Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de açıldı. Meclis açıldıktan kısa süre sonra içeride gruplaşmalar başladı.
Mustafa Kemal’e göre bu gruplaşma başlangıçta Meclis’i verimli çalıştırabilmek içindi. Nutuk’ta aynen şöyle diyor:
Zaman geçtikçe, Meclis’te ortaklaşa bir çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler belirleme başladı. En basit konularda oylar dağılıyor. Meclis’ten iş çıkamıyordu. Bazı kimseler, bu duruma bir çare olmak üzere 1920 yılının ortalarında birtakım gruplar meydana getirme faaliyetine geçtiler. Bütün bu faaliyetler, meclis görüşmelerinin düzenli olarak yürütülmesini sağlama ve görüşülen konular üzerinde oyları dağıtmadan olumlu iş çıkarma gayesini güdüyordu.
Fakat bu gruplaşma birden bire ortaya en azından beş farklı grubun çıkmasına neden oldu. Bunlar ‘Tesanüt’ (Dayanışma), ‘İstiklal’, ‘Müdafa-i Hukuk’, ‘Halk Zümresi’, ‘Islahat Grubu’ gibi isimler taşıyordu. Aslına bakılacak olursa o ilk Meclis’te komünist Amele Partililer bile vardı.
Mustafa Kemal bu durumdan rahatsızdı. Rahatsızlığını Nutuk’ta anlatıyor:
Fakat zaman geçtikçe, Meclis’te ortaklaşa bir çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler belirleme başladı. En basit konularda oylar dağılıyor. Meclis’ten iş çıkamıyordu. Bazı kimseler, bu duruma bir çare olmak üzere 1920 yılının ortalarında birtakım gruplar meydana getirme faaliyetine geçtiler. Bütün bu faaliyetler, meclis görüşmelerinin düzenli olarak yürütülmesini sağlama ve görüşülen konular üzerinde oyları dağıtmadan olumlu iş çıkarma gayesini güdüyordu. (….) Mevcut gurupları birleştirmek veyahut mevcut guruplardan birini destekleyerek iş görmek için, dolaylı olarak çok çalıştım. Ancak, bu yolla elde edilen sonuçların uzun ömürlü olamadıkları görüldü. İşe doğrudan doğruya benim el atmam zorunlu olmaya başladı. Nihayet, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Gurubu adıyla bir grup kurulmasına karar verdim.
Mustafa Kemal bu grubu kurunca birden bire ezici çoğunluk o gruba geçti ve o gruba ‘Birinci Grup’ denmeye başlandı. Muhalefette kalan küçük azınlık ise ‘İkinci Grup’ adıyla bilinir oldu.
Şimdi bir de Rauf Orbay’a kulak verelim. 16 Mart 1920’de İstanbul’daki Meclis’i Mebusan’ı basan İngiliz askerleri Rauf Orbay’ı başka kişilerle birlikte tutuklayıp Malta’ya sürgüne yollamıştı. Derken bu sürgün sona erdi ve Rauf Orbay, beraberinde Kara Vasıf Beyle birlikte 15 Kasım 1921’de Ankara’ya geldi.
Bakın Orbay gelişini ve Mustafa Kemal tarafından büyük bir sevinçle karşılanmasını nasıl anlatıyor:
O akşam, yemeği – ikametgâh haline getirilmiş olan- istasyon binasında Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi beyle birlikte yedik ve gece yansına kadar dertleştik, hasbıhal ettik. Beni, Mustafa Kemal Paşanın da ikamet ettiği, istasyondaki daireye misafir ettiler. Cevat ve Yakup Şevki Paşalar Fevzi Paşa’ya misafir oldular. Ertesi gün de, eskiden tanıdığım bir çok mebuslar ziyaretime geldiler. Ve Mustafa Kemal Paşa ve Ali Fethi beyle uzun uzadıya görüştük. Ankaraya varışımın üçüncü günü 15 kasım cumartesi sabahı, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Büyük Millet Meclisine giderek, umumî heyet müzakerelerine iştirâk ettik. Mebuslardan çoğunu İstanbul meclisinden tanıyordum. Şahsen tanımadığım yeni mebusları Mustafa Kemal Paşa tanıttı. Bundan sonra bir de umumî heyete, resmen takdim töreni yapıldı.
