahfaza çıkardı, açtı, içinden bir altın kalem aldı ve Gazi Mustafa Kemal’in, vatanın kurtarıcısı Büyük Ata’nın antlaşmayı imzalamak üzere kendisine gönderdiği tarihi kalemle, ayakta, biraz eğilerek, genel sekreter Massigli’nin önüne koyduğu antlaşmaya, 24 Temmuz 1923 tam saat üçü dokuz geçe imzasını attı.

Osmanlı’nın tasfiyesi, Türkiye devletinin doğuşu

Tarihi an, işte o andı. İşte o andı ki, 24 Temmuz 1923 yılı salı günü saat tam üçü dokuz gece, İsmet Paşa’nın attığı bu imza ile, Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni Türkiye Devleti kurulmuş oluyordu! Aynı zamanda 9 yıllık genel Avrupa savaşı, o imzanın atıldığı anda, 24 Temmuz 1923 günü saat tam üçü dokuz geçe, bitiyordu.

Herkes meraklı gözlerle İsmet Paşa’nın imza atışını takibediyor. Salonda çıt yok. Sol taraftakiler sükûnetle, Türk delegeler heyetinin antlaşmayı, sözleşmeleri, beyannameleri imzalayıp bitirmesini ve sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar.

İsmet Paşa’nın bir tarafında Hasan Bey, bir tarafında Rıza Nur Bey; bir İngiliz sekreteri imzalanacak vesikaları önce Massigli’ye veriyor ve Massigli onları önce İsmet Paşa’ya imzalattıktan sonra Rıza Nur Bey’in önüne getiriyor, Rıza Nur Bey imzaladıktan sonra, Hasan Bey imzalıyor, onlardan sonra Fransız sekreter Nogara elindeki kurutma kâğıdıyla imzaları kurutuyor.

Türk heyetinin anlaşma ile eklerini, protokolleri imzalaması yedi dakika sürdü.

Geri kalan imzalar

Türk heyetinden sonra antlaşmayı imzaya İngiltere başdelegesi Sir Rumbold davet edildi. İngiliz başdelegesi yerinden kalktı, yürüdü, geldi ve cebinden siyah bir stylo çıkararak imzasını attı. Sir Rumbold’dan sonra General Pellé davet edildi. Fransız başdelegesi masanın önüne gelince, oradaki koltuğa oturdu. Gözlüğünü taktı ve yüzünde memnunlukla, sıra ile, dikkatle bütün vesikaları imzaladı. Marki Garroni davet edilince, ortadaki masaya eğilerek önce koltuğunun üzerine iyice yerleşti, sonra yavaş yavaş gözlüğünü çıkardı, binbir özenle kalemi aldı ve büyük bir tarihi hareket yapmakta olduğunu tamamıyla idrak etmiş bir hal ile ve sanki bu tarihi anın bütün şeref ve zevkini tatmak istiyormuş gibi, dikkatli dikkatli imzalarını atmaya başladı. Marki Garroni’den sonra Japon delegesi zayıf parmakları arasında tuttuğu kalemle birer birer imzasını attı, döndü, yerine oturdu. Sıra Venizelos’a geldi, koltuğa oturdu, çabucak imzaladı, yerine döndü. Romanyalılardan sonra, sonunda Belçikalılar, Portekizliler de, kendilerini ilgilendiren sözleşme ve antlaşmalara imzalarını attılar.

İsviçre Konfederasyon Reisinin dikkate değer nutku

İmza töreni bittikten sonra konfederasyon reisi ayağa kalkarak şu dikkate değer nutku söyledi: 

“Efendiler:

Aylarca devam eden çalışmalardan sonra Lozan konferansının gayesine eriştiği ve sulhun artık temin edildiği hakkındaki sevinçli haber, birkaç gün evel cihana ilan edildi. O kadar uzun zamandan beri beklenilen bu hadiseye resmi bir şekil vermek ve husule gelen itilafları imza etmek için yeniden toplandık.

