Araştırmacı mizah yazarınız Serdar Turgut, sinemaya gitmeye karar vermiş ve birkaç ölüm tehlikesi birden atlatmış.
Geçenlerde evimizin bulunduğu siteden çıkıp çok yakındaki AVM’deki sinemaya gitmek gibi bence nedeni belirsiz olan vahim bir hata yaptım.
Halbuki sitenin bulunduğu bölgeyi yıllar önce ilk kez gördüğümde Interstellar filminden sonra iyi film yapamayan Christopher Nolan’ın (o gün de onun Oppenheimer filmi için çıkıyorduk), anlattığı türde bir uzay zaman solucanının içine düşüp birden Afganistan’ın bir köyüne transfer olmuş gibi hissetmişim.
İstanbul’da bile Taliban modasını bu kadar hevesli ve yakından takip eden bir bölge daha alabilmesi imkansızdı bana göre ve bizim bu bölgedeki bir sitede yaşamayı tercih etmemiz de ilerde çocuklara trajedi olarak anlatılması gereken ayrı bir başarı hikayesiydi.
üstelik sinemanın olduğu AVM de eskiden İstanbul’da AVM’lere terör saldırısı alarmı verildiği günlerde benim bizim AVM’de bir şey olmaz çünkü eğer bir terör saldırısı olacaksa bunun planlama toplantısı bu AVM’de yapılır bu nedenle orası güvenilir bölge diyerek korkmadan gitmeyi sürdürdüğüm yerdi.
Üstelik dışarıya çıkma kararını daha da vahimleştiren bunu eşim ile birlikte yapma kararını da vermiş olmamdı. Rana benim hayata karşılaşabileceğim her türlü vahim olayı benim için daha da acı , katlanılamaz hale getirmeyi kendisine yaşam prensibi olarak seçmiş bir kadındır. Aslında her zaman bana direkt bir şey yapmasa da, o benim gibi kızgınlıklarını içine saklayan bir insan olmadığından, diğer insanlara yaptıklarından dolayı zaten dışarda had safhada olan stresim daha da artıyor.
o gün de filmden sonra eve dönerken ve o 10’uncu son kavgasını yaptıktan sonra bu gerçeği yine gördüm . gerçi o gün sadece 18 dakikada bir kavga çıkarmıştı. normalen bunun 10 dakikada bir olması gerekiyordu ama ben yine de zaten gerilmiş durumda olan vücudumu kaybetmek üzereyken eve sağsalim döndük sonunda.
Eve sağsalim sonunda dönmüş olabiliriz de ben o gün aslında kendimle ilgili öğrenmek istemediğim bir başka gerçeği daha keşfettim. Dışarda hissettiğim stres sadece ortamın katiyen bana uygun olmaması ve ortamdaki nüfusun neredeyse tamamının benimle zıt hayat görüşüne sahip olması değildi.
Ben aslında aklınıza gelebilecek veya gelmeyecek her türlü belki de sizin çok küçük şeyler diyebileceğiniz hemen her şeye öfkelenebiliyordum.
örneğin o gün de daha ilk dakikalardan itibaren şunlara sinirlenmiştim:
Filme yetişmeye çalışırken AVM girişinde bir kız birden önüme çıkarak benim bugüne kadar tek kelimesini bile anlamayı başaramadığım yeni genç kız türkçesi ile konuşarak bana bir şeyler anlatmaya çalıştı.
tanımadığım ve elimde olursa hiç de tanımayacağım insanlarla konuşmak zorunda kalmak fobim nedeniyle bana bence yabancı bir lisanla konuşan o kadına aşırı stresimden aniden Almanca cevap vermeye başlamışım (Üstelik ben tek kelime almanca da bilmem). bunu bana filme geç kalmak istemediğinden beni o cehennemden çekip alan Rana sonra söyledi. filme yetişme arzusu olmasaydı beni orada bırakacağından da eminim.
Hafta içi saat 16 matinesi olduğundan ve biz yan salonda oynamakta olan Barbie filminde değil bir Chistopher Nolan fiminde olduğumuzdan salonun dolu olması ve bilet satanın da fazla meşgul olabilmesi mümkün olmadığından girişte karşıma çıkan kız gibi anlaşılması mümkün olmayan yabancı bir dille etrafa konuşan gişedeki kız buna rağmen yaptığı her işte, ki buna düşünme yeteneği de dahildi, gecikiyordu.