Rauf Orbay Ankara’ya geldikten birkaç gün sonra hükümete Bayındırlık Bakanı olarak girer. Kara Vasıf Bey ise Meclis’te Müdafa-i Hukuk Grubu yönetimine getirilir. Fakat birkaç ay sonra bu ikili, Mustafa Kemal’e göre birbirleriyle koordinasyon içinde, görevlerini bırakırlar. Anlaşmazlık Mustafa Kemal’e göre Rauf Beyin ima yollu olarak ‘Ya savaşı kazanamazsak, o zaman ne yaparız’ mealinde bir soru sormasından kaynaklanmaktadır. Mustafa Kemal bu konuyu konuşturmaz bile.
Rauf Orbay hatıralarında Meclis’te 2. Grubun kuruluşunu ve kuruluş nedenini de anlatıyor:
Muhaliflerin başında görünen Hüseyin Avni, Çolak Selâhattin ve onlara iltihak eden Kara Vasıf beyler, benim de Mustafa Kemal Paşa’nın da arkadaşlarımızdı. Bunların başlıca muhalefetleri ‘Devlet ve hükümet işlerinin Meclis murakabesinden sıyrılarak, tek elden yürütülmeğe doğru gittiği’ kanaatlerinden doğup, bunu önlemeğe mâtuf görünüyordu. Bu noktada pek hassas olduklarını belirterek, bilhassa Mustafa Kemal Paşanın hem Meclis, hem hükümet başkanı ve ayni zamanda başkumandan olarak bütün yetkileri elinde toplamış olmasından endişe ettiklerini gizlemiyorlardı. Halbuki, o günkü durumda, böyle olması zarurî idi. Başka çare yoktu. İcra selâhiyeti de elinde bulunan meclisin, o zamanki şartlar içinde hükümeti de kendi reisinin başkanlığında bulundurması gerekiyordu. Fakat bu gerçeği, karşı tarafın millî hakimiyet hassasiyetine anlatmak güçtü.
Oysa Mustafa Kemal’e göre muhaliflerin muhalefet etmesinin sebebi çok farklıydı. Bakın o Nutuk’ta nasıl anlatıyor:
Meclis’te kurduğumuz Müdafaa-i Hukuk Gurubu, Meclis görüşmelerinin iyi gitmesini ve Bakanlar Kurulu çalışmalarının aksamadan yol almasını sağlama bakımından sonuna kadar yardımcı oldu. Fakat bir taraftan da muhalif duygu ve düşüncede olanlar, her gün biraz daha taraftar buldukça, Gurub’un çalışmasını güçleştirmeye başladılar. Muhalefet düşüncesinin ana kaynağı, Müdafaa-i Hukuk Gurubu tüzüğünün temel maddesindeki ikinci noktaydı. Yani hükûmet kuruluşunun Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na uygun olarak yapılması meselesi…
Mustafa Kemal, Meclis’te Müdafa-i Hukuk Grubunu kurarken iki temel ilke belirlemişti ve bu ilkeleri benimseyenler gruba katılmıştı. Birinci ilke Misak-ı Milli’yi savunmaktı, bu konuda muhalifler de aynı şeyi söylüyordu zaten. Tartışmalı olan ikinci ilke Atatürk’ün cümleleriyle şuydu: ‘Gurup, devlet ve milletin teşkilâtını, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun koyduğu ilkeler çerçevesinde, sırasıyla şimdiden tespite ve hazırlamaya çalışacaktır.’
Mustafa Kemal, 2. Grubun temel varlık sebebinin bu ilke olduğunu söylerken o grubun Cumhuriyet karşıtı, saltanatın ve hilafetin devamından yana olduğunu ima ediyor.
Bu tartışma ve tutumlar Cumhuriyet tarihinin tamamına damgasını vurdu.