Konferans, müzakere mahalli olarak memleketimizi intihabetti ve nasıl mesainin açılma törenine İsviçre Federasyon Meclisi’ni davet ettiyse, bugünkü mesut bitiş celsesine de yine davet etmek lütfunda bulundu. Daha dün sureti mahsusada dostane bir mektup, size bahşetmek şerefine nail olduğumuz misafirperverlikten dolayı teşekkür hislerinizi bize bildiriyordu. Halbuki İsviçre’ye verdiğiniz şereften dolayı bütün kalbimizle teşekkür etmek asıl bize düşer. Bu suretle milletlerin kucağında yaşayan memleketimizin vaziyetine tamamıyla tevafuk eden ve hizmete iştirak ve İsviçre adını bir daha sulh ve müsalemet (barış içinde yaşama) emrine teşrik etmek fırsatını bize bahşettiniz. Husule gelen itilafı ilk olarak selamlamak ve sizleri bundan dolayı tebrik etmekten iftihar duyuyoruz. Konferansın yenmek zorunda kaldığı müşküller pek büyüktü. Fakat hepimiz için çok şükür ki konferansa iştirak edenlerin fazilet ve kemali üstün geldi ve kendilerine tevdi edilen vazifeyi iyi neticeye ulaştırmak azimleri bu müşküllerden daha kuvvetli göründü ve itilaf bu suretle mümkün oldu. Umumi menfaatler namına razı olduğunuz fedakârlıklar hiç şüphesiz pek ağırdı. Fakat elde edilen netice bu bahaya değerdi. Bu fedakarlıklar muhasamatın katî bitişine ve sulhun teessüsüne alamettir. Yalnız doğrudan doğruya alakalı milletler değil, fakat bütün dünya bundan dolayı size minnettardır. 

Irk, lisan, din farklılıklarının ne kadar tehlikeli olduğunu biliyoruz

Biz İsviçreliler, ırk, lisan, din farklılıklarının ne kadar tehlikeli olduğunu tecrübe ile biliyoruz. Tarihimizde bu ayrılıklar devletimizin varlığını birçok defalar tehlikeye düşürdü. Fakat yine biliyoruz ki bütün bu farklara rağmen sulh ve insanlık dairesinde yaşamak ve bu hayatta bir terakki ve inkişaf kaynağı bulmak da kabildir. 

Sulhun akdine iştirak eden milletlere bu dersin teyidini istikbalde görmelerini bütün gönlümüzle dileriz. Silahların çarpışması insanlar için en elim ıstıraplar doğurur, halbuki fikirlerin çarpışmasından ancak hakikat tezahür eder.

Yeryüzündeki hiçbir millet haklarından mahrum edilemez

Yeryüzündeki hiçbir millet, haklarından mahrum edilemez, nasıl ki beşeriyetin hayrına iştirak vazifesinden de kurtulamaz. Yakın şark milletlerine karşı, medeniyetin inkişafındaki muazzam hisselerinden dolayı borçlu olduğumuz şükranı tarih bize öğretiyor. Bu milletler bugün uzun yıllarca devam eden kahramanca mücadelelerden sonra silahlarını bırakıyorlar. Temenni ederiz ki yaralarını sardıktan ve müsalemet yolunda faaliyetlerine başladıktan sonra vaktiyle beşeriyet üzerine bol bol dağıttıkları bütün iyiliklerden tekrar faydalanırız. Aralarında rekabet devam edebilir. Fakat rekabet sulh ve çalışma âlemi içinde devam eder. 

En hararetli temennilerimiz bu inkişafa matuftur. Bilhassa mümessilleri bugün sulhu imza eden milletlere aittir. Allah isterse bu inkişaf ve saadet bütün cihana şâmil olur ve hepimizi sıkan tazyikten bizleri kurtarır.

Lozan Konferansı’nı bu sözlerimle kapıyorum. Dilerim ki bugün, milletler için daimi bir kurtuluş ve saadet kaynağı olsun.’ 

İsviçre’den yükselen bir ders gibi

Bu Nutuk basbayağı bir tören nutku değil, fakat çok özlü, bütün dünyaya karşı İsviçre’den gür sesle yükselen bir ders hikmetleriyle dolu idi.

