Raf Gezgini: Peşine düşülen sorular, çıkılan yolculuklar
Bazen bir cümle bizi alıp çok uzağa ya da aslında en yakına, kendimize, götürebilir. Bu kitabın ilk cümlesi de olabilir, yeterince sabırlıysanız bambaşka bir yerde de sizi yakalayabilir. Raf Gezgini, ilk cümleden yakalayanların ve altı çizilen tek bir cümleyle okurun iştahını kabartanların peşinde.
Bir kitabı çok sevdiğimizi söylerken de genelde “Beni ilk cümleden yakaladı!” deriz. Bazı kitaplar etkileyici ilk cümleleriyle hatırlanır. Sonradan yakalama şansı var mı, neden olmasın. Kitaplığımız biraz sabredince bizi yakalayan, altını çizdiğimiz satırlarla dolu onlarca kitaba ev sahipliği yapıyor. Zaten bazen tek bir cümleyle kurduğumuz bağ ve duygudaşlık hissine kapılıp hayran kalmıyor muyuz o kitaba ve yazara? Bu haftanın gündemimde ilk cümleden yakalayanlar ve altı çizilesi tek bir cümlesiyle okurun iştahını kabartanlar var.
“Ölmekle eşdeğerde olan bir şey söylemem istense hiç şüphesiz hatırlamak derim. Hatıralar, düşmanın en kötü olanıdır.”
Burcu Ünlü’nün ikinci kitabı ‘Ben Yokmuşum Gibi’, kitaba da ismini veren bu öyküyle ve tam olarak bu cümleyle başlıyor. Devamında da sorguluyor, düşmanın da en kötüsü olur mu? Biraz sonra ikna olacağız, evet oluyor. Ünlü’nün Everest Yayınları’ndan çıkan kitabında buz gibi bir suda boğulduğunuzu ama biraz sonra kurtulacağınız hissi veren sekiz öyküsü var. Rüyalarını döndürenler, aldatanlar, cinayet işleyenler, ömrünü bir yatağa bağlı geçirenler, aşık olanların hikayeleri… 72 sayfalık bu tek solukluk macera, biraz sonra kurtulacağım hissine ihtiyacı olanlar için bekliyor.
“Sizi rahatsız eden şey hakkında konuşabilirseniz onu aşabilirsiniz de.”
Dünya edebiyatının en güçlü feminist seslerinden biri Jeanette Winterson. ‘Tek Meyve Portakal Değildir’ de çok uzun zamandır insanlığın aklındaki bir soruyu ele alıyor. Günün sonunda sevmek, takdir görmek isteyen bir varlık insan. Bu sevgi bağımlılığa dönüşebilir ama yeterince cesurlar bütün bunları bir kenera bırakıp hayatını kendi istediği şekilde inşa edebilir. Winterson kendinden yola çıkıp fantastik ögeleri bir araya getirdiği bu romanında birçok zor soruya cevap arıyor. Etkileyici cümleler, zihin açan sorular bir yana kitabın en etkileyici bölümü yazarın giriş yazısında açıkladığı bir dileği:
“Bana ün, para, başarı ver? Hayır. Sadece ne zaman durmam gerektiğini bileyim.”
“Bu öykü geç gelen yolculara asla kapı açmayan bir otobüs şoförüne dair. Kimseye.”
İsrail’in yaşayan en önemli kalemlerinden biri Etgar Keret. Öyküleri matrak, ironik ve hepsinden öncesi sürprizli. Siren Yayınları etiketli bu kitapta merhametsiz bir Tanrı ya da girişte de örnek verdiğimiz kurallarına sıkı sıkıya bağlı bir otobüs şoförüyle tanıştırıyor okurlarını. Cümleleri net, anlattıkları muğlaksız ama çarpıcı. Kitaba da ismini veren öykünün bu ilk cümlesi, Keret’in en iyi yaptığı şeyi de özetliyor aslında: Öylesine sıra dışı ve merak uyandıran ama bir o kadar sade bir giriş yaparak okurun iştahını açmak!
“Sonunda öldürürüz annelerimizi çünkü artık yalan söylemek istemeyiz.”
Avusturyalı yazar Margit Schreiner’in ‘Ayrılık Üçlemesi’nin Türkçede ilk kitabı ‘Sevmek Dedikleri’ bu çarpıcı cümleyle başlayan bir monolog. Kitap, birbirine bağlı üç öyküden oluşuyor. Doğum, ölüm, anne-kız ilişkisi etrafında dönen bu öyküler biraz acımasız. Hatta yazar, okuru kıskıvrak yakalamaktan çekinmeyen bir anlatı çıkarıyor karşımıza. Ancak sadece bu etkileyici ilk cümleyle sınırlı sanmayın. Mesela: “Derler ki insan hayatta ilk nasıl sevildiyse öyle sever. Her yerde okuyabilirsiniz. Bütün ikilem de bununla başlar zaten. Daha doğrusu doğumla.”
“Bir cenaze töreninden çok korktuğunuzu ve törenin bir an önce bitmesini dilediğinizi hayal edin.”
Bir kayıpla yüzleşme cesareti daha. “Hepimiz Feminist Olmalıyız” başlıklı TedX konuşması ve ‘Mor Amber’ kitabıyla geniş kitlelere ulaşan yazar Chimamanda Ngozi Adichie, kayıpla derin bir hesaplaşmaya giriyor ‘Keder Üzerine’ ile Babasının kaybını, “Yarından ve daha sonraki bütün yarınlardan korkuyorum” diyerek tanımlıyor. Kitapta kedere, yas sürecine, kaybın yarattığı öfkeye dair birçok söz söylüyor. Bu kitaptan cümle seçmek zordu ama yine de başardık.
“(…) O zamana kadar bir kaza geçirebilir, ölebilirim, bir savaş çıkabilir ya da bir devrim olabilir. İşte bu gecikmeyi hesaba katarak şimdi yazabiliyorum, aşağı yukarı on altı yaşımda bütün bir gün boyunca yakıcı güneşe maruz kaldığım, yirmi yaşımda doğum kontrol hapı kullanmadan seviştiğim gibi: Sonrasını düşünmeden.”
İsimsiz bir anlatıcı, evli ve yabancı bir adam, her şeyi tüketen bir tutku, saplantıya dönüşen bir aşk… Edebiyatın en önemli isimlerinden Nobel ödüllü Annie Earnaux’tan okurun aklından “Nasıl bu kadar tutkulu ve dürüst olabilir?” sorusunu çıkarmadığı bir kitap ‘Yalın Tutku.’ Yazdıklarında her daim kendinden yola çıkan Earnaux, bir kere daha kendinden yola çıkıyor. Aslında neden bu kadar dürüst olduğu sorusunu da kendi yanıtlıyor. Yazmk da tıpkı tutkusunun peşinden koşmak gibi sonrasını düşünmeden yaptığı bir eylem…
“Sabaha kadar uyuyamadım. Tam gözlerimi kapıyordum, yarım yamalak düşünceler beynimin içinde galeyana geliyor, birbirleriyle mücadele ediyor veya ıssız, boş bir evin tavan arasındaki fareler gibi gayesizce koşuşturuyorlardı.”
1878-1943 yılları arasında yaşayan Zabel Yesayan döneminin en önemli Ermeni yazarlarından biriydi. Düzyazılarının yanı sıra kadın haklarını savunduğu makaleler kaleme aldı. ‘Meliha Nur Hanım’ Yesayan’ın 1925’te Paris’te kalem aldığı, 1928’de Paris’te kitap olarak basılan novellası. Bir kitapta birçoğumuza tanıdık gelen bu sabaha kadar uyuyamama haliyle karşılaşmak en başta “Acaba onun nedeni ne?” sorusunu sorduruyor, sonrası zaten Yeseyan’ın akıcı diline kalıyor. Kitap, Kitap, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç döneminde, İtilaf devletleri donanması Çanakkale Boğazı açıklarındayken, vatanı savunmak için gönüllü sağlık hizmetinde bulunan Meliha Nur Hanım’ın yüksek düzey bir Osmanlı bürokratı ile hastanenin başhekimi arasındaki duygusal gelgitlerini anlatıyor. Beynin içinde galeyana gelen yarım yamalak düşünceler tanıdık mı geliyor merak ediyorsanız, kitap Aras Yayıncılık etiketiyle raflarda.
“Her şey babamın bir gün “Gidip bir bakalım, herkes geri dönmüş mü” demesiyle başlamıştı. Birkaç gündür evimizden uzaktaydık. Bütün şehir tahliye edilmişti. Eşyalarımızı apar topar bir valize koyup Belçika sınırına doğru yürüyen upuzun insan kafilesine katılmıştık. Bettie ile Dave o günlerde Amsterdam’daydılar.”
İkinci Dünya Savaşı’nın birçok kitaptan okuduk, birçok film den izledik muhtemelen yenileriyle de karşılaşmaya devam edeceğiz. Son örneği de 1920’de Hollanda’da Yahudi bir aileye doğan ve bugün 103 yaşında olan Marga Minco’nun özyaşam öyküsünden esinlenen ‘Acı Otlar.’ Kitap, kalabalık bir ailenin soykırımdan kurtulan tek üyesi olan Minco’nun hayatındaki izlerin peşinden gidiyor. İlk olarak 1957 yılında yayınlanan ve tüm dünyada okurlarının kalbine yerleşmeyi başaran roman, savaş meydanlarını, toplama kamplarını, direnişi vs. değil, gündelik hayatın rutininde, içinde bulundukları düzenin hiç sarsılmayacağını düşünen insanları anlatıyor. Leyla İleri’nin Türkçeleştirdiği roman, Doğan Kitap etiketiyle raflarda.
“Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner.”
Raf Gezgini listesinde herhangi bir kitaba duyduğumuz sevgiden dolayı öncelik vermiyoruz dersek yalan olur. Salinger da ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ başta olmak üzere bu köşenin her daim ağır konuklarından. Okuyan herkesin hayatında izler bırakan bu klasik, altı çizili birçok cümle armağan ediyor.
Bu kitaba, illa ki ilk sayfadan başlamak zorunda değilsiniz. Evet, o kadar eski(!) bir anlayışla yazılmış değil. Zira ‘Yaşam Kullanma Kılavuzu’, istediğiniz bölümden başlayarak istediğiniz sırayla okuyabileceğiniz, her okunduğunda başka yönlerini keşfedeceğiniz, yenilikçi, oyunbaz ve bir o kadar da sonsuz bir roman. 99 bölüm, 2 bine yakın karakter ve sayısız oyun… Cesaretiniz, yeterli dikkatiniz ve vaktiniz varsa buyrun Georges Perec’ın on yılda yazdığı ‘Yaşam Kullanma Kılavuzu’na.
Okuması zor, ama ne ne olursa olsun okumalıyım dediğimiz bir kitap var karşımızda. Zira okuduklarımız bizi hareket geçirebilir, bir hayatta kalana el uzatmak için neler yapabileceğimizi öğrenebiliriz. Gazeteci- Aktivist Meliha Yıldız’ın istismara maruz kalan kişilerle yapılmış röportajların yer aldığı ‘Uçurum Kenarındaki Salıncaklar’ Destek Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Yıldız, kendisinin de maruz kaldığı cinsel istismarı anlattığı otobiyografik kitabı ‘Kutsal Tecrit’ten sonra ikinci kitabı Uçurumun Kenarındaki Salıncaklar’da da aile içi cinsel istismarın çok yaygın yaşandığına, maruz kalanların yanyana gelmesinin iyileşme süreçlerine sağlayacağı katkıya ve görünür olmalarının çocukların bir daha bunu yaşamasının önünde önemli bir engel olacağına vurgu yapıyor.
Yazar kendi sesini nasıl bulur?
Modern edebiyatın en tartışmalı isimlerinden Henry Miller, eserlerinden bölümler, notlarından derlemeler ve mektuplarından kesitlerle oluşan Yazmak Üzerine’de bu defa kendi yazı macerasıyla karşımızda.
‘İyi Hikâye’, Nobel Ödüllü yazar J.M. Coetzee ile klinik psikolog Arabella Kurtz arasında geçen, psikoterapi ve hikâye anlatma sanatı üzerine büyüleyici bir diyalog. ‘İyi Hikâye’, psikoterapinin her geçen gün daha çok ön plana çıktığı çağımızda terapiye ilgi duyan edebiyatseverlerin ilgisini çekecektir.
Müge İplikçi, ‘Ah Be Melek’te dünyaya hınzır bir meleğin bakışlarıyla bakıyor. İnsanların, nesnelerin, mekânların bir meleğin kanadında oradan oraya taşındığı küçük anların ve küçük insanların öyküleri…