Bilet için sıramızı beklerken baktım bir başka kadın o anda önümüze geçmeye çalışıyor. Rana sıra burada dedi kadın ben de burada başka sıra oluşturdum cevabı verince tahmin ediyorum ki ikimiz de geçici bir felç geçirmiş olmalıyız. Çünkü bu cevabı verebilen bir insanı normalen öldürmemiz gerekirken bunun orada olmaması için geçici felçten başka bir şey aklıma gelmiyor.
biletimiz için koltuk numaralarını söylememizden sonra gişedeki kız bana bakarak bir şeyler sordu. farklı ana dillere sahip olduğumuzdan bunu da tabii ki anlamadım. Ama kız biraz ötedeki ilanı gösterince patlamış mısır isteyip istemediğimizi sorduğunu anladım.
Allahın mısırı değil mi bu ya, ne kadar lüks tüketim maddesi olabilir ki bu. Mısıra Beluga havyarıymış gibi fiyat koyanın da taaa sülalesini……
neyse ağzımı bozmayıp olan biteni anlatmayı sürdüreyim ben.
Daha sonra benimle birlikte salona gimeye çalışan bütün bu insanların neden yan salondaki Barbie filminde değil de Oppenheimer filminde olduklarını anlayamadım. Ortamda oluşan zeka düzeyinden dolayı bu insanların Barbie filmini daha kolay anlayacakları izlenimi oluştu bende. Salon girişlerinde genel kültür ve zeka testleri de yapılmamasına da ve testen geçemeyenlerin dışarda tutulmamasına da ayrıca sinirlendim.
Gelecek film fragmanlarını gösteren bölüme gelinceye kadar bir çok Barbie filminin doğal seyirci kitlesi için özel üretilmiş olması gereken reklam filmi gördük. Salondaki koltukların perdeye arkasını dönme mekanizması olmadığından ben gözümü ne kadar kapamaya çalışsam da bunlara yine de muhatap oldum. reklamlar o kadar kötüydü ki ben o düzeyde Hadisenin cevher taktığı için aşırı mutlu olduğu reklamı bile ilerde kısa film dalında Oscar alabilecek kalitede bulmaya başladım.
sonra esas felaket başladı ve gelecek filmlerin fragmanları gösterildi.
Anladığım kadarıyla sonunda Ertuğrul Özkök’ün istediği olmuş ve Hollywood artık her 10 saniye bir büyük patlamanın, yıkımın ve aşırı gürültünün olmadığı ve düzgün, biraz anlamı olabilen senaryonun bulunduğu filmler yapamaz hale hale gelmiş.
Ağustosta gösterime sokulacak bu filmlere karşı kendimi koruma altına almak için bu ay sadece evimde çıkmamam yetmeyecek galiba ülkeyi de terk etmek zorunda kalacağım.
sonra maalesef Oppenheimer filmi de başladı.
bu Christopher Nolan genelde iyi hoştur, iyi bir yönetmendir ama bu filmde nedense her seyircinin ikinci dünya savaşı dönemindeki dünya fizik camiasındaki her bilim insanını yakından tanıyacağı varsayımını yapmış.
Tamam Einstein’ı tanıyoruz da hiç birimiz, ben bile bir İsmet Berkan olamadığımız için filmdeki her fizikçinin uzmanlık dalını ezberden bilemedik.
bir de film yarısı kadar uzunlukta olsaydı çok daha iyi olacaktı bu konuda yanımdaki koltukta oturmakta olan ve patlamış mısırı filmin yarısında biten çocuk ile de hemfikir olmalıyız sanıyorum. Bu onunla anlaşabileceğim tek konuydu bana göre.
Nolan, filmdeki diyalog yoğunluğundan sıkılıp uyuyabileceklere karşı önlem olarak arada bir atom bombasının patladığı anda çıkardığı sesi sıkça aynı düzeyde vermiş.
filmden sonra Rana o günlük 10 kontenjanlık kavgasının yüzde 70’ini o saate başarıyla çıkardıktan sona eve öndük.(dediğim gibi o gün nedense bir performans düşüklüğü yaşıyordu. Genelde normal kavga kontenjanı o süre diliminde 30 ila 40 arası değişir)
23 Aralık 2024 - Yanı başımızdaki tehlikenin bilemiyorum farkında mıyız?
22 Aralık 2024 - Düşünmeyi besleyen tartışma… Yeniden
21 Aralık 2024 - Yılbaşı yaklaşırken
20 Aralık 2024 - Sokak sanatının büyük sanatçısı
19 Aralık 2024 - Serdaramus’un 2025 yılı için 10 Beyaz Türk kehaneti