Özellikle “Hiçbir millet haklarından mahrum edilemez” cümlesi milletleri haklarından mahrum etmeye kalkmış olanlar için son bir ihtar gibi yansıdı. Bu nutukta Türkiye “kahramanca bir mücadeleden sonra kılıçlar kınına konuluyor” cümlesiyle bir destan tarifine ulaştırılıyordu. Bu nutkun özeti, İsviçre Konfederasyon Reisi ağzından, bütün dünyaya:

“Galibiyet Türklerde kaldı, kahramanca bir mücadeleden sonra haklarını aldılar!” demekti. 

Mösyö Scheurer’in nutku sürekli olarak, dakikalarca alkışlandı. Artık Lozan Konferansı resmen sona ermişti. Barış imzalanmıştı. Herkes ayağa kalktı. Herkes birbirini tebrike başladı. 

Venizelos gelip İsmet Paşa’yı tebrik ediyor

İsmet Paşa’yı ilk tebrik eden Çin Hükümeti’nin Berne elçisi oldu. Sonra Amerikalı Mister Grew, daha sonra General Pellé, onun arkasından Sir Rumbold tebrik ettiler. Bunlardan sonra Mösyö Venizelos güle güle İsmet Paşa’ya doğru yürüdü, iki elini uzattı ve hararetle tebrik etti. Mösyö Venizelos’tan sonra İngiliz delegesi Mister Rayan, İsmet Paşa’nın elini sıktı ve Türkçe olarak:

“Tebrik ederim Paşa Hazretleri…” dedi. İsmet Paşa teşekkür etti.

‘Mektepte imtihanı verdik, çıkıyoruz’

Şimdi heyetler salondan çıkıyorlardı. Bu sırada Türk muhabirler İsmet Paşa’yı tebrik ettiler ve:

“Paşam, lûtfen ilk intıbaınız?” diye sordular.

İsmet Paşa’nın gözleri gülüyordu:

“İşte görüyorsunuz, mektepte imtihanı verdik, çıkıyoruz!” dedi.

Herkes İsmet Paşa’yı tebrik ediyordu

Evet, İsmet Paşa imtihanı vermiş ve birinci çıkmıştı. Şerefli bir bağımsızlık barışı bundan daha yüce bir zafer havası içinde imza edilemezdi. Bu büyük siyasal zafer, her ‘Türküm’ diyenin kafasında ve ruhunda yüzyıllar ve yüzyıllar boyunca, artık en büyük bir milli şerefti. İsmet Paşa bu şerefi yaratan vakur bir sembol halinde koridorları geçti, merdivenleri indi, büyük kapıda Türk başdelegesi ile arkadaşlarının tekrar birçok fotoğrafları çekildi. Ta kapının önüne kadar herkes Türkiye başdelegesinin etrafını alıyor, elini sıkıyor, tebrik ediyordu. Tören tam üç çeyrek saat sürmüştü.

Delegeler, danışmanlar, uzmanlar, muhabirler, davetliler salondan çıktıkları ve otomobillerine bindikleri zaman, Lozan şehrindeki büyük Katedralin çanları durmadan çalarak her tarafa barışın imzalandığını ilan ediyordu. 

Gece geç vakte kadar Lozan sokaklarında bu barış gününün ve gecesinin kalabalığı ve sonsuz sevinci devam etti.

Mustafa Kemal’in kutlama telgrafı

İsmet Paşa, Rumini sarayında barışı imzaladıktan ve Beau Rivage’da İngilizlerin barış şerefine verdikleri çay ziyafetinde bulunduktan sonra, geç vakit Lozan Palas’a döndüğü zaman, kendisini ilk karşılayan, Gazi Mustafa Kemal’in şu telgrafı oldu: 

Lozan Türk Heyeti Murahhasası Reisi ve Hariciye Vekili Paşa Hazretleri’ne

Millet ve hükümetin zatı âlilerine tevcih etmiş olduğu yeni vazifeyi muvaffakıyetle itmam buyurdunuz. Memlekete bir silsile müfit hizmetten ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle tetvicettiniz. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın sulh ve istiklâle kavuştuğu bugünde parlak hizmetiniz dolayısıyle zatı âlinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve mesainizde size yardım eden bütün heyeti murahhasa âzasını müteşekkirane tebrik ederim.

Gazi Mustafa Kemal 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi, Başkumandan

5