Tarihçi yazar Feridun Kandemir, belki Atatürk ve İsmet İnönü hariç, Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in ilk yıllarının bütün önde gelen insanlarıyla onlar daha hayattayken uzun mülakatlar yapmış, bu konularda kitaplar yazmış bir isim.
O Kandemir’in Rauf Orbay ile yaptığı mülakatlardan oluşan Rauf Orbay-Hatıraları ve Söylemedikleri adlı kitap, o dönemi yakından görmek ve Rauf Orbay’ın bazı önemli olaylara bakış açısını anlamak bakımından az sayıda kaynaktan biri.
Şimdi o kitaptan bir bölümü paylaşıyoruz:
Mustafa Kemal’in ne yapmak istediğini anlayarak, fena halde kuşkulanan İngilizlerle sarayın, kendisini ısrarla İstanbul’a dönmeğe dâvet ettikleri, onun da dönemeyeceğini kat’î şekilde bildirişi üzerine, padişahın iradesiyle azledildiği ve o anda kendisinin de istifa ile bütün yaver-i ekrem-i hazret-i şehriyârî ve üçüncü ordu müfettişliği rütbe, mevki ve yetkilerinden sıyrılıp, sadece bir (Mustafa Kemal) kaldığı gün, o, hayatının ve Millî Mücadele tarihinin en kritik günü, yanında yine yalnız Rauf Bey bulunuyordu.
Mustafa Kemal; artık ilelebet taşımamak şartıyla sırtından çıkarmak üzere olduğu bunca yıllık parıl parıl apoletli, sırma kordonlu, göğsü nişanlarla bezenmiş üniformasına veda etmek gibi nasipsizliğin doğuracağı akıbetleri acı acı düşündüğünü belli eden son derece üzüntülü bir tavır ile:
‘Raufcuğum, her şey bitti. Hele böyle buhranlı zamanlar da makam ve rütbenin halk üzerindeki tesiri büyüktür. Bunlar- sız ne yapılabilir?’
Dediği vakit, Rauf Bey; ‘Bilâkis Paşam, asıl şimdi, mevki ve itibarınızın bir kat daha arttığı kanaatindeyim. Vatanın kurtarılması davasına, bir millet ferdi gibi nefsinizi vakf edişiniz üzerine gerek ordu, gerekse halk gözünde eskisinden fazla sevgi ve itimada mazhar olacağınızdan eminim’ derken, İstanbuldan beri Millî Mücadelede sonuna kadar kendisine bağlı kalacağına askerlik şerefi üzerine yeminle temin ve vaat etmiş olan karargâhının erkân-ı harbiye reisi Kâzım Bey (Dirik), koltuğu altındaki dosya ile odaya girerek; ‘Paşam, askerlikten istifa eylediğinize göre, bundan sonra benim vazifede devam etmeme imkân kalmadı. Evrakı kime teslim etmemi emir bu yuruyorsunuz?’ deyiverince, donakalan Mustafa Kemal Paşa, Kâzım Beyi tepeden tırnağa süze süze, ‘Ya öyle mi efendim? Peki efendim… Evrakı Hüsrev Beye devrediniz efendim…’ sözleriyle yanından savdıktan sonra:
‘Gördün mü Rauf, haklı değil mi imişim? Rütbe ve makamın ehemmiyetini anladın mı? Düne kadar benimle asla şüpheye yer vermiyecek bir samimiyet ve bağlılıkla çalışarak azamî gayret gösteren bu adamın şu hareketi benim görüşümdeki isabeti teyit etmiyor mu? Bu böyle giderse seninle beraber yapacağımız bir şey kalır o da ayak altında ezilmekten korunmak için, emin bir yere çekilmektir.’
‘Seninle beraber’. İşte bu iki sözcük, İstanbul’da Adilli Mücadele kararı vererek, bu uğurda hayatlarını fedaya kadar her tehlikeyi göze ala ala yollara çıkıp, Erzurum’da ilk molayı verenlerin kimler olduğunu, en yetkili ağızın ifadesiyle tarihe tevdi eder.
