19. Gün
7 Ağustos 2023
Cumhuriyet'e 100 Gün
Lozan Antlaşmasından 29 Ekim’e günbegün yaşananlar
Meclis, saltanatla birlikte hilafeti neden kaldırmadı da bekledi?

İstanbul hükümeti de Lozan’a katılmak isteyince Ankara’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi saltanatı kaldırdı, Osmanlı ailesinin hükümranlığına son verdi. Ama hilafet kaldırılmadı.

Meclis, saltanatla birlikte hilafeti neden kaldırmadı da bekledi?

Mustafa Kemal, Nutuk’un birkaç yerinde 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı andan itibaren sonu kurtuluşa ve Cumhuriyet’e varacak bir stratejiye sahip olduğunu ama bunu hiçbir zaman tam olarak ilan etmediğini, hep aşama aşama uyguladığını söylüyor.

Örneğin Nutuk’un daha ilk sayfalarındaki şu sözleri:

Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhla karşı koymak ve onlarla çarpışmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gerek ve zorunluluklarını daha ilk gününde açığa vurup ifade etmek, elbette uygun olamazdı. Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. (….) Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı zamanı geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak tek yol buydu. Ben de bu yolda yürüdüm.

Bugünden 100 yıl önceye bakınca, Mustafa Kemal’in hep dinamik bir strateji güttüğünü, nihai stratejik hedeflerini değiştirmeden taktiksel adımlarını hep günün şartlarını da gözeterek attığını neredeyse bütün tarihçiler söylüyor.

Yalnız bir konu var ki, herkesin kafasını karıştırıyor. Bu da hilafetin kaldırılması. Çünkü aslında 1 Kasım 1922’de, İstanbul hükümeti zafere ortak olmaya kalkışıp Lozan’a katılmak isteyince ele bir büyük fırsat geçmişti. Saltanatı ve hilafeti birlikte kaldırmak. Ama böyle yapılmadı, sadece saltanat kaldırıldı. Hatta padişahlıktan indirilen Vahdettin, Türkiye’den kaçtığı güne kadar ‘halife’ sıfatını taşımaya devam etti.

Rauf Orbay soruyor: Hilafeti neden kaldırmadık?

Bu şaşkınlığı yaşayan ve soru soranlardan biri de, dönemin Başbakanı Rauf Orbay’dı. Orbay, Feridun Kandemir tarafından kaleme alınan ‘Hatıraları ve Söylemedikleri’ adlı kitapta, kendisine yönelik ‘Hilafetçi’ suçlamasına cevap olarak özel olarak bir bölüm kaleme almıştı. ‘Hilafet meselesi’ başlıklı bu bölüm şöyle başlıyordu:

Biz Hilâfeti; elimize mükemmel bir (Saltanatın ilgası) fırsat geçmişken daha o zaman kaldıramaz mı idik? Halife ve Padişah Vahdettin bunca hiyanetlerinden sonra, ni­hayet İngilizlerin himayesine sığınarak memleketten kaçarken, ‘İşte bunlar böyledir’ diye, saltanat ile beraber halifeliği de kaldırıp atmak pek zor bir iş değildi. Fakat, o günlerde biz, Mustafa Kemal Paşa da dahil hepimiz, zaten iptidadanberi za­rarlı olduğuna kaani bulunduğumuz saltanatın kaldırılması nok­tasında ne kadar ittifak etmiş isek, hilâfetin de elde (iyi idare edildiği taktirde) bir zaman için olsun, memlekete – İslâm âleminin yakınlığını ve yardımını sağlaması bakımından – faydalı olabileceği düşüncesi ile muhafazası fikrinde, yine ittifak ha­linde idik.

Rauf Orbay, kitabındaki aynı bölümde Mustafa Kemal’in Vahdettin’in kaçması üzerine Abdülmecit’in halife ilan edilmesi sırasında Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmadan bir bölüme de yer vermiş:

Yüksek Hilâfet Makamı, bütün İslâm âlemine şamil bir mukaddes makamdır. Türkiye Devletinin ve halkının dini ve vicdanî vazifesi, diğer İslâm âleminin dahi hürriyetine kavuşup müstakil olacağı güne kadar bu yüksek makama mesnet (da­yanak) olmaktır. Bütün kuvvetiyle bütün kudretiyle onun kuvvetini, kudretini, şerefini bütün İslâm âlemi nazarında ve İslâm olmayanlar nazarında masûn bulundurmaktır. Yoksa kendini, mevcudiyetini Halifenin yed-i iktidarına (eline) vere­mez ve vermiyecektir.

İsmet Paşa: Türk milleti, İslamiyetin kolu ve kılıcıdır

Rauf Orbay kendisine yönelik ‘Hilafetçi’ suçlamalarından kurtulmak için kendine İsmet Paşa’yı da şahit gösteriyor. Orbay’a göre İsmet Paşa, Lozan’da ‘Muslim Standard’ adlı bir gazeteye demeç vermişti. Orbay’ın aktardığına göre İsmet Paşa bu demecinde şöyle demişti:

Size ve sizin vasıtanızla bütün müslümanlara şunu söyliyeyim ki, biz eskisi gibi serbest bir İslâm devletinin bütünlemeğe çalışacak ellere, bütün müdafaa kudretini vereceğini söy­lemekle yetinmeyerek, ileride bir tehlike ile karşılaştığımız va­kit bunu, kanımızla müdafaaya hazır bulunuyoruz. Türk mil­leti, İslâmiyetin kolu ve kılıcıdır. Türkiye Anayasası, hilâfetin yani hür ve müstakil bir İslâm devletinin menfaatlerini yürüt­meğe çalışacak ellere, bütün müdafaa kudretini vereceğini söy­lüyor. Bu halde hilâfeti, nasıl maddî desteksiz bırakmış oluruz. Türkiye, hilâfeti tutuyor ve tutacaktır. Hilâfet Türk milletine vediadır, emanettir. Türk milleti hür ve müstakildir. Bunun için Hilâfet de taarruzdan masûn ve iktidara maliktir. Hilâfetin bütün vasıfları mahfuz ve emindir.  Kanımızın son damlasına kadar Hilâfeti tutup, yaşataca­ğız. Fakat tek bir adamın şahsî malı olmasına asla müsaade edemeyiz. İşte Türk milletinin karan budur. 

Rauf Orbay’a göre Lozan’da böyle konuşan İsmet Paşa, sonradan orada görüştüğü Yahudi hahambaşısının tesirinde kalmış ve hilafet düşmanı kesilmişti.

Kazım Karabekir: Hilafet faydalı bir müessese

Yine Rauf Orbay’a göre, aslında 24 Kasım 1922’de Günlükler’ine ‘Hilâfet saltanattan tamamiyle ayrıldı. Meclis buna karar verdiği halde hâlâ halifeye vazife vermeli imiş diye budalaca sözler işitiliyor. Hocaların kafası veya hoca kafalarının idraksizliği’ cümlelerini yazmış olan Kazım Karabekir, Lozan sonrası hilafeti kaldırma fikriyle kendisine gelen Mustafa Kemal ve İsmet Paşa’ya, ‘Şu sırada böyle bir şeyi düşünmek bile hata olur’ cevabını vermiş ve şöyle konuşmuştu:

Durup dururken sizi böyle bir niyete sevk eden sebep­leri bilmiyorum. Ancak, memlekete zararlı olduğunu öteden beri gördüğümüz saltanatı bilâ tereddüt ve çoktan kaldırdık. Hi­lâfet ise bugün için zararlı olmak şöyle dursun, iyi idare edilir­se belki de memlekete çok faydalı olabilecek bir müessesedir. Netekim bunun böyle olduğunu siz de kabul ederek müştere­ ken hazırladığımız umdelerle millete karşı da ‘İslâmlar arası bir kuvvettir’ diye Hilâfeti koruyacağımızı vadetmiş bulunu­yoruz. Neşrettiğimiz umdelerin, daha mürekkebi kurumadı. Seçimlerde millete sarahaten bu vaadi verdikten sonra, şimdi, dün iyidir ve lâzımdır, dediğimiz Hilâfeti kaldırmağa teşebbüs etmek bilmem ne deceye kadar doğru olabilir. Saltanat lâğvedilmiş, hakimiyet kayıtsız şartsız ve fiilen millete intikal etmiştir. Bugünkü vaziyette Hilâfet de, milletin elinde, milletin iradesi altında işleyen bir kuvvet olarak, her halde müşkül zamanlarımızda milyonlarca islâmın müzaharetini temin suretiyle memlekete faydalı olabilir. Bu noktayı dü­şünerek, acele etmiyelim. Faydasızlığını, zarar verdiğini gördüğümüz anda kaldırıp atmak, her zaman elimizdedir.

Yine Rauf Orbay’a göre Mustafa Kemal, başlangıçta pratik ve pragmatik sebeplerle hilafete sahip çıkıyordu ama Lozan’dan dönen İsmet Paşa’nın etkisiyle değişti!

Şöyle yazıyor Orbay:

Büyük za­ferden sonra, saltanatın ilgasiyle, Büyük Millet Meclisi tara­ fından yeni halifenin seçilmesi ve bu suretle – her türlü yetki­lerden sıyrılmış, bir nevi papalık gibi sadece manevî varlığıyle lâftan ibaret bir hilâfetin – İslâm âleminin yakınlığını ve yar­dımını sağlamak için elde bir kuvvet olarak muhafazası, Mus­tafa Kemal Paşanın da re’yile, ittifakla kabul ve bu keyfiyet umdelerle de ilân edilmiş iken, İsmet Paşanın Lozandan dönü­şü ile, bütün bunlar unutularak, hiçbir sebep gösterilmeden ve derhal, aksi bir karara gidilmek istenmiştir. Kâzım Karabekir Paşa da, o zaman kendisi gibi düşünen arkadaşları da, bir ta­assup hissi ile ve körü körüne, hilâfete dokunulmamasını iste­yen insanlar değillerdi.

Peki diyelim ki Rauf Orbay doğruyu söylüyor, bir dönem hem Mustafa Kemal hem de İsmet Paşa dahil bütün ileri gelenler hilafetin belki de faydalı olabileceği düşüncesine sahipti.

Öyleyse Mustafa Kemal neden fikir değiştirdi?

Bu konuda bakılacak yer Nutuk. Ve Mustafa Kemal, 1927 yılında okuduğu bu ünlü metnin hiçbir yerinde ‘fikir değiştirdiğini’ söylemiyor. Aksine başından beri fikrinin hilafeti de ilga etmek olduğunu vurguluyor, bu fikrini aynen Cumhuriyet ilanı gibi ‘zamanı geldiğinde’ uyguladığını anlatıyor.

Mustafa Kemal: Yavuz Sultan Selim ünvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi…

Esasen Mustafa Kemal’in başından beri hilafeti kaldırma fikrinde olduğunu anlamamıza yardımcı olacak elimizde yeterince delil de var. Çünkü Mustafa Kemal hilafetle ilgili zaman zaman oldukça sert sözler söylemişti.

Bu sert sözlerin en çarpıcısı, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldıran kanunun komisyondaki görüşmeleri sırasında sinirlenip söyledikleri. Nutuk’tan aynen aktarıyoruz:

1 Kasım 1922 günü yapılan Meclis toplantısında, aynı konu uzun tartışmalara uğradı. Mecliste’de geniş bir konuşma yapmak gereğini duydum. İslâm ve Türk tarihinden örnekler vererek hilâfet ve saltanatın ayrılabileceğini, millî hakimiyet ve saltanat makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, tarihi olaylara dayanarak açıkladım. Hülâgü’nün Halife Mu’tasım’ı idam ettirerek, yeryüzünde hilâfete fiilen son verdiğini ve 1517’de Mısır’ı alan Yavuz, ünvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet ünvanının günümüze kadar miras kalmış bulunamayacağını anlattım.

Fakat öyle anlaşılıyor ki, Rauf Orbay, Kazım Karabekir gibi muhalifleri Mustafa Kemal’in bu keskin görüşlerine rağmen pragmatik sebeplerle hilafeti koruyacağına kendilerini inandırmışlar.

Aynı şekilde Mustafa Kemal’in kendisi de, halifelik makamının belki de pratik bazı faydaları olacağını, en azından Lozan pazarlıkları sırasında halifelik makamının varlığının Batılı güçler nezdinde bir kart olabileceğini düşünmüş. Nitekim o yüzden Vahdettin tahttan indirilirken halife kalmaya devam etmiş, o gidince de yine Osmanlı hanedanından en yaşlı ve normalde padişahlık sırasında olan Abdülmecit halife ilan edilmiş.

19