Rauf Bey, Mustafa Kemal’in gözlerinin içine baka baka:
‘Hayır Paşam’, diyor, ‘Hiç bir tarafa çekilmeyeceğiz. Çünkü asıl o zaman yalnız biz değil, bütün memleket, bütün millet ezilmeğe mahkûm olur. Siz, Kâzım Beye bakmayın… Ben tekrar ediyorum ki, istifanızla, mevki ve itibarınız bir kat daha arttı. Ordu ve millet gözünde daha fazla kıymet ve itimada mazhar olacaksınız. Kâzım Bey gibi zayıf unsurların, böyle işin başında saf dışı oluşları, daha çetin zamanlarda ayrılmala rından çok hayırlıdır’ derken tarif edilmez bir isabetle ilerisi ni görerek, bu görüşü ile ona da kuvvet veren tek yakın arkadaşı yine Rauf Beydi.
Rauf Bey, bu sözlerini tâ iptidadan beri olacağına inandığı bir (gerçeğin) tesiriyle söylüyordu. Esasen mutlaka olması mukadder bu gerçeğe inandığı içindir ki, kendisi de daha çok evvel İstanbulda iken askerlikten istifa ile bütün rütbe, mevki ve yetkilerinden sıyrılarak sadece bir memleket evlâdı olarak buralara gelmişti.
1909’da Hamidiye ile tek başına Akdeniz akınlarına atılmak cesaretini gösterdiği zaman da böyle düşünmüş, her şeyin rütbe, mevki, yetki sahibi olmakla değil, memleketin, milletin haklı bir davasını cesaretle ele alınca, şahsi azim, irade ve fedakârlığın her güçlüğü yenerek başarıyı sağlayacağına inanmış ve inancında aldanmadığını da görmüştü.
Nitekim, o gün de, birkaç dakika içinde bunu yine kendisi gibi, Mustafa Kemal Paşa da büyük bir sevinç içinde görmüş lerdi.
Kâzım Beyin ahde vefasızlık timsali halinde havayı bulandırarak odadan çıkışından biraz sonra, aynı odaya giren ve o sırada Anadolu’nun kuvvet denebilecek yegâne iki kolordusundan birinin kumandam bulunan Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşanın karşısında, yine amiri imiş gibi büyük bir saygı ile vaziyet alıp, selâm durarak, kat’î bir ifade ile şu sözleri söylemişti:
‘Kumandamda bulunan zabitlerle askerlerin saygı ve tâzimlerini arza geldim. Siz, bundan evvel olduğu gibi, bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız. Hepimiz emrinizdeyiz Paşam.’
Kandemir kitabında, hiç kuşkusuz Rauf Orbay’dan duyduktan sonra bunları yazıyor ve ardından bir de tam o gün, yani 8 Temmuz 1920’de Rauf Orbay’ın bütün Türkiye’ye çektiği bir telgrafı aynen yayınlıyor.
Bakın o telgrafta ne deniyor:
Vatan ve milletimizin kat’i inkıraz ve inkısamını hazırlamakta olan bugünkü düşman harekâtı ile İstanbul’daki eli ayağı bağlı ve esir olan hükümetimizin her şeye boyun eğişi karşısında hakkını, toprağını, istiklâlini müdafaa ve muhafazaya azmeden millî irade uğrunda, âciz bir fert olarak çalışmak kararıyla İstanbul’dan çıktım. Aydın yolu ile gelerek Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin ve bütün arkadaşlarının milli cidaline katıldım.
İstanbul’un bütün namuslu ricâli ve uleması ve temasta bulunduğum Bursa, Aydın, Balıkesir, ve Sivas vilâyetleri halkı tamamıyla bu ruhta olup, mübarek Anadolunun milli kudretine ıyman eylemiştir.
Vatan ve milletin kurtuluş ve istiklâli ve Saltanat ve Hilâfetin korunması bilfiil temin olununcaya kadar Mustafa Kemâl Paşa ile çalışacağımıza mukaddesatım namına aht-u peyman eylediğimizi arz ve ilân eylerim.
8 Temmuz 1919
Hüseyin